6 Mart 2013 Çarşamba

İç savaş, Abraham Lincoln ve siyasal etik


Bugün ekonomi yazısı yazmak pek içimden gelmiyor. Barış sürecinin nefes kesici gelişmeleriyle yatıp kalktığımız şu günlerde gelin son zamanların en iyi filmlerinden biri olan Abraham Lincoln’den söz edelim. Filmi izleyenler sözü nereye getirmek istediğimi tahmin etmişlerdir. İzlemeyenler ise biraz sabredecekler.

Film 1860’larda patlak veren Amerikan iç savaşının son bir kaç ayını kapsıyor. Bu kanlı savaş 600 bin genç insanın canına mal olmuş, köleci Güney uzatmaları oynamakta ama bir türlü pes etmemekte, her iki tarafta da kayıp sayısı her gün artmaktadır. İkinci başkanlık dönemini sürdürmekte olan Cumhuriyetçi Abraham Lincoln bitirici bir hamle tasarlar: Anayasa’da değişikliği giderek köleliği ilga etmek. Bu o güne kadar ABD anayasasında yapılan 13 değişiklik olacaktır. Tarihe de kısaca ’13. Amendment’ olarak geçmiştir. Anayasa’da kölelik kalkarsa, iç savaşın da sonu daha çabuk gelecektir.

Abraham Lincoln bakanlarıyla tartışıyor
Ancak önemli bir sorun vardır. Köleliği kaldırmak isteyen temsilci (milletvekili) sayısı gerekli çoğunluk için yeterli değildir. 20 oya ihtiyaç vardır. Bazı hükümet üyeleri havlu atmaya hazırdır. Lincoln diretir. Tek yol 13. Amendment’a karşı çıkan temsilciler arasından 20 tanesini satın almaktır. Bu işlerde uzman karanlık adamlardan küçük bir ekip oluşturulur. Zayıf halkalar tespit edilir. Kimine mevki vaadiyle, kimine rüşvetle, kimine baskıyla oylama günü “doğru oy kullanmaları” sağlanmaya çalışılır. Ancak oylama gününe kadar 20 oyun sağlanıp sağlanamadığı kesinleşmez.

Köleliği kaldırmak için gereken oy miktarı sağlanmaya çalışılırken Abraham Lincoln Güney’den gelecek bir barış heyeti ile görüşmeye zorlanır. Lincoln itiraz etmez. Aksi takdirde kendi cephesi de fire verecektir. Ama kurnazca bir yol izler. Güneyli barış heyeti ile görüşmeyi kabul eder ama heyeti yolu üzerinde bir noktada (o zamanlar malum uçaklar yok) oyalamaya karar verir. Ama esas kritik nokta, böyle bir heyetin varlığını parlamentodan gizlemesidir. Çünkü şeffaf davranırsa 13 Amendment’a karşı çıkan cephe oylamayı barış görüşmelerinin sonrasına erteletmek isteyecektir.
Thaddeus Stevens kürsüde

Nitekim korkulan olur. Tam oylama günü barış heyetinin Washington yolunda olduğu bilgisi sızar. Temsilciler Meclisi salonunda kıyamet kopar. Köleciler “oylamayı erteleyin” diye tempo tutmaya başlarlar. Bir ulak nefes nefese durumu Başkana bildirir. O da yuvarlak lafların ardına gizlenerek heyetin varlığını inkar eder. Oylamadan önce, köleciliğe karşı çıkan cephede radikallerin liderliğini yapan Cumhuriyetçi Thaddeus Stevens “Hayırcı” cephenin sözcüleri tarafından kürsüye davet edilir. Amaçları, sadece köleliğin kaldırılması için değil siyahlara tüm haklarının verilmesi için de mücadele eden Stevens’ı siyasal görüşlerini tüm çıplaklığıyla açıklamaya zorlamaktır. Kölelik taraftarları bu yolla “Evet” cephesini bölmeyi planlamaktadırlar çünkü bu cephenin içinde pek çok temsilci köleliğe karşı olmakla birlikte siyahlara tüm haklarının (örneğin oy hakkı) verilmesine karşıdırlar.

Thaddeus Stevens’ın kürsüde yaşadığı vicdan azabı filmin en dramatik sahnelerinden birini oluşturuyor. Görüşlerini tüm açıklığıyla dile getirse oylama kaybedilecek ve kölelik daha uzun yıllar devam edecek. Gizlese kölelik kalkacak ama Thaddeus da kendini bir bakıma inkar etmiş olacak. Tabi ki ikinci yolu tercih eder ve “Evet” cephesi az bir fakla oylamayı kazanır.

İç savaş günlerinde yaşıyor olsaydık köleliğin kaldırılması ve iç savaşın bir an önce bitirilmesi amacıyla da olsa siyasal ahlakı bir ölçüde çiğnedikleri için Abraham Lincoln’e ve Thaddeus Stevens’a karşı mı çıkardık yoksa, doğrusunu yaptılar mı derdik? Ben şahsen çok iyi yaptılar derdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder