29 Eylül 2014 Pazartesi

Merkez Bankası direniyor ama yetmez

Para Politikası Kurulu (PPK), perşembe günü yaptığı aylık toplantısında hiçbir faiz oranını değiştirmedi.
Oysa, finans piyasasında PPK’nın yüzde 11,25 olan gecelik borç verme faizinde en azından 25 baz puanlık  indirime gideceğine dair beklentiler bir hayli yaygındı. Gerçi Merkez Bankası bankalara parayı esas olarak yüzde 8,25 olan politika faizinden (bir haftalık repo faizi) verdiğinden bu nispeten göstermelik bir indirim olacaktı ama yine de faiz indiriminde ısrar eden etkili siyasilere göz kırpılmış olacaktı.
Merkez Bankası yönetimi taviz vermeyerek doğrusunu yaptı. Tüm göstergeler para politikasında sınırlı bir gevşemeye dahi yer olmadığına işaret ediyorlar. Hatırlatmakta yarar var: Çekirdek enflasyon yüzde 9’un üzerinde direnç gösteriyor. Enflasyon beklentileri Merkez Bankası’nın yüzde 7,6 olan yıl sonu tahminini fazlasıyla aştı. Gösterge piyasa faizi (iki yıllık tahvilin faizi) yüzde 9’un üzerinde seyrederken Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 8,25’te duruyor. Türkiye risk primi (5 yıllık CDS primi) artmaya devam ederek 195 baz puana yükseldi. Sepet kur (0,5 dolar + 0,5 Avro) 2,57’ye çıktı.
Bu koşullarda PPK’nın para politikasında harhangi bir gevşeme sinyali vermesinin ters tepeceği aşikârdı; Türk Lirası’nda değer kaybı hizalanacak, enflayon beklentileri rayından çıkacaktı. Ama buna rağmen pek çok analist PPK’nın bir “jest” yapabileceğinden söz ediyordu. Bu vahim bir durum çünkü Merkez Bankası’nın para politikasını bağımısız bir şekilde yürüteceğine ve enflasyonu yüzde 5’e indireceğine dair piyasa inancının ne kadar zayıfladığını gösteriyor.
Bu zafiyete işaret eden tipik bir örneği paylaşmak isterim. PPK toplantısından hemen önce UniCredit Research’ten Carlos Diaz, yayınladığı yorumda, temel göstergeler itibarıyla PPK’nın neden faiz indirimine gitmeyeceğini ya da gitmemesi gerektiğini anlattıktan sonra şöyle diyordu: “Genel seçimler yaklaşırken, Merkez Bankası’nın faizleri indirmesine yönelik hükümet yetkililerinin baskıları yoğunlaşacaktır; yavaşlayan ekonominin seçim maliyeti taşınamayacak kadar yüksek olabilir.”
Benzer bir görüşü bu köşede sık sık dile getiriyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şubat ayından itibaren Merkez Bankası üzerinde alenen siyasal  baskı kurmasının, üstelik bu baskıyı temel ekonomi ilkeleri ile bağdaşmayan argümanlara dayandırmasının maliyeti yavaş yavaş ortaya çıkıyor. PPK’nın mayıs ve haziran aylarında politika faizinde yaptığı toplam 125 baz puanlık indirimi destekledim. Bu indirimlerin mantığı vardı. Ancak temmuz ayında 50 baz puanlık üçüncü bir indirim için marj yoktu. Böyle bir indirimi piyasalar bekliyordu çünkü cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası Merkez Bankası üzerindeki baskıyı ağırlaştırmıştı. Yanlış olacağını söyledim. Ama tutarsız gerekçelerle indirim yapıldı. Ogün bugündür döviz kuru yükselişte, yüzde 8’in biraz üzerinde olan piyasa faizi de yüzde 9’un üzerine çıktı. Bu yetmedi ağustosta gecelik borç verme faizi 75 baz puan indirildi. Gerçi bu indirimin para politikasının sıkılığı üzerinde fazla etkisi yoktu ama yine de banka kredi miktarının son iki aydır artmakta olduğunu, halen yılık artışın yüzde 20’yi geçtiğini, oysa Merkez Bankası’nın hedefinin bu artışı yüzde 15’te tutmak olduğunu hatırlatmak isterim.

Kanaatim odur ki, “faizleri yükselttiğin gibi indir” ültimatomları Merkez Bankası’nın kimyasını bozdu, ekonomik havayı da bulandırdı. Eğer Davutoğlu başbakan olurken tercihini Babacan’dan yana yapmasaydı emin olun ortalık iyice karışacaktı. Ancak Babacan çıpası yapılan tahribatı gidermeye yetmez. Merkez Bankası ve hükümet, enflasyon, kur ve büyüme konusunda nasıl bir görüşe sahip olduğunu açık biçimde ortaya koymalı ve gereğini yapmalı.
Not: Bu yazı 26 Eylül 2014 tarihli Zaman'da yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder