5 Haziran 2013 Çarşamba

Anlamak mümkün değil

Demokrasi dersi
Türkiye’nin son birkaç gün içinde geldiği nokta akıllara durgunluk veriyor. Taksim Gezi Parkı’nın yok edilerek yerine dikkate değer bir mimari özelliği dahi olmayan eski bir kışlanın yapılarak İstanbul’un kalbinin taş bloklarla boğulmasına karşı çıkan vatandaşların sabahın köründe polis şiddetine maruz kalmaları büyük bir protesto hareketini tetikledi. Başbakan Yardımcısı ve Başbakan Vekili Bülent Arınç’ın dün Köşk’ten çıktıktan sonra yaptığı açıklamada da kabul ettiği gibi, polis gereksiz aşırı şiddet kullandı. Bu akıl dışı saldırıya kimin karar verdiği halen belli değil. Buna karşılık AK Parti iktidarının, muhalefetin bugüne dek başaramadığını başararak karşısında geniş bir sivil koalisyon oluşturduğu açık. 

‘Gezi Parkı protestosu’ olayının nihai sorumluluğu hükümetindir. Ancak olayların bu noktaya gelmesinde Sayın Başbakan’ın başkanlık inadından tutun, Topçu Kışlası projesini şahsileştirmesine ve en önemlisi kibirli ve kışkırtıcı üslubuna kadar pek çok etkenin rol oynadığı konusunda geniş bir görüş birliği var. Başbakan bir süredir odaklanması gereken barış süreci ve onun ayrılmaz parçası olan demokratik reformlara odaklanmayı bırakmış, gerilimi tırmandırmakla meşguldü. Alkol satışına sınırlamalar getiren yasayla ilgili tartışmayı tamamen endazesinden çıkarmak, 3. köprüye Yavuz Sultan Selim ismini vererek, amacı bu olmasa da, Alevi yurttaşları kışkırtmak gibi çıkışlarla katı siyasal pozisyonları olmayan milyonlarca bağımsız seçmeni kızdırmayı başardı Sayın Erdoğan. 

Güven kaybı 
Ancak gelişmeler toplumsal düzeyle sınırlı kalmadı. Pazartesi günü borsa endeksi rekor düzeyde (yüzde 10) düştü. Yüzde 5’e gerilemiş olan faizler yüzde 6,5’e fırladı. Merkez Bankası’nın gevşettiği faizlerin bir miktar sermaye çıkışına neden olması bekleniyor, hatta Türk Lirası’nın bir miktar değer kaybetmesi için arzu bile ediliyordu. Buna karşılık piyasaların verdiği aşırı tepki, olsa olsa yatırımcıların AK Parti hükümetinin ülkeyi iyi yönetme kabiliyetinden şüphe duymaya başlamaları ile açıklanabilir. Oysa AK Parti iktidarının ekonomideki en önemli kozu, ekonomik aktörlerin güvenini kazanmış olmasıydı. 

Şimdi Başbakan bu güveni sarsmak için adeta çabalıyor. Benim aklımın ermediği nokta burası. Bir iktisatçı olarak Başbakan’ın itici üslubunun ardında akılcı bir gerekçe arıyorum ama bulamıyorum. Başbakan muhafazakâr çıkışlarla İslamcı tabanını muhafaza mı etmek istiyor? Bu bana pek akılcı gözükmüyor, çünkü diğer yandan muhalefete güvenmeyen ve AK Parti’nin şimdilik en iyi alternatif olduğunu düşünen bağımsız seçmenlerini uzaklaştırma ihtimalini gündeme getiriyor. Pek çok AK Partilinin bu riskin farkında olduğunu biliyorum. 
Barış süreci ya da ekonomi kötü gidiyor da bu nedenle mi Başbakan gündem değiştirmek istiyor desek o da değil. Barış süreci şimdilik sorunsuz gidiyor ve ilerlemek için AK Parti’nin ceza yasası, seçim sistemi, siyasal partiler yasası gibi demokratik adımları gündeme getirmesini bekliyor. Ama ne yazık ki Başbakan’ın çıkışları barış sürecini de tehdit etmeye başladı. Bir yandan âkil adamlarla sürece toplumsal desteği arttırmaya çalışırken diğer taraftan bu desteği dağıtan bir siyaset izliyor Sayın Başbakan. Ekonomide de durum çok farklı değil. Gerçi ekonomik gidişat, Başbakan’ın sandığı kadar parlak değil ama büyük bir sorun da görünmüyor, en azından orta vadede... Oysa Sayın Başbakan yatırımcıları da endişelendirmeyi başardı. Beklentiler bozulmaya başlarsa seçimlerin arifesinde durup dururken küçük çaplı bir kriz bile yaşanabilir. 

Peki, Başbakan ne yapmaya çalışıyor? Anlamakta güçlük çekiyorum. Olay iktisadın çerçevesini ve siyasal akılcılığı aşmış görünüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder