26 Şubat 2014 Çarşamba

Çıkış sandıkta

Bugün AB’deki gelişmeler ve Türkiye’nin muhtemel üyeliği üzerine yazmaya karar vermiştim. Ama Pazartesi akşamı patlayan ses kayıtları bombasını görmezlikten gelmek mümkün değil. AB konusuna kısaca deyinip sadete geleyim.  AB’nin yeniden kurulması gündemde. Avrupa Parasal Birliği’nin (Euro Alanı) federal bir yapıya dönüştürülmesi siyasal liderler ve uzmanlar tarafından açıkça savunuluyor. Federal yapı demek ekonomide ve siyasette ileri düzeyde bütünleşmiş bir birlik demek. Başta İngiltere olmak üzere her AB üyesi Para Birliği’ne dahil olmayacağından, federal çekidek ile bu çekirdeğin dışında kalan üyeler arasındaki ilişkileri düzenleyecek yeni bir sözleşme gerekiyor. Yeni sözleşmenin Türkiye’nin üyeliği açısından yeni bir paradigma oluşturacağına kuşku yok. Daha fazlasını merak eden okurlar blogumdaki “Remaking Europe and Turkish membership” yazıma göz atabilirler.
            Gelelim Başbakan ile oğlu Bilal arasında geçtiği iddia edilen ses kayıtlarına. Herkes gibi “tapeleri” ben de okudum. İnanılır gibi değil. Bu kayıtların doğruluğunun ya da Başbakan’ın iddia ettiği gibi “montaj” olduğunun yakın gelecekte kanıtlanabileceğini sanmıyorum. Türkiye böyle bir kanıtlamaya elverişli hukuk sisteminden yoksun. İlerde birgün belki gerçeği öğreniriz. Bu köşede ancak bu şokun ekonomik ve siyasal etkilerini tartışabilirim.
            Şokun piyasa üzerinde abartılı bir etki yapmadığı görülüyor. Bu satırların yazıldığı  sırada döviz kurundaki artış yüzde 1’in biraz üzerinde, borsadaki düşüş de yüzde 2,5 civarındaydı. Yüzde 11 düzeyindeki gösterge faizde ise hemen hemen hiç değişiklik yoktu. Bu rakamlar yabancıların panik halinde çıkmadığını gösteriyor. Ancak yabancı yatırımcıların, özellikle kurumsal yatırımcıların karar almaları  gecikmeyle oluyor. Şokun piyasalar üzerindeki etkisini görmek için biraz daha beklemek gerekebilir. Yine de ekonomik kurumlarımızın siyasal şoklara direnci takdire şayan.

Güven kaybı

Buna karşılık tüm ekonomik aktörlerin Hükümet’in ekonomiyi yönetme kabiliyetine dair zaten sarsılmış olan güvenlerinin iyice düşeceğini tahmin ediyorum. Yıl başında ilk çeyreğin kaybedildiğini dillendirmeye başlamıştım. Artık şüphem kalmadı. Ama esas tartışılması gereken konu Başbakan ve yakın çevresine yönelik rüşvet ya da kara para, her neyse, iddialarının orta vadede yapacağı etkiler. Türkiye ekonomisi FED’in dayattığı yeni koşullar altında zaten yeterince sorun yaşamaya başlamıştı. Büyümenin en az bir kaç yıl düşük kalacağı konusunda geniş bir görüş birliği vardı. Oysa şimdi büyüme hızının daha da düşmesi gündemde. Bu yıl için yüzde 2,5 civarında bir büyüme tahmin ediyordum. Bu saatten sonra aşağısı benim için sürpriz olmaz.  AKP hükümetinin Dünya ekonomisi ile bütünleşmiş bir ekonomiyi şeffaf, hukuk devletine ve demokrasiye bağlı kurallar çerçevesinde yönetebileceğine dair yerli ve yabancı yatırımcıların derin kuşkulara kapılmaları işten bile değil.

Bu kötü ve tehlikeli gidişattan bizi ancak sandık kurtarır. Ortaya çıkan vahim ve ciddi iddiaların doğruluğuna ya da uydurulduğuna inanıp inanmamak sağduyuya, daha çok da siyasal pozisyonlara kalmış görünüyor. Çoğu seçmen neye inanmak istiyorsa ona inanacak. Yine de iddialar AKP’nin demir çekirdeği dışında kalan ve halen neye inanacağını bilemeyen seçmenleri üzerinde etki yaratabilir. Bu seçmenlerin bir kısmı daha muhalefet partilerine yönelebilir, bir kısmı da sandığa gitmemeye karar verebilir. 30 Martta sandıktan çıkacak sonuçlar raydan çıkan demokrasiyi ve ekonomiyi tekrar rayına oturtacak bir süreci başlatamazsa, siyasal savrulmalarla bezenmiş uzun erimli bir durgunluğa hazır olun.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder