21 Mayıs 2014 Çarşamba

Soma faciasının düşündürdükleri

Geçen hafta Çarşamba bu köşede TL’nin değerlenmesi ve buna karşı Merkez Bankası’nın muhtemel yanıtı üzerine düşüncelerimi paylaşmıştım. Salı günü yazıyı yazarken meğer Soma’nın bir kömür madeninde büyük bir iş cinayeti işleniyormuş.  Aradan bir hafta geçti. Cinayete dair gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. İnsan ister istemez geçenlerde kaybettiğimiz büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazaretsi” adlı romanını hatırlıyor. Biliyorsunuz roman “Önceden ilan edilmiş cinayetin öyküsü” alt başlığını taşır.
            Evet, facia geliyorum demiş. 301 madencinin canı pahasına kömür madenlerimizin nasıl çalışma güvenliği hiçe sayılarak işletildiğini, nasıl bir sömürü düzeninin kurulmuş olduğunu, Türkiye’nin 1998’de yürürlüğe giren Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Maden Güvenlik ve Sağlık Konvansiyonu” nu imzalamamakta direndiğini, faciadan 20 gün önce muhalefet tarafından Meclis’e verilen soru önergesinin iktidar tarafından geçiştirildiğini öğrendik.
AKP yönetme kabiliyetini kaybediyor

            Ama Soma trajedisi bize bir başka şey daha öğretti. Kendi payıma konuşayım, Gezi olayları ve rüşvet skandalından beri hissetmekte olduğum bir olgu Soma’da adeta ete ve kemiği büründü.  Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı Türkiye’yi asgari demokrasi ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde yönteme kabiliyetini giderek kaybediyor. İlk günlerde Başbakan’ın ve ilgili bakanların facia karşısında gösterdikleri tepki ibretlikti.  Başbakan kömür madenlerinde ölümün işin doğasında olduğunu savundu. Öfkenin doruğa ulaştığı Soma’da halktan tepki gördü. Kontrolden çıkıp bir vatandaşı tokatladı.  Korumaları ’da dövdü. Başbakanın gayretli bir danışmanı da iki polisin yere yıktığı bir başka vatandaşı tekmelerken kayda geçti.
İlgili bakanlar bize yanan madenin nasıl örnek bir işletme olduğuna, düzenli ve başarılı (!) bir şekilde denetlendiğini, dolayısıyla kazanın kaçınılmazlığına inandırmaya çalıştılar. Tokadı ve tekmeyi yiyenlerinden kışkırtıcılardan ibaret olduklarını ve gördükleri muameleyi hak ettiklerini iddia ettiler. Ancak gerçekler ortaya çıktıkça bu savunma pozisyonunu sürdüremediler.
Şimdi tüm sorumluluğu lanet madeni işleten şirketin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Meclis’e araştırma önergesi veriyorlar. ILO sözleşmesini imzalamaya hazırlanıyorlar.  Şirketin büyük sorumluluk taşıdığına şüphe yok. Ama faciadan bir o kadar da 10 yıllık iktidarları döneminde ILO sözleşmesini imzalamayı reddeden, ne pahasına olursa olsun daha fazla kömür politikası güdüp, kömür madenlerinde yaşanmakta olan güvenlik sefaletini görmezlikten gelen AKP iktidarı sorumludur.

Cumhurbaşkanı seçimi

Burada elbette siyasal sorumluluk söz konusu. Bizde görevi ihmalden istifa etmek diye bir gelenek olmadığından cezayı kesmek seçmene kalıyor. Önümüzdeki ilk olarak cumhurbaşkanlığı seçimi var. Soma faciasına rağmen Başbakanın adaylıktan vazgeçeceğini hiç sanmıyorum. Peki seçilebilir mi? Soma faciası şansını azaltmış olabilir mi? Bu soruların yanıtı iki başka sorunun yanıtına bağlı: Bir, AKP’ye daha çok siyasal istikrar, ekonomik performans, sosyal yardımlar gibi nedenlerle oy veren ama ideolojik olarak da kendini bu partiye bağımlı hissetmeyen “bağımsız’ seçmenler “bu kadarı da fazla” derler mi?  İki, CHP’nin adayı ikinci turda MHP ve BDP’nin adaylarına oy veren seçmenlerin kahir ekseriyetinin desteğini alabilir mi?

    Açıkçası bir tahminde bulunamıyorum. Sayın Erdoğan’ın ikinci turda seçilme ihtimalini halen yüksek görüyorum. Ama şu soruları da sormadan edemiyorum: Öfkesini kontrol edemeyen, nefret söylemiyle Türkiye’yi ortasından ikiye bölen, mutlak iktidarı arzulayan bir siyasi lider “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini” nasıl temsil edecek? “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını” nasıl gözetecek? (Bkz Anayasa 104. Madde). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder