29 Eylül 2014 Pazartesi

Merkez Bankası direniyor ama yetmez

Para Politikası Kurulu (PPK), perşembe günü yaptığı aylık toplantısında hiçbir faiz oranını değiştirmedi.
Oysa, finans piyasasında PPK’nın yüzde 11,25 olan gecelik borç verme faizinde en azından 25 baz puanlık  indirime gideceğine dair beklentiler bir hayli yaygındı. Gerçi Merkez Bankası bankalara parayı esas olarak yüzde 8,25 olan politika faizinden (bir haftalık repo faizi) verdiğinden bu nispeten göstermelik bir indirim olacaktı ama yine de faiz indiriminde ısrar eden etkili siyasilere göz kırpılmış olacaktı.
Merkez Bankası yönetimi taviz vermeyerek doğrusunu yaptı. Tüm göstergeler para politikasında sınırlı bir gevşemeye dahi yer olmadığına işaret ediyorlar. Hatırlatmakta yarar var: Çekirdek enflasyon yüzde 9’un üzerinde direnç gösteriyor. Enflasyon beklentileri Merkez Bankası’nın yüzde 7,6 olan yıl sonu tahminini fazlasıyla aştı. Gösterge piyasa faizi (iki yıllık tahvilin faizi) yüzde 9’un üzerinde seyrederken Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8,25’te duruyor. Türkiye risk primi (5 yıllık CDS primi) artmaya devam ederek 195 baz puana yükseldi. Sepet kur (0,5 dolar + 0,5 Avro) 2,57’ye çıktı.
Bu koşullarda PPK’nın para politikasında harhangi bir gevşeme sinyali vermesinin ters tepeceği aşikârdı; Türk Lirası’nda değer kaybı hizalanacak, enflayon beklentileri rayından çıkacaktı. Ama buna rağmen pek çok analist PPK’nın bir “jest” yapabileceğinden söz ediyordu. Bu vahim bir durum çünkü Merkez Bankası’nın para politikasını bağımısız bir şekilde yürüteceğine ve enflasyonu yüzde 5’e indireceğine dair piyasa inancının ne kadar zayıfladığını gösteriyor.
Bu zafiyete işaret eden tipik bir örneği paylaşmak isterim. PPK toplantısından hemen önce UniCredit Research’ten Carlos Diaz, yayınladığı yorumda, temel göstergeler itibarıyla PPK’nın neden faiz indirimine gitmeyeceğini ya da gitmemesi gerektiğini anlattıktan sonra şöyle diyordu: “Genel seçimler yaklaşırken, Merkez Bankası’nın faizleri indirmesine yönelik hükümet yetkililerinin baskıları yoğunlaşacaktır; yavaşlayan ekonominin seçim maliyeti taşınamayacak kadar yüksek olabilir.”
Benzer bir görüşü bu köşede sık sık dile getiriyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şubat ayından itibaren Merkez Bankası üzerinde alenen siyasal  baskı kurmasının, üstelik bu baskıyı temel ekonomi ilkeleri ile bağdaşmayan argümanlara dayandırmasının maliyeti yavaş yavaş ortaya çıkıyor. PPK’nın mayıs ve haziran aylarında politika faizinde yaptığı toplam 125 baz puanlık indirimi destekledim. Bu indirimlerin mantığı vardı. Ancak temmuz ayında 50 baz puanlık üçüncü bir indirim için marj yoktu. Böyle bir indirimi piyasalar bekliyordu çünkü cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası Merkez Bankası üzerindeki baskıyı ağırlaştırmıştı. Yanlış olacağını söyledim. Ama tutarsız gerekçelerle indirim yapıldı. Ogün bugündür döviz kuru yükselişte, yüzde 8’in biraz üzerinde olan piyasa faizi de yüzde 9’un üzerine çıktı. Bu yetmedi ağustosta gecelik borç verme faizi 75 baz puan indirildi. Gerçi bu indirimin para politikasının sıkılığı üzerinde fazla etkisi yoktu ama yine de banka kredi miktarının son iki aydır artmakta olduğunu, halen yılık artışın yüzde 20’yi geçtiğini, oysa Merkez Bankası’nın hedefinin bu artışı yüzde 15’te tutmak olduğunu hatırlatmak isterim.

Kanaatim odur ki, “faizleri yükselttiğin gibi indir” ültimatomları Merkez Bankası’nın kimyasını bozdu, ekonomik havayı da bulandırdı. Eğer Davutoğlu başbakan olurken tercihini Babacan’dan yana yapmasaydı emin olun ortalık iyice karışacaktı. Ancak Babacan çıpası yapılan tahribatı gidermeye yetmez. Merkez Bankası ve hükümet, enflasyon, kur ve büyüme konusunda nasıl bir görüşe sahip olduğunu açık biçimde ortaya koymalı ve gereğini yapmalı.
Not: Bu yazı 26 Eylül 2014 tarihli Zaman'da yayınlanmıştır

25 Eylül 2014 Perşembe

İşsizlikte büyük artış

Geçen hafta yayınlanan haziran dönemi işgücü istatistikleri işsizlikte yeni bir döneme girilmekte olduğunun işaretlerini verdi.
Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı mayıs döneminde yüzde 9,2’den 9,5’e sıçramıştı. Haziran döneminde ise yüzde 9,9’a ikinci bir sıçrama yaptı. Tarım dışı işsizlik oranlarında artış daha da yüksek: Nisan döneminde yüzde 11,1 olan oran mayıs döneminde 11,5’e, haziran döneminde de 12’ye tırmandı. Bu çarpıcı gelişmenin ana nedeni istihdamdaki gerileme. İki ayda tarım dışı istihdam 40 bin azaldı. Buna karşılık işgücü 189 bin arttı. Sonuçta iki ay içinde işsiz sayısı 2 milyon 546 binden 2 milyon 775 bine fırladı ve işsizler ordusuna 229 bin kişi daha eklenmiş oldu.
İşsizlikte iki ayda 0,9 puanlık artış ekonomik kriz dönemleri dışında alışıldık bir olgu değildir. İşgücü piyasasında yeni eğilimlerin ortaya çıkıp çıkmadığı, çıktıysa işsizliğin nereye varacağı, gidişatın muhtemel siyasal sonuçları irdelenmek durumundadır.
2013’ün birinci çeyreğinden 2014’ün birinci çeyreğine GSYH yüzde 4,6 oranında arttı. Türkiye ekonomisinin mevcut koşullarında oldukça yüksek sayılabilecek bu büyüme oranı tarım dışı sektörlerde makul olmayan ölçüde istihdam yarattı. Nitekim bu dönemde istihdam artışı 1 milyon 179 bin, artış oranı da yüzde 5,1 oldu. İstihdam artışı GSYH büyüme oranından daha yüksek oldu! Aynı dönemde işgücü de yüzde 5,4 oranında arttığından işsiz sayısı 196 bin arttı, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 10,8’den 11,1’e yükseldi.
Yüksek işgücü ve yüksek istihdam artışları bir arada düşünüldüğünde işsizliğin sınırlı ölçüde artması kuşkusuz olumlu bir gelişmeydi. İstihdam büyümesi ekonomik büyümeden daha yüksek olduğundan madalyonun diğer yüzünde emek verimliliğinin azalması var ama konumuz işsizlik olduğundan bu tatsız gelişmeyi geçelim. Bu yılın ikinci çeyreğinden itibaren işgücü piyasasında hava bozdu. Yukarıda da belirttiğim gibi işsiz sayısındaki iki aylık artış, öncesindeki bir yıllık artıştan daha yüksek.
Peki ne oldu? Gayet basit: Tarım dışı işgücünün yılık artış temposu son iki ayda yüzde 4,9. Bir miktar yavaşlama var ama işgücünde yüksek artış devam etmiş. Buna karşılılık tarım dışı istihdam azalmış. İnşaat sektöründe son iki ayda 100 bin, sanayide ise 40 bin istihdam kaybı var. Hizmetlerde 100 binlik istihdam artışı bu kayıpları telafi etmeye yetmiyor. İstihdamdaki bu gerileme bir ölçüde ikinci çeyrekte ekonominin küçülmesi ile açıklanabilir. Nitekim, ikinci çeyrekte GSYH yüzde 0,5 azaldı. Yıllık büyüme oranı da yüzde 4,7’den 2,1’e geriledi. İnşaatta büyük sorun yaşanmakta olduğunu istihdam kayıpları teyit ediyor. Sanayide ise büyümenin az da olsa devam etmesine rağmen istihdam kaybı, yüksek istihdam yaratan büyümenin sonuna geldiğimizin işareti olabilir.
Önümüzdeki dönemde büyümenin bir miktar yükselmesi bekleniyor. Ancak yüzde 3 civarında bir büyümeyle birlikte makul istihdam artışlarına dönüş olacaksa, işsizlik artmaya devam edecek demektir. Betam’ın işsizlik öncü göstergesi işsizliğin temmuz döneminde de artacağını öngörüyor. Bu koşullarda işgücü artışında yavaşlama kaçınılmaz olsa da işsizliğin önümüzdeki aylarda artmaya devam etmesi sürpriz olmayacak.

En geç haziran ayında yapılacak genel seçimlerde referandum çoğunluğunu elde etmeyi hedefleyen iktidar partisi, ki bu yüzde 50’nin üzerinde oy almayı gerektirir, son derece tatsız bir gelişmeyle karşı karşıya. İşsizliğin artmasına seyirci kalması düşünülemez. Ancak makroekonomik dengeleri bozmadan ekonomik büyümeyi  artırması da çok zor. Bakalım AKP iktidarı hızla artmaya başlayan işsizliğe ne tepki verecek?
Not: Bu yazı 23 Eylül 2014 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanmıştır

23 Eylül 2014 Salı

‘Allah, akıllı toplumları korur’

Geçen hafta perşembe günkü yazıma (“Büyümede sürpriz düşüş”) genç bir meslektaşımdan ilginç bir tepki aldım. Meslektaşım, yolladığı elektronik postada “Hocam neden sizin için sürpriz oldu ki, taksi şoförü size söylemişti.” diyor. Olayı hatırlatmak için de ocak ayında Today’s Zaman’da yayımlanan yazımı eklemiş.
17 Ocak tarihli yazımda Merkez Bankası’nın o tarihte alıp başını giden döviz kuruna karşı vermesi gereken tepkiyi tartışmışım. Yazıya giriş olarak da bindiğim bir taksinin beni tanıyan şoförü ile yaptığım sohbeti kullanmışım. Yazıyı tekrar okuduğumda, sohbetin o tarihteki güncel ekonomi tartışmasının ötesinde düşündürücü bir yanı olduğunu fark ettim.
Şoför arkadaş “Hocam ekonomi nasıl gidiyor?” diye sorunca ben de temkini elden bırakmayarak “Pek iyi değil.” yanıtını veriyorum. Şöför “Çok kötü gidiyor.” diye tepki gösteriyor. Neden böyle düşündüğünü sorunca da, yılbaşından beri cirosunun yüzde 40 azaldığını, siyasal kriz böyle giderse (yolsuzluk soruşturmalarının yarattığı gerilimi kastediyor) işin iç savaşa kadar gidebileceğini söylüyor. Doğal bir tepkiyle “Allah korusun!” diyorum. Şoför arkadaş gerçekten düşündürücü bir yanıt veriyor: “Hocam, Allah akıllı toplumları korur.”
Bu iddialı ifade Türkiye’nin yaşamakta olduğu bunalımı biraz yukarıdan bakarak tartışmak için vesile olabilir. Şoför arkadaş sadece kader ile özgür irade ilişkisinde ağırlığın insanın seçme özgürlüğünden yana olduğunu hatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumun yaptığı özgür siyasal tercihlerden sorumlu olduğunu da ima ediyor. Biraz açarak söylersek, sorunlarının yeterince bilincinde olmayan, bunun sonucu olarak yanlış ya da kifayetsiz çözümleri savunan siyasetçileri iş başına getiren toplumların başlarının beladan kurtulamayacağını, bu konuda Allah’tan yardım beklemenin boşuna olduğunu ima ediyor şöför arkadaş.
Haddim olmayarak dış poltikadan başlayalım. Ortadoğu’da yapılan yanlış hesaplar Şam’dan döndü.  Esad kalıcı. Suriye’de iç savaşın daha uzun süre devam etmesi bekleniyor. Kucağımızda bulduğumuz 2 milyona yakın kalıcı mülteci ile nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Batılı müttefiklerimiz ile aramız giderek açılıyor. Wall Street Journal “ABD’nin Ankara’da müttefiki artık yok.” diye manşet atabiliyor. Bölgede oyun kurucu olacaktık, şimdi seyirci olduk. Temel anlaşmazlıklarda yapıcı rol oynama kabiliyetimizi yitirdik.
İç siyasette hükümet birinci önceliği “Paralel yapıyla mücadele”ye vermiş durumda. Bu uğurda polis teşkilatı hallaç pamuğu gibi atılıyor, siyasal mahkemeler kuruluyor, Anayasa’ya aykırılığı aşikâr yasalar çıkartılıyor. Beğenilmeyen yargı kararları yargı mensuplarını kıyasıya eleştirmenin vesilesi oluyor. HSYK’ya istenilen formatı vermek için havuç ve sopa politikası izleniyor. İkinci öncelik başkanlık sistemi. AKP ne pahasına olursa olsun genel seçimlerde referandum çoğunluğunu elde etmek istiyor. Bu saplantının altından ne gibi hukuksuzluklar çıkacak ileride göreceğiz. Tutunulacak tek dal barış süreci. Kürt sorununa kalıcı bir çözüm için gösterilen çabaları destekledim, desteklemeye devam ediyorum. Umarım AKP en azından bu sorunu çözmeyi başarır.
Ekonomiye gelince. Gidişat hiç parlak değil. Büyüme düşük, işsizlik artıyor. Faizlerle oynayarak büyümenin artmayacağı gerçeği şimdilik kabul edilmiş görünüyor. Bu iyi ama yapısal reformlar yapılamıyor. Bu yetmezmiş gibi devlet eliyle banka batırma teşebbüsü (Bank Asya olayı)  ve epeydir siyasal silah olarak kullanılan fazlasıyla gayretkeş vergi incelemeleri, yatırımcı güvenini sarsıyor.

Şoför arkadaşın dediği gibi akıllı olmak zorundayız.

2023 hedeflerini sorgulamak

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) temel propaganda malzemesi 2023 vizyonu.
Bu vizyonun siyasal hedeflerini tartışmak zor. Dilin kemiği olmadığı gibi “ileri demokrasi” gibi büyük iddiaların hesaba kitaba gelir tarafı yok.  Ama ekonomik hedefler öyle değil. Türkiye ekonomisinin temel özelliklerine vâkıfsanız, biraz hesap kitap yaparak 2023 ekonomi vizyonunun gerçekçi olup olmadığını kolayca sorgulayabilirsiniz.
2023 hedefleri üç yıl önce yüksek büyüme ortamında ortaya atılmıştı. O günden bu güne Türkiye ekonomisi beklenenden daha kötü bir büyüme performansı sergiledi.  Ama AKP ısrarla 2023’te GSYH’yı 2 trilyon dolara ulaştıracağını, bu sayede kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseleceğini, işsizlik oranını da yüzde 5’e düşüreceğini iddia ediyor.
GSYH, 2013 yılında 822 milyar dolardı. Bu yıl en iyi ihtimalle nominal olarak yüzde 12 artacak (yüzde 4 reel artış + yüzde 8 enflasyon). Nominal artıştan Türk Lirası’nın 2013 Haziran’ından 2014 Haziran’ına yüzde 10’luk değer kaybını bu artıştan çıkarmak gerekiyor. Demek ki bu yıl dolar cinsinden GSYH en iyi ihtimalle yüzde 2 artarak yuvarlak hesap 840 milyar dolara yükselecek. Bileşik büyüme hesabı GSYH’nın 2023’te 2 trilyon doları bulması için her yıl dolar cinsinden ortalama büyüme hızının yüzde 10 olması gerektiğini gösteriyor.
Türk Lirası’nın reel değerinin 2023’e kadar değişmeyeceğini kabul edersek, dolar cinsinden GSYH artışı reel büyüme oranı ile dolar enflasyonunun toplamına eşit olur. Merkez Bankası mevcut reel kurun yeterince rekabetçi olduğunu düşünüyor. Bu düşünceyi kabul edelim ve Türk Lirası’nın reel değerini koruyacağını (reel kur endeksi 110 civarında kalacak) kabul edelim. Yıllık dolar enflasyonunu yüzde 2 alırsak, reel kurun değişmeyeceği varsayımı altında bile reel GSYH artışının yıllık ortalamasının yüzde 8 olması gerekiyor. Bu artış hızı Türkiye ekonomisinin potansiyel büyümesinin fazlasıyla üzerinde. Türkiye ekonomisi son 2,5 yılda ortalama yüzde 3,5 civarında büyüdü. Bu dönemde verimlilik artışlarının büyümeye katkısı sıfır oldu.
“Peki senin 2023 tahminlerin nedir?” diye sorabilirsiniz. Baz senaryomu özetleyeyim: Zor ekonomik reformların yapılabileceğini sanmıyorum. Kayırmacılıktan ve hukuk dışı uyglamalardan vazgeçilirse yatırım ortamı bir miktar iyileşir, orta verimlilik artışı da 1 yüzde puan civarında olabilir. Bu koşullarda GSYH gelecek 9 yılda ortalama yüzde 4 civarında büyüyebilir. Dolar enflasyonu için yıllık yüzde 2 artış ekleyebiliriz. Dolar cinsinden ortalama GSYH artışı yüzde 6 eder. Bu tempoyla GSYH 2023’te 1,4 trilyona, kişi başına gelir de 16 bin dolara çıkar. Eğer, AKP ekonomide köklü reformlar yaparak verimlilik artışını 2 yüzde puana çıkartabilirse, GSYH 9 yılda 1,5 trilyon dolara, kişi başına gelir de 18 bin dolara ulaşabilir. Yapılabileceğinin en iyisi bundan ibarettir.

İşsizliğe gelince. Ortalama yüzde 4 reel büyüme ve ortalama 1 yüzde puanlık verimlilik artışı çerçevesinde istihdamın ortalama yüzde 2,5 artacağını tahmin edebiliriz. Bu artışın nispeten yüksek bir büyüme-istihdam esnekliği (yüzde 62) varsaydığını not edelim. Daha yüksek verimlilik artışları sayesinde reel büyüme yüzde 5’e yükselse bile istihdam artışının değişmeyeceğini belirteyim. Yüzde 2,5’lik istihdam artışı ancak işgücü artışını karşılar. Bu durumda 2023’te Türkiye işgücü piyasasında toplam istihdamı 32,6 milyon, toplam işgücünü 35,8 milyon, işsizilk oranını da  yaklaşık yüzde 9 olarak hesaplıyorum. Mevsim etkilerinden arındırılmış işsizilk oranı mayıs döneminde yüzde 9,5’e yükselmişti. Açıkça görülüyor ki, bırakın yüzde 5’i, işsizliği yüzde 8’e indirmek için bile daha yüksek büyüme şart.

11 Eylül 2014 Perşembe

Büyümede sürpriz düşüş

Zaman’da yazmaya başlayalı düşük büyümeden çok söz ettim. Betam olarak 2. çeyrek büyümesini yüzde 3,1 olarak tahmin ettiğimizi de biliyorsunuz. Oysa, dün açıklanan büyüme rakamı sadece Betam’ınkini değil tüm tahminleri alt etti; TÜİK 2. çeyrekte GSYH büyüme oranını yüzde 2,1 olarak açıkladı. Birinci çeyrekte büyüme yüzde 4,3 olarak gerçekleşmişti. Ortaya çıkan büyük düşüşün nedeni çeyrekten çeyreğe Türkiye ekonomisinin yüzde 0,5 daralması.
    Büyümedeki gidişatı mevsim etkilerinden arındırılmış çeyrekten çeyreğe gelişmeler gayet iyi açıklıyor. Tüm göstergeler kırmızıda: Özel tüketim yüzde 0,4, özel yatırımlar yüzde 0,7, kamu yüzde 3,3, mal ve hizmet ihracatı yüzde 0,7 düşmüş. Bir süredir azalmakta olan ithalat ise yüzde 1,3 artmış. Böylelikle net ihracatın büyümeye katkısı da negatife dönmüş durumda.
    Bundan sonra büyüme ne olur? Doğrusu milyarlarca dolarlık zor bir soru. 3. çeyrekte büyümenin bir miktar yükseleceğine dair kimi göstergeler yok değil. Sanayi üretim endeksi temmuzda önceki aya kıyasla yüzde 1,8 arttı. Ara malı ithalatı da artışta. Son aylarda düşen kredi faizlerinin iç talebi bir ölçüde canlandırmakta olduğu anlaşılıyor. Buna karşılık dolar güçlenirken Euro’nun zayıflaması, aynı zamanda da Ortadoğu’ya ihracatımız düşerken Avrupa ekonomisinin durgunluk belirtileri göstermeye başlaması hayra alamet değil. 2. çeyrekte Euro Bölgesi’nde büyüme yüzde 0 oldu. Avrupa’da büyüme oranları aşağıya doğru revize ediliyor.
    Bu ortamda iç talepte sınırlı bir canlanma ile birlikte büyüme hızının bir miktar yükselmesi mümkün görünüyor. İlk çeyrekte özel tüketim ve yatırımda daralma daha yüksekti. Kamu kesimi de bu sınırlı canlanmaya ölçülü bir destek verebilir. 2. çeyrekte sürpriz çok ama bence en büyük sürpriz kamu kesiminin yüzde 3,3 küçülmesi oldu. İlk çeyrekte kamunun büyümeye katkısı yüzde 1,4 olmuştu. Bir süre önce bu köşede bütçe performansının zayıflamakta olduğunu savunmuştum. Anlaşılan hükümet de bu tehlikenin farkında olarak 2. çeyrekte frene fena halde basmış. Bundan böyle freni bir miktar gevşetebilir. Bunun için bütçe yeterli manevra alanına sahip.
    Ancak büyüme bir miktar yükselse bile bu yıl için hedeflenen yüzde 4’lük büyümenin yakalanması mevcut koşullarda bir hayli zor görünüyor. Düşen büyümeye bağlı olarak işsizlik artmaya başladı. Mayıs döneminde (nisan-mayıs-haziran) mevsim etkilerinden arındırılmış genel işsizlik oranı yüzde 9,2’den 9,5’e, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 11,1’den 11,4’e yükseldi. Önümüzdeki pazartesi haziran dönemi işsizlik rakamları açıklanacak. Öncü göstergeler işsizliğin artmaya devam edeceğine işaret ediyor.
    Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı ilk kez ekonomide kalıcı bir bozulma ile karşı karşıya. Bu, kriz çıkacak anlamına gelmiyor. Mevcut para ve maliye politikaları buna izin vermez. Tabii eğer sürdürürlerse... Ancak yüksek enflasyon-düşük büyüme durumu ile yeni hükümetin nasıl baş edeceği açık değil. Tekrarlamaktan usandım ama yine hatırlatmak zorundayım. Esaslı yapısal reformlar yapılmadan yüksek enflasyon-düşük büyümenin deli gömleğinden kurtulmak mümkün değil. Seçimlere en fazla 8 ay kaldı. AKP ve cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık sistemine geçebilmek için mutlaka referandum çoğunluğunu (330+milletvekili) elde etmek istiyor. Bunun için AKP’ye yüzde 50’nin üzerinde oy lazım. Bu ekonomik gidişle yakalanması çok zor bir hedef.

    Bu koşullarda küllenmiş görünen iç talebi ne pahasına olursa olsun canlandırma tutkusunun yeniden depreşmesi pekâlâ mümkün. Yakında faiz tartışması geri dönerse şaşırmayın. Ekonomik gidişat aynı zamanda CHP için de fırsat doğuruyor. Tabii tutarlı ve inandırıcı bir ekonomik muhalefet ortaya koyabilirse.
(Bu yazı 11 Ağustos 2014'te Zaman'da yayınlanmıştır)

8 Eylül 2014 Pazartesi

hükümet programında büyüme ve işsizlik

Türkiye ekonomisi halen büyük bir sorunla karşı karşıya. Enflasyon fazlasıyla yüksek, büyüme ise düşük. Perşembe günkü yazımda enflasyonla mücadeleye öncelik vereceğini söyleyen Davutoğlu hükümetini yüzde 10’a yaklaşan enflasyonu yüzde 5’e düşürmek konusunda fazla ikna edici bulmadığımı belirtmiştim. Mali disiplinin sürdürülmesi enflasyonun alıp başını gitmesine engel olabilir ama düşürmeye yetmez. Bunun için kur istikrarı, kur istikrarı için de yüksek verimlilik artışları, yüksek verimlik artışları için de esaslı yapısal reformlar şart. Bu reformlar büyüme hızını yükseltmek için de gerekli.
2012 yılından itibaren uygulanmaya başlanan ‘dengeli büyüme’ stratejisini başından beri destekledim. Bu strateji özetle iç talebin dizginlenmesini, buna karşılık ihracatın ithalattan daha hızlı artması sağlanarak yüzde 10 gibi rekor düzeye çıkan cari açık/GSYH oranının aşağıya çekilmesi şeklinde tanımlanıyor. Orta Vadeli Program’a göre salt iç talebe dayalı yüzde 8’i aşan büyüme dengeleme politikaları ile yüzde 4’e düşürülecek, ardından da Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme kapasitesi olarak kabul edilen yüzde 5 patikasına oturtulacaktı.
Bu amaçla para politikasında, kredi arzında ve bütçede bir dizi önlemler alındı. Bununla birlikte, büyümenin hem dengeli hem de istenilen düzeyde seyretmesi için bu önlemlerin yanı sıra pek çok alanda kapsamlı reformlar gerekiyordu. Bu reformlar OVP’de etraflı şekilde tanımlanmıştı. Peki sonuçta ne oldu? Kredi artışı düşürüldü, TL’ye kontrollü şekilde değer kaybettirildi. Bu sayede iç talep kontrol altına girdi, ihracat ithalattan daha hızlı artmaya, cari açık oranı da düşmeye başladı. Ancak reformlar yapılmadı. Sonuçta büyüme yüzde 3-4 arasında kaldı. Halen yüzde 5’lik dengeli büyümenin oldukça uzağındayız.
Düşük büyüme ile son dönemde artışa geçen işsizliği hükümet programının vaat ettiği gibi on yılda yüzde 5’e düşürmek imkansız gibi. Bu gidişle işsizliği yüzde 10’un altında tutmak bile başarı sayılmalıdır. Yüksek işsizlikle mücadele bir yandan daha yüksek büyüme (hiç olmazsa yüzde 4’ün üzeri) diğer yandan da kayıtlı işgücü piyasasındaki mevcut katılıkların ortadan kaldırılmasını gerektiriyor.
Hükümet programı rakamsal büyüme hedefleri konusunda hayli ketum. Yeni büyüme hedeflerini ekim ayında OVP yayınlandığında göreceğiz. Buna karşılık ekonomide nelerin değişmesi gerektiği konusunda program oldukça net: Yurtiçi tasarrufları, işgücü ve enerji verimliliğini artıracağız deniliyor. Bu amaçla, üretimde verimliliğin artırılması, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi, kayıt dışı ekonominin azaltılması, enerji verimliliğinin geliştirilmesi programlarından söz ediliyor. Bu programların içerikleri ile ilgili kapsamlı bilgi yok ama bazı ilke ve vaatler var.
Büyümenin kalıcı bir şekilde yüzde 5 civarına yükseltilmesi, bir yandan iç tasarrufların artmasına, diğer yandan verimlilik artışlarına bağlı. Kamu tasarrufları belli bir sınıra geldi. Hanehalkı tasarrufları nasıl artırılacak? Özel emeklilik birikimlerine verilmeye başlanan kamu destekleri yetmez. Reel mevduat faizinin 0 civarında olduğu, buna karşılık konut fiyatlarının arttığı bir ortamda tasarruflar artar mı? Ya firma tasarrufları? Bu konuda tek bir satır yok.

Programda, “işi değil insanı koruma” ilkesi çerçevesinde işgücü piyasasında “güvenceli esnekliğin” sağlanacağı, kayıtdışılığı azaltmak için denetimlerin etkinleştirileceği aynı zamanda da sigorta primi teşviklerinin artırılacağı vaat ediliyor. Hiç bir itirazım yok. Ama işgücü piyasasının anahtar reformu Kıdem Tazminatı Fonu’nun nasıl rafa kaldırıldığını yakından bilen birisi olarak bu vaatlerin sözde kalmasını doğrusu çok muhtemel görüyorum. Umarım yanılırım. 

3 Eylül 2014 Çarşamba

Hükümet programında ekonomi: Vaatler ve gerçekler

Başbakan Davutoğlu, tercihini Ali Babacan’dan ve mevcut ekonomi politikalarından yana yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan nasıl ikna edildi bilmiyorum. Son yazımda kapanmış gözüken ekonomi tartışmasının büyüme ve işsizlikteki gelişmelere bağlı olarak yeniden gündeme gelebileceğini belirtmiştim. Şimdilik bu ikazla yetinelim.
Ekonomide anlaştılar
 “Güçlü ekonomi” bölümünün girişinde, “Ekonomide fırsat eşitliği ve adaleti sağlayarak hiç kimseye imtiyaz veya ayrıcalık tanımadık... Yolsuzluklarla mücadelede güçlü bir irade gösterdik. Hiçbir yolsuzluğun üzerinin örtülmemesi, her türlü iddianın hassasiyetle incelenmesi, bu konulardaki yargı süreçlerinin sağlıklı olarak çalışabilmesi için yoğun bir gayret ortaya koyduk.” deniliyor. Bu fazlasıyla ironik ifadelerle ilgili ne denilebilir? Bundan sonra inşallah böyle olur deyip geçelim.
    Program Merkez Bankası bağımsızlığının, enflasyon hedeflemesinin ve esnek kur rejiminin devam edeceğini ilan ediyor. Hiçbir itirazım yok. Ancak Türkiye ekonomisi halen iki temel sorunla, yüksek enflasyon ve düşük büyüme ile karşı karşıya.
    Ağustosta enflasyon yüzde 9,5’e yükseldi. Her ne kadar gıda fiyatlarında yüzde 15’e varan artış bu yükselişte önemli bir paya sahip olsa da, çekirdek enflasyonda devam eden yatay seyir enflasyonun büyük ölçüde katılaştığını gösteriyor. Program “Önümüzdeki dönemde enflasyonla mücadeleye daha fazla yoğunlaşacağız.” diyor ama nasıl yüzde 5’e yaklaşılacağını somut olarak açıklamıyor.
    Katılaşan enflasyonun belini kırmak için düşük bütçe açıklarının devam etmesi şart ama yetmez. Program mali disiplinden taviz yok diyor, hatta “Sıfır tabanlı bütçelemenin uygulanması için idari kapasiteyi geliştireceğiz.” vaadinde bulunuyor. Bunu takip edeceğiz. Bununla birlikte, “Kamu harcamaları etkinlik ve verimlilik temelinde gerçekleştirilecek, şeffaf ve hesap verilebilirlik esas olacaktır.” iddiası Sayıştay raporlarının köşe bucak saklandığı bir ortamda havada kalıyor.
    Enflasyonun hedefe yaklaştırılabilmesi için mali disiplinin yanı sıra kurda istikrarın devam etmesi ve kurun fazla yükselmemesi gerekiyor. Oysa yüksek enflasyon reel kuru hızla aşındırıyor. Ayrıca FED’den beklenen faiz artışlarının da göğüslenebilmesi gerekecek. Merkez Bankası, zamanı geldiğinde faiz artışı yapabilecek mi göreceğiz.
    Enflasyonla mücadelenin esas silahı yüksek verimlilik artışları. Oysa, son iki yıldır emek verimliliğinin büyümeye katkısı sıfır oldu. (Bkz Betam: ‘Türkiye uzun yıllar orta gelir tuzağından kurtulamayabilir’). Verimlilik artışı ile büyümeyi yükseltmek, vergi sisteminde, işgücü, enerji ve ürün piyasalarında bir dizi yapısal reformun gerçekleşmesine bağlı. Programda “Hükümetimiz verimlilik artışının ve sanayileşmenin hızlandırılması gerektiğinin farkındadır.” deniliyor ve reformlar vaat ediliyor. Ne ki, söz konusu reformların geçmişte tüm programlarda yer aldığını ama bir türlü yapılamadıklarını biliyoruz. 2015 seçimlerinden önce yapılabileceklerini de doğrusu hiç sanmıyorum.
    Yapısal reformların dışında verimlik konusunda program Ar-Ge harcamalarının büyük ölçüde artırılacağını söylüyor. Bu doğru bir politika ancak özel firmaların teknolojik atılımlara hazır olması gerekir. Bunun için de işgücünün eğitim düzeyi ile firmaların ölçeklerinin hızla artırılması şart. Programda buna dair dişe dokunur bir şey göremedim. İşgücünün eğitim düzeyi ve kalitesi düşük. Kapsamlı bir eğitim reformu şart. Gerçi program “kapsamlı eğitim reformundan” söz ediyor ama müfredat değişimi dışında ne  kaliteli eğitimin anahtarı olan öğretmen kalitesinden ne de yükseköğretimde akademik ve mali özerkliği hayata geçirecek bir reformdan bahis var.

    Pazar günü büyüme ve işsizlikle devam edeceğim.
(Bu yazı 4 Ağustos 2014'de Zaman'da yayınlanmıştır)

1 Eylül 2014 Pazartesi

Dengeli büyüme politikalarına devam

Başbakan Ahmet Davudoğlu hükümeti Cuma günü belli oldu. Ekonomik çevreler Ali Babacan’ın ekonomiden sorumlu başkan yardımcısı koltuğunu korumasını bekliyorlardı, öyle oldu.
AKP iktidarı dramatik bir seçim yaptı. Ekonomide faizlerle oynayarak iç talebi canlandırma macerasını göze alamadı. ‘Dengeli büyümenin’ gerektirdiği para, maliye ve kur politikaları devam edecek.
    Babacan’ın yerini koruyacağının en somut işareti çarşamba günün toplanan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun temel faizi olan bir hatalık repo faizini yüzde 8,25’te sabit tutması kararıydı. 50 baz puanlık üçüncü faiz indiriminin makro ekonomik temellerle uyuşmadığını savunarak karşı çıkmıştım. Dördüncü bir faiz indirimi mevcut koşullarda ekonomide maceranın başladığı anlamına gelecekti. Her ne kadar kurul faiz koridorunun üst sınırını aşağıya çektiyse de bu indirimin kredi faizleri üzerinde dikkate değer bir etki oluşturması beklenmemeli.
    Kurul para politikasında mevcut sıkılığı devam ettirme kararını şöyle savunuyor: “Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makroihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızları makul düzeylerde seyretmektedir. Bu gelişmelerle uyumlu olarak yurt içi özel kesim nihai talebi ılımlı bir eğilim sergilemektedir... Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlar yakından izlenecek ve enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar para politikasındaki sıkı duruş sürdürülecektir.”
    Bu özetle şu demektir: Kredi hacmindeki makul artışın desteklediği ılımlı iç talep artışı ‘dengeli büyüme’ ile uyumludur. Enflasyon beklentileri itibarıyla negatif reel faize izin verilmeyecek ve kur istikrarına özen gösterilecektir. Ta ki yüzde 9’larda seyreden enflasyonda belirgin ve kalıcı bir düşüş ortaya çıkana kadar. Ali Babacan ve Mehmet Şimşek yerlerini koruduklarına göre sıkı para politikasının tamamlayıcısı olan mali disiplinin sürdürülmesini bekleyebiliriz. Bu da bütçe açığında görülen artış eğiliminin devam etmesine izin verilmeyeceği anlamına gelir.
    Israrla faizlerde radikal indirim talep eden eski başbakan günümüzün cumhurbaşkanı sayın Erdoğan nasıl ikna edildi bilmiyorum. Büyük olasılıkla Babacan ile ekonomi konusunda anlaştığı söylenen Davutoğlu, ekonomide maceracı denemelerin çok riskli olacağını, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimalinin yüksek olduğunu anlatmayı başardılar.
    Cuma günü açıklanan dış ticaret rakamları mevsim etkilerinden arındırılmış ihracat artışının (yüzde 8), Irak’a yapılan ihracatın yarı yarıya düşmesine rağmen Avrupa pazarı sayesinde devam ettiğini, buna karşılık ithalat artışının yüzde 0,4’te kaldığını gösterdi. Net ihracat büyümeye katkı yapmaya devam ediyor ve cari açık düşüyor. Bu çok önemli bir kazanım. İç talepte ‘ılımlı’ büyüme de devam ediyor gibi duruyor ama giderek zayıfladığına dair de göstergeler mevcut. Örneğin ithalatta görülen duraksama.

    Ancak son tahlilde büyümenin yüzde 4’ün altında seyrettiğine dair geniş bir görüş birliği var. Babacan’ın da bu görüşte olduğunu açıklamalarından biliyoruz. Sorun şu ki bu büyüme temposu işsizliği olumsuz etkilemeye başladı. Mayıs dönemi işsizlik verisi mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranının yüzde 9,2’den 9,5’e yükseldiğini gösterdi. Bu artış devam ederse, ki mevcut büyüme temposunda devam etmesi çok muhtemeldir, AKP’nin yegane hedefi olarak ilan edilen referandum çoğunluğunu (330+ miletvekili) elde etme ihtimali azalacaktır. Bu durumda dümeni elden bırakmaya hiç niyetli olmayan cumhurbaşkanı ekonomi politikaları konusunda şimdilik kapanmış gözüken defteri yeniden açması sürpriz olmaz.
(Bu yazı 31 Ağustos pazar günü Zaman'da yayınlanmıştır)