1 Ağustos 2015 Cumartesi

Central bank still too optimistic

I have been impatiently waiting to see what the central bank would say in its July inflation report published on Thursday about its new inflation forecast, and particularly on the drift of the lira which we are currently witnessing.
If I have to give my quick impression, I would say our central bank is still in its usual optimistic mood that has never been justified in the last few years.
The tradition is that the central bank announces a year-end inflation forecast quite close to the target of 5 percent in its first inflation report published each January. Then it makes an upward revision in April, followed by a third revision, still an upward one, in July and so on. At the end of the year, the inflation rate unfortunately reaches a level over 7 percent, obliging the central bank, along with the existing rule, to write a letter to the government explaining the reasons for the failure. It is worth noting that these reasons always involve external shocks like a greater-than-expected depreciation of the lira or an out-of-control increase in food prices.
The tradition was followed this year as well. We started with year-end inflation forecasted at 5.5 percent, which was revised up to 6.8 percent in April. For the July revision, I was expecting a new forecast slightly over 7 percent but the central bank stood at just 6.9 percent, contenting itself with just a 0.1 percent increase. The annual inflation rate at the end of June being 7.2 percent, the central bank expects inflation to fall slightly. If inflation stands just under 7 percent, the central bank governor will not be obliged to write the usual letter to the government. Let me note that Governor Erdem Başçı underlined in his presentation that inflation must be kept under 7 percent. Let me also add that the forecast for 2016 has been maintained at 5.5 percent in line with tradition.
The central bank's calculations for this year might be summarized as follows: Falling food prices thanks to better weather conditions would contribute 0.3 percentage points and energy prices 0.1 percentage points. Nevertheless, the central bank admits the greater-than-expected depreciation of the lira has adversely affected its inflation forecast by 0.5 percentage points. This is a critical point regarding the inflation dynamic. Because of ongoing political uncertainties -- the likelihood of an early election is now almost 100 percent -- the drift of the lira continues. The overall depreciation of the lira against the dollar and the euro reached 3.5 percent in the last few days. Adding the expected monetary policy move by the US Fed in a few months and the turmoil derived by a new electoral campaign that will be harsher than the previous one, we should expect a greater depreciation of the lira, all the more since the central bank does not seem ready to react.
Indeed, the central bank appreciates that the actual monetary policy is tight enough and does not need to be changed to curb the high inflation. The inflation report estimates that the expected real interest rate considering the market interest rate of two-year Treasury bonds and the expected inflation for the same term is close to 3 percent, which is slightly higher than the expected real rates in most emerging markets. It is worth noting the increase in market interest rates combined with inflation expectations that are rather under control pushed up the Turkish real interest rate at some extent in the recent past. That said, it is uncertain if inflation expectations might be kept under control in the near future given the existing risks. One may argue the central bank can intervene in the currency market by increasing its actual sales of $40 million per day. However, do not forget that currency reserves of around $120 billion are not considered comfortable when facing the risk of capital outflows. A recent Commerzbank report shows that Turkey is among the most fragile economies in the event of a Sudden Stop.

I hope the central bank is right in refusing to consider further tightening of its monetary policy but my experience and intuition tell me it is still too optimistic.

24 Nisan 2015 Cuma

CHP’nin vaatleri gerçekçi mi?

CHP’nin seçim beyannamesini açıklamasının ardından bu soru haklı olarak büyük tartışma konusu oldu. CHP’nin vaatleri ve ekonomik hedefleri fazlasıyla iddialı.  Sosyal demokrat bir partinin, yoksulluğun oldukça yaygın, gelir eşitsizliğinin de bir hayli yüksek olduğu bir ülkede geniş bir yeniden dağıtım programı açıklaması teamüllere aykırı değil. Ancak bu programın ciddiye alınması için ülke ekonomisinin olanak sınırlarını da fazla zorlamaması gerekir.
CHP’nin beyannamesinin demokrasi ve hukuk devletine yönelik kararlılığını çok destekliyorum. İktidara geldiği takdirde programının bu bölümünü  uygulamasıyla ekonomiye güç vereceğinden hiç kuşkum yok. Gelir desteği projelerinin bir bölümünü de çok yerinde buluyorum. Örneğin 400 TL kreş desteği, çeşitli burslar ve eğitim yardımları türünden destekler salt yoksullukla mücadele açısından değil, işgücüne katılımı artırmak ve eğitim düzeyini yükseltmek için de faydalı.
Buna karşılık şu üç konuda ciddi şüphelerim var: Kaynak sorunu, yardım yapılacak  grupların tanımı ve makroekonomik hedefler. Vaat edilen sosyal yardımlar o kadar geniş ki burada hatırlatmaya kalkarsam yerim kalmaz. Avrupa’da partiler çoktandır ekstra sosyal harcama vaat ettiklerinde mutlaka harcama miktarını tahmin edip nasıl finanse edeceklerini de ilan ediyorlar. CHP beyannamesinde bu rutini es geçince “Bu vaatler kaç para tutuyor ve nasıl karşılanacak?” sorusuna muhatap olmaya başladı.
İlk şok geçtikten sonra CHP’nin ekonomi yöneticileri rakamlar telaffuz etmeye başladılar. Genel başkan yardımcıları Selin Sayek Böke ve Faik Öztrak’a göre ihtiyaç duyulan ekstra kamu kaynağı 60 milyar lira (milli gelirin yüzde 3’ü) kadar. Maliye Bakanı Şimşek’in hesabına göre ise 130 milyar. 60 milyar bana düşük gözükmüştü. Ardından Öztrak önemli bir açıklık getirdi. Bu rakamın kısa vadede emekliye iki maaş ikramiyenin, 1,5 liraya mazotun ve aile sigortasının bedeli olduğunu söylüyor. Diğer vaatler orta ve uzun vaadeye yayılacak. Yine de milli gelirin yüzde 3’ü az para değil. CHP’ye göre büyük israf var. Ama anılan israflar (Saray, makam arabaları vb. harcamalar) 60 milyarın bir hayli altında kalıyor. Geriye iki kaynak kalıyor: Bütçe açığını yükseltmek (kamu borcunu artırmak) ya da vergi gelirlerini artırmak. Kısa vadede bu ikinci kaynak mümkün olmadığından bütçe açını artırmak yegane seçenek. Bu bir ölçüde (1,5 yüzde puan kadar) olabilir ama CHP bundan söz etmiyor.
Makroekonomik hedeflere gelince: ‘Ekonomik büyüme yüzde 6’ya çıkarılacak’ deniyor. Şahsen Türkiye’nin yüzde 5’in üzerinde büyüme olanağına sahip olmadığı kanaatindeyim. AKP bunu beceremiyor. CHP’nin nasıl becereceğini göstermesi yeterince makbul olurdu. Büyüme konusunda anamuhalefetin biraz fazla iddialı olması hoşgörülebilir. Yüzde 6 büyüme için yatırım-GSYH oranı yüzde 20’den 29’a çıkacak deniliyor. Aynı zamanda cari açığı da kapatacağız sözü verildiğinden tutarlı bir şekilde iç tasarrufların da yüzde 15’ten yüzde 30’a çıkarılacağı iddia ediliyor. Kusura bakmayın ama bu işi bilen hiç kimle tasarruf oranının iki katına çıkacağına inanmaz. Yüzde 30 bir yana, iç tasarrufların nasıl artırılacağına dair beyannamede öneriler de göremedim.

Sosyal yardım yapılacak gruplara gelince: Yerim kalmadığından bir çelişkiye değinmekle yetineyim. 17 milyon yoksuldan söz ediliyor. Kim bu yoksullar diye baktığınız zaman karşınıza “göreli yoksulluk” ölçütü çıkıyor. Bu ölçüte göre ortanca gelirin yüzde 60’ından daha az gelire sahip olanlar yoksuldur. Bu ölçütte yoksulluk tanım icabı sıfırlanamaz. Ancak azaltılablir. Dahası, bölgeler arası büyük gelir eşitsizlikleri nedeniyle bu ölçüte göre İstanbul’da çok az, Doğu’da çok yoksul vardır. Acaba CHP bunun farkında mı?
(Zaman, Nisan 2015)

20 Nisan 2015 Pazartesi

AKP’nin seçim beyannamesinde ekonomi

AKP’nin ardından CHP de seçim beyannamesini açıkladı. Bir sonraki yazının konusu CHP’nin seçim beyannamesi olacak. AKP’nin beyannamesi ile devam edelim.
Önceki yazımda bu seçimin en kritik konusu olan başkanlık sistemini ele almıştık. Ayrıntılardan kaçınan, temel ilkeler itibarıyla da tutarsız, çelişkili bir tasarımın söz konusu olduğunu hatırlatayım. Ekonomi başkanlık sisteminin aksine olabildiğince geniş tutulmuş. Bu köşenin sınırları içinde birkaç kritik konuyla yetinmek zorundayım.
Beyanname önce “ne yaptık?” sorusunu ardından da “ne yapacağız?” sorusunu yanıtlıyor. “Ne yaptık?” kısımlarında haklı övünmeler olduğu kadar tartışmalı iddialar da var ama yer kıtlığından bunları pas geçip “ne yapacağız?” bölümüne gelelim. Temel sorunlara yönelik öneriler şöyle özetlenebilir: Verginin tabana yayılması, fiyat istikrarını koruyacak para politikası çerçevesinin korunması, cari açığın kalıcı çözüme kavuşturulması, yurtiçi tasarrufların ve işgücüne katılımın artırılması, eğitimin niteliğinin geliştirilmesi.
Bu amaçlar gerçekleştirildiği takdirde Türkiye ekonomisinin daha yüksek bir ekonomik büyümeye sıçrama yapacağına kuşku yok. Peki, AKP hangi politika araçları ile bu hedeflere varmayı öneriyor? Sırayla gidelim. Vergi alanında temel ilke belli: Vergi ödeyenlerden daha fazla vergi almamak, buna karşılık vergi tabanını genişletmek. Yani vergi kaçıranların üzerine gidilecek. Bu nasıl yapılacak? “Vergi mevzuatı sadeleştirilecek ve ilgili tarafların katkılarıyla düzenlenecek”. Somut hiçbir politika önerisi yok. Yegâne istisna, gayrimenkul rantlarından kamunun pay alacağı. Doğrusu, seçim arifesinde vergi kaçırılması konusunda AKP’den daha fazlasını bekleyemezdik.
İkinci kritik konu enflasyon. Yakın geçmişte yaşanan şiddetli faiz savaşı nedeniyle bu konuda beyannamenin ne diyeceğini merakla bekliyordum. “Para politikasının temel amacı olan fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek konusunda kararlılık devam etmektedir.” deniliyor. Güzel. “Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirlemesi esas olmaya devam edecektir.” diye devam ediliyor. Yani Merkez Bankası bağımsız politika hakkını koruyacak. Bu da güzel. Anlaşılan bağımsızlıktan taviz yok. Ama şöyle bir uzlaşma söz konusu. Merkez Bankası “Fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla, hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyecektir.” diyor. Merkez Bankası yasasına böyle bir ifade ekleneceğini tahmin edebiliriz. İktisaden bunun bir anlamı yok ama yeni faiz kavgalarını kışkırtıcı bir zemin de oluşur.

Maliye politikasından sürpriz yok. Düşük bütçe açıklarına devam. Eğer vergi gelirleri artacak olursa bu artışın kamu harcamalarının GSYH içindeki payının artmasına izin verilmeyeceği de vurgulanıyor. Eğer AKP ille neoliberallikle suçlanacaksa, bu vurgu iyi bir fırsat teşkil eder. Diğer kritik konu tasarruf. Daha yüksek büyüme için iç tasarrufların artması şart. Beyannamede iç tasarruf oranının yüzde 19’a çıkarılacağı vaadi var. Bu 4 yüzde puan gibi çok yüksek artış demek. Ekonomi programlarından biliyoruz ki zaten yeterince yüksek olan kamu tasarrufları belki bir puan daha artırılabilir. Kalanı özel tasarruflardan gelecek. Bu konuda ise dişe dokunur hemen hiçbir politika yok. Ne kadar olduğunu dahi bilmediğimiz firma tasarrufları için sadece Banka ve Sigorta Muameleleri vergisinden istisna sağlanacağı söyleniyor. Ne alakası var? Hanehalkı tasarruflarını artırmak için, özel emeklilik, bilinçlendirilme kampanyası gibi öneriler var. Açıkçası hiçbiri bir iktisatçının ciddiye alacağı şeyler değil.
(Zaman, Nisan 2015)

16 Nisan 2015 Perşembe

İşsizlik ve ‘sözleşme’

Günün konusu şüphesiz AKP’nin dün açıklanan seçim beyannamesi ve toplum sözleşmesi. Tali konu ise yine dün açıklanan ocak dönemi işsizlik rakamları.
Adet üzere işsizlik rakamlarına kısaca değindikten sonra esas konuya geçmek istiyorum. Medya her zaman olduğu gibi yine manşet işsizliği ön plana çıkardı. Buna göre ocak döneminde işsizlik arttı. Oysa mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlikte az da olsa bir düşüş var. Toplam işsizlik oranı yüzde 10,4’ten 10,3’e, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,5’ten 12,4’e geriledi. Bu düşüşün ardında işgücündeki güçlü artışa rağmen istihdamın daha da güçlü artması yatıyor. Aylık istihdam artışı özellikle iki sektörde dikkat çekiyor: Hizmetlerde artış 66 bin. Bu rutin bir artış. Sanayide ise artış 83 bin. Sanayi üretimindeki zafiyete kıyasla bu yüksek bir artış. Devam edeceğini sanmıyorum. Mayıs ayında şubat dönemi rakamları yayınlandığında işsizlik konusunu daha etraflı ele alırız.
AKP seçim beyannamesine gelince. AKP iki doküman yayınladı. Zamanım ancak uzun beyannameye değil kısa yazılmış olan “Yeni Türkiye sözleşmesi: 2023” başlıklı beyannameye yetti. Beyannameyi ekonomiyi de içerecek şekilde pazartesi günü geniş bir şekilde değerlendireceğim.
Bugün “Sözleşmede” AKP’nin neden ve nasıl  bir başkanlık sistemi önerdiğine bir göz atalım. AKP “yeni anayasayı uzlaşma kültürü içinde yazalım” diyor. Ama aynı zamanda başkanlık sistemini de “yetki kargaşasını” düzeltmek için “zaruri ihtiyaç” olarak görüyor. Oysa biliyoruz ki CHP, MHP ve HDP başkanlık sistemine açıkça karşılar. Bu demektir ki AKP referandum çoğunluğunu (330+ milletvekili) elde edebilirse başkanlık sistemini içeren anayasayı kendi bildiği gibi yapacak ve sancılı bir referandum süreci yaşayacağız. Beyanname başkanlık sistemine gerekçe olarak geçtiğimiz günlerde sık sık kullanılan “parlamenter gömlek dar geliyor”, Türkiye’yi frenliyor”, “başkanlık olmazsa 2023 ekonomi hedeflerini unutun” gibi iddialara yer vermiyor. Odaklandığı gerekçe hukuken sorumsuz cumhurbaşkanı ile tüm yürütme sorumluluğunu taşıyan başbakan arasında 12 Eylül anayasasının dayattığı “yetki kargaşası”. Buna bir de cumhurbaşkanını halkın seçmesi olgusu eklenince, AKP özetle diyor ki cumhurbaşkanını da yürütmede açıkça yetkili ve sorumlu kılalım, olsun bitsin.
Oysa “başka alternatifler de var onları da tartışalım” diyebilirdi. Beyannamede başkanlık sisteminin genel çerçevesi hakkındaki yegane ifade şöyle: “Başkanlık sistemini, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.” Bu bize sayın AKP liderinin hiç de tasvip etmediği yasama ile yürütmenin (başkanlığın) keskin bir şekilde ayrıldığı Amerikan tipi başkanlığı hatırlatıyor. Bu arada “müstakil etkinlikten” ne kastedildiği belli değil. AKP listelerinin tamamen merkezden belirlenmesi ile oluşan bir parlamento çoğunluğunun yasamayı nasıl “müstakil” kılabileceği de büyük soru işareti.

“Toplumsal farklılıkların siyasal temsiline” gelince. Yüzde 10 seçim barajını birkaç bin oy ile ıskalamış ama milyonlarca seçmeni temsil eden bir parti parlamentonun dışında kaldığında siyasal temsil nasıl sağlanacak? Bu büyük haksızlık gerçekleşecek olursa AKP beyannamedeki şu cümleyi nereye koyacak? “Sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve iptal edilemez”.
(Zaman, Nisan 2015)

13 Nisan 2015 Pazartesi

Enflasyon tedirginliği

Çoktandır enflasyona değinmiyordum. Ne hedefe doğru başarılı bir gidiş var ne de alıp başını gitme durumu.
Yakın geçmişte yaşadığımız faiz kavgası, özellikle de “faizleri düşürün enflasyon da düşer” iddiası enflasyona dikkatleri çekmek için vesile oldu. Buna bir de, ister gıda fiyatlarından ister artan kurun etkisinden kaynaklansın, Merkez Bankası’nın bu yılki tahminin de tutmayacağı beklentisi eklenince, enflasyonu  sorgulamak revaçta olmaya başladı.
Geçen cuma günü TÜSİAD’ın organize ettiği bir toplantıda enflasyon tartışılınca konuyu köşeye taşımanın zamanı geldi diye düşündüm. Yeni başkan Cansen Başaran Symes açış konuşmasında iş dünyasının bir türlü düşmeyen enflasyon konusunda giderek artan tedirginliğini gayet güzel aktardı. TÜSİAD başkanı şöyle bir teşhis yaptı: “Sürekli olarak hedeften şaşan enflasyon, ileriye dönük beklentilerde bir dizi bozulmalara yol açmış durumda. Enflasyon üzerinde belirsizlik, yüksek enflasyon dönemlerinde olduğu gibi geriye bakarak fiyatlama yapma alışkanlığına dönülmesi riskini beraberinde getiriyor. Geçmişteki örnekler hala hafızalarımızda, bu da bizi oldukça tedirgin ediyor.”
Türkiye, benzeri ülkelerden giderek ayrışıyor. Büyüme bu ülkelerde de düşüyor ama en azından enflasyonları düşük. Bizde hem büyüme düşük hem enflasyon yüksek. Gelişen ekonomiler ortalamasına kıyasla bizim enflasyon 3 puan kadar yüksek. Brezilya da bize benziyor. Büyüme yerlerde sürünürken enflasyon artıyor. Ama orada hiç olmazsa faizleri indirirsek enflasyon da düşer iddiası yok. Brezilya Merkez Bankası faizleri artırıp duruyor.
Türkiye’de enflasyonda katılaşma var. Dolayısıyla hedefe yaklaştırmak, ki yüzde 5 nispeten yüksek bir hedef, yapısal nedenlere eğilmeyi gerektiriyor. Bu konuda Murat Üçer toplantıda tartışmaya oldukça açık ama berrak bir sunum yaptı. Özetlemek istiyorum. Üçer para politikasının tek başına bu katılğın altından kalkamayacağını belirttikten sonra 4 adet yapısal nitelikli politikaya dikkat çekti.
Üçer’e göre maliye politikası yeterince sıkı değil. 2001 krizinden sonra iki haneli yüksek enflasyonun hızla düştüğü büyümenin de yüzde 7 civarında olduğu 2003-2007 döneminde faiz dışı bütçe fazlası ortalama GSYH’nın yüzde 4,5’i civarındaydı. Enflasyon tek haneye indiği ama hedefin üzerinde bir seyir izlediği, büyümenin de yüzde 5,5 civarında olduğu 2010-2014 döneminde faiz dışı fazla yüzde 1 civarına düştü. İkincisi, kredi hacminde artış düşürülmüş olsa da bu yeterli değil. Üçer Merkez Bankası’nın çıktı dengesi hesabını fazla iyimser buluyor. Toplam talep potansiyel üretimin altında ise açık var diyoruz. Merkez Bankası da sürekli açık olduğu kanaatinde. Bu doğru olmayabilir. Özellikle Türkiye’nin düşük enflasyonlu büyüme potansiyelinin yüzde 5’ten daha düşük olma ihtimali var. Üçüncüsü,  maliyetler: Ücretler son yıllarda verimlilikten koptu. Verimlilik artmazken birim ücretler artıyor. Zaman zaman düzeltme kur artışı ile geliyor ama bu kez de enflasyon artıyor. Türkiye’nin bu sarmaldan çıkması gerekiyor. Dördüncüsü, Üçer Dünya Bankası’nın son raporunu referans vererek son dönemde kurumsal reformların aksadığını öne sürüyor.
Murat Üçer’in bu son görüşüne tamamen katılıyorum. Ücret, verimlilik ve kredi hacminin seyri uyarılarına da az çok katılıyorum. Faiz dışı fazlanın artırılması konusunda ise ciddi tereddütlerim var. Faiz dışı fazla düşük olsa da son tahlilde kamu borcu–GSYH oranını az da olsa düşürmeye devam ediyor. Bu oran neredeyse yüzde 30’a geriledi. Daha da aşağıya indirmenin bir faydası olur mu emin değilim.
Enflasyon konusunda tartışılacak çok şey olduğu kesin. Büyümeyi artırarak enflasyonu nasıl yüzde 5 civarına indireceğimizin yolunu henüz bulabilmiş değiliz.  

DÜZELTME: Önceki yazımda bir senaryoda yanlışlık yapmışım. HDP’nin barajı geçemediği (Tablo 2) durumda AKP’nin referandum çoğunluğunu elde edebilmesi için yüzde 43 değil yüzde 45 oy gerekiyor. Düzeltir, özür dilerim. Doğru rakamlar cumartesi günkü Today’s Zaman’da mevcut.
(Zaman, Nisan 2015)

9 Nisan 2015 Perşembe

Genel seçim senaryoları

Hiçbir seçimi 7 Haziran genel seçimleri kadar sabırsızlıkla beklediğimi hatırlamıyorum. Başkanlık ihtirası bu seçimleri rejim değişikliği seçimi haline getirdi. İktidar partisi, özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 7 Haziran’ı adeta Türkiye’nin kaderinin belirleneceği tarih haline getirdi. Tek adama dayalı, kuvvetler ayrılığının rafa kalktığı bir başkanlık rejimine geçiş tutkusu egemen oldu.
Türkiye’nin en önemli iki güncel sorunu olan Kürt sorunu ile düşük büyüme sorunu başkanlık sistemine geçişe bağlı hale getirildi. İddialar akıl alır gibi değil. Başkanlık sistemi mucizevi kurtuluş reçetesi gibi sunuluyor. Başkanlık olursa siyasal istikrar olacak, Kürt sorunu çözüme kavuşacak, ekonomide de büyük atılım yaşanacakmış. Sanki AKP bu ülkeyi parlamenter rejim çerçevesinde 12 yıldır yönetemiyormuş, sürekli engellerle karşılaşıyormuş havası estiriliyor. Ya başkanlık rejimi olmaz buna karşılık AKP yine tek başına iktidara gelecek olursa? İktidarın söylemi öylesine başkanlık sistemine odaklanmış durumda ki, rejim değişikliği olmazsa Türkiye’yi AKP hükümeti yönetse bile sanki siyasal ve ekonomik bir kaosa yuvarlanacağız.
Bu argümanların inandırıcı bir tarafı yok. Ama şu bir gerçek. 7 Haziran’da sandıktan ne sonuç çıkacağına biz vatandaşlar da fazlasıyla odaklandık. Benim çevremde pek çok seçmen sırf bu nedenle stratejik oy kullanmaya, diğer ifadeyle birinci tercih ettiği partiye değil başkanlık rejimini engellemeye yönelik oy kullanmaya karar vermiş durumda. Aynı zamanda seçimin hakkında belirsizlik de had safhada. Tahminler o kadar farklı ki, bir uçta AKP referandum çoğunluğu olan 330 milletvekilini geçerek başkanlık sistemine yönelebilir, diğer uçta ise 276 sandalyenin altına düşerek koalisyona zorlanabilir.
Uzun yıllardır kullandığım simülasyon modelimi kullanarak kritik senaryoları aşağıdaki tahmin tablosunda özetledim. HDP’nin yüzde 10 barajını geçip geçmemesi bu seçimin en kritik değişkeni. HDP’nin barajı geçip geçmemesine bağlı olarak AKP’nin oy oranı bundan sonra nasıl yönetileceğimizi belirleyecek.
Tablo 1: HDP barajı geçiyor

AKP
CHP
MHP
HDP
Oy oranı %
42
25
18
11
MV sayısı
271
127
91
61
Oy oranı %
43
25
16
11
MV sayısı
283
134
72
61
Oy oranı
51
23
12
11
MV sayısı
330
117
45
58

HDP barajı geçtiği takdirde (Tablo 1) AKP’nin referandum çoğunluğunu elde edebilmesi için (330 +) en az yüzde 51 oy gerekiyor. Bu oranı tahmin eden anket çalışması görmedim. Öte yandan AKP’nin oy oranı yüzde 42’ye düştüğü takdirde mutlak çoğunluğu kaybetme ihtimali çok yüksek. Bu oy oranının altında veren anketler mevcut. Simülasyon modelinin hata payını da dikkat aldığımızda şunu iddia edebiliriz: HDP barajı geçtiği takdirde AKP’nin referandum çoğunluğunu kazanma ihtimali son derece düşük. Çoğunluğu kaybetme ihtimali ise küçümsenemez.
Tablo 2: HDP barajı geçemiyor

AKP
CHP
MHP
HDP
Oy oranı %
43
26
17
9
MV sayısı
336
143
81
-
Oy oranı %
43
27
17
9
MV sayısı
323
147
80
-
Oy oranı
43
26
18
9
MV sayısı
319
139
92
-
HDP barajı geçemediği takdirde hemen belirteyim AKP’nin çoğunluğu kaybetme ihtimali sıfır. Bunun için oy oranının yüzde 36 civarına düşmesi şart. Bu düşüşü tahmin eden hiçbir anket yok. Anketlerin sonuçları yüzde 40 ile 49 arasında değişiyor. Bu nedenle tabloya koymadım.
Referandum çoğunluğuna gelince: Yüzde 43 civarı kritik eşik olarak görünüyor. AKP yüzde 43 ile bile bu çoğunluğu elde edebilir. Eğer CHP yüzde 26 yerine yüzde 27 civarında ya da MHP yüzde 17 yerine yüzde 18 civarında oy alırsa AKP referandum çoğunluğunu elde edemiyor.
Benim tahminime gelince: HDP’nin barajı geçme ihtimalinin çok yükseldiğini görüyorum. AKP’nin de yüzde 43-44 civarında oy alacağı kanaatindeyim. Kısacası başkanlık sisteminin rafa kalkmasını, AKP’nin ise yeniden tek başına iktidar olmasını yüksek ihtimal olarak görüyorum.

(Zaman, Mart 2015)

2 Nisan 2015 Perşembe

Ekonomik büyüme tekliyor

Uzun süredir bu köşede sık sık ekonomik büyümenin parlak olmayan hali pür melali üzerine yazıyorum. Son üç yıldır Türkiye ekonomisi düşük büyüme rejimine hapis oldu.
Salı günü açıklanan 2014 son üç ayın ve tüm yılın GSYH rakamları düşen büyümeyi bir kez daha teyit etti. Üçüncü çeyrekten dördüncü çeyreğe GSYH yüzde 0,7 arttı. Böylece 2014 büyüme oranı yüzde 2,9 olarak kesinleşti. Zaten yüzde 3 civarında bekleniyordu. Ancak ayrıntılar son üç yılda ortalama yüzde 3 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl daha da düşük bir büyüme ile karşılaşabileceğini gösteriyor.
Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 0,7’lik büyüme oranı aslında beklenenden daha yüksek geldi. Ancak alt kalemler bu büyümenin çok büyük ölçüde stok artışından kaynaklandığını gösteriyor. Bu şu demek: Talep firmaların beklediğinden daha düşük gerçekleşti. Diğer ifadeyle firmalar ürettiler ama planladıkları kadar satamadılar. Fazla üretim stokları şişirdi. Son çeyrekte özel tüketim artışı yüzde 1,4 olurken özel yatırımlarda yüzde 0,2’lik bir azalma oldu. Kamu harcamaları ise yüzde 0,7 arttı. Kabaca iç talepte bir puanlık bir artış oldu. Buna karışlık ihracatın yüzde 1,6 oranında gerilemesi ithalatın ise yüzde 9 artarak adeta patlama yapması ile net ihracatın büyümeye katkısı büyük ölçüde negatif oldu. Yüzde 0,7’lik büyüme 2,5 puanlık katkı yapan stok artışı ile gerçekleşti.
Bu ayrıntıları veriyorum çünkü bu yılın ilk aylarında ortaya çıkan gelişmeler geçen yılın son çeyreğine kıyasla daha tatsız görünüyor. Bir kere tüketici güveninde gözlemlenen büyük gerileme özel tüketimin büyümeye daha az katkı yapacağının işareti. Yatırımlarda ise son derece zayıf seyir devam ediyor. İhracattaki düşüşü büyüme ile aynı gün açıklanan şubat rakamları teyit etti. Geçen yılın ilk iki ayına kıyasla toplam ihracat yüzde 11 geriledi. Önceki yazımda ihracatın sorunları üzerinde durmuştum. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Rusya ve Ukrayna’da ekonomi küçülüyor. İç savaşlar Ortadoğu’ya, özellikle düne kadar ikinci ihracat pazarımız olan Irak’a, ihracatımızı azaltıyor. AB’ye yönelik artışı ise (Dolar cinsinden) Euro’nun dolar karşısındaki büyük değer kaybı törpülüyor. Bu olumsuzluklara bu yılın ilk aylarında firmaların aşırı stokları azaltmak için üretimi kısma ihtimalleri eklenebilir.
Bu göstergeler ışığında 2015’in ilk üç ayında GSYH artışı geçen çeyreğe kıyasla çok zayıf kalacak gibi görünüyor. Bu öngörü altında yıllık büyüme sıfır civarında çıkıyor. Hükümet sözcülerinin dillendirdiği ilk çeyrekte yüzde 1,5 büyüme bana fazla iyimser geliyor. Yanılsam bile hükümet de büyümenin yüzde 3’lük ortalamanın altına inmekte olduğunun farkında.

Sonuçta iktidar partisi ikinci kez olumsuz ekonomik koşullarda bir seçime giriyor. İlki Mart 2009 yerel seçimlerinde ekonomik kriz dip noktasını gördüğünde gerçekleşmişti. Şimdi unutuldu ama ben hatırlatayım: Bu seçimlerde AKP’nin oyu yüzde 38 küsura gerilemişti. Bu kez ekonomik koşullar 2009 yılının ilk aylarındaki kadar olumsuz değil. Büyüme çok düşük ama pozitif. İşsizlikte artış var ama düzey nispeten düşük. 2009’un ilk çeyreğinde işsizlik oranı yüzde 14’ü aşmış (günümüzde yüzde 10,4) GSYH ise yıllık olarak yüzde 15 azalmıştı. Yine de düşen büyümenin iktidar partisinin oy oranını Haziran 2011 seçimlerine kıyasla azaltma ihtimali yüksek. Bu olasılığa karşı koymak için önce bizzat cumhurbaşkanının bastırmasıyla faizlerde büyük çaplı indirimle bir çare bulabileceği düşünüldü. Bunun iyi bir çare olmadığı geç de olsa anlaşıldı. Şimdi “kapsamlı” bir teşvik paketinin bugün yarın açıklanması bekleniyor. Açıklama gelirse gelecek pazartesi tartışırız.
(Zaman, Nisan 2015)

26 Mart 2015 Perşembe

Tüketici güveni hızla azalıyor

Pazartesi günkü yazıma ‘büyüme sıkıntısı’ başlığını koymuştum. Yazımda erken öncü göstergeler dikkate alındığında bu yıl büyümenin iyi bir başlangıç yapamadığından söz ettim. Aynı gün mart ayı Tüketici Güven Endeksi yayınlandı. Şubat ayında 68,1 düzeyinde olan endeks 3,7 puan azalarak 64,4’e düşmüş durumda. Vahim olan şu ki tüketici güveni geçen yılın nisan ayından beri azalıyor. 2014 Nisan’ında endeks 78,5 düzeyindeydi.
Özel tüketimin yüzde 70’in üzerinde paya sahip olduğu bir ekonomide tüketici güveninin ekonomik büyüme açısından önemli bir gösterge olduğu çok açık. Dolayısıyla ekonomik büyümenin beklenenden de düşük gelme ihtimali gündeme girdi. Pazartesi günkü yazımda sözünü ettiğim Betam ‘Ekonomik Görünüm’ notu ilk üç ayın GSYH çeyreklik büyüme oranını yüzde 0,2 tahmin ediyor. Yeni öncü göstergeler, ki tüketici güven endeksi bunlardan biri, bu tahmini negatife çevirebilir.
Bu koşullarda Tüketici Güven Endeksi’ne biraz daha ayrıntılı bakmakta yarar görüyorum. 2001 krizinden çıkıldıktan sonra bu endeks 2004 yılında 100 puana yakındı. Küresel kriz Türkiye ekonomisini vurmadan önce hâlâ 80’lerin üzerindeydi. Kriz sırasında Türkiye ekonomisi, özellikle de özel tüketim daraldı. Ekonomik krizin dip noktası olan 2009 ilk çeyreğinde tüketici güven endeksi 60 civarına kadar düşmüştü. Ardından bildiğiniz gibi krizden hızlı bir çıkış oldu. Özel tüketim 2010-2011 yıllarında büyük ölçüde arttı. GSYH büyümesi de bu yıllarda yüzde 8-9 düzeyinde gerçekleşti. Haziran 2011’de tüketici güveni bu dönemin tepe noktası olan 83 puana yükselmişti.
2011 yılı sonunda hükümet tamamen iç talebe dayalı yüksek büyümenin oluşturduğu yüksek cari açığı düşürme zorunluluğunu kabul etti. GSYH’nin yüzde 10’una yükselen dış açık sürdürülemez hale gelmişti. ‘Dengeli büyüme’ adı verilen yeni bir büyüme rejimi tasarlandı. Bu rejimde özel tüketim mütevazı ölçüde artacak, ihracat ise ithalattan hızlı artarak net ihracatın büyümeye pozitif katkı yapmasını sağlayacaktı. Bu sayede yüzde 5 civarında, daha düşük ama cari açığı azaltan dengeli bir büyüme gerçekleştirilecekti.
Bu yeni tasarım yarı yarıya başarılı oldu. Cari açık azalarak yüzde 6’nın altına geriledi ancak ortalama büyüme yüzde 3’te kaldı. Planlanandan daha düşük büyümenin bir nedeni de özel tüketimin çok zayıf seyretmesi oldu. Tüketici güvenin başaşağı seyri özel tüketimdeki zafiyetin devam ettiğini, hatta daha da kötüleştiğini gösteriyor. Büyümenin geleceği açısından bu zafiyetin üzerinde durmakta yarar var.
‘Büyüme sıkıntısı’ yazımda tüketici güvenindeki gerilemeyi reel faiz düzeyine bağlamanın doğru olmadığını savunmuştum. Kredi faizlerinin düzeyi ve enflasyon beklentisi birlikte hesaplandığında reel faiz yüzde 4 civarında çıkıyor. Türkiye koşullarında yüksek sayılmaz. Şahsen daha çok geçmiş yıllarda hanelerin hızlı borçlanması üzerinde durmaktan yanayım. Hanehalkı borç/gelir oranı halen çok yüksek değil ama çok hızlı arttı. Bu artış gelecekle ilgili olumsuz beklentilerle birleşince kredi ile tüketim iştahının kapanması bana normal geliyor.

Tüketici Güven Endeksi’ni oluşturan alt kalemlerde bu görüşü destekleyen bilgiler var. Endeks 18 alt kalemden oluşuyor. Bu kalemler ailelerin finansal durumlarını ve genel ekonomik durumu nasıl gördükleri, borçlanma ve tasarruf istekleri, işsizlik ve ücret beklentileri türü sorulardan oluşuyor. Bu kalemlerin ezici çoğunluğu son 11 aydır düşüyor. Özellikle üç tanesi borçlanma iştahı ile yakından ilgili. Ailelerin finansal durum endeksi 79,6’dan 70,8’e, işsizlik beklentisi 85,4’ten 65,3’e, ücret artış beklentisi ise 95,4’ten 91,2’ye gerilemiş durumda. Özetle, tüketici güvenindeki kayıplar büyümeyi de peşinden sürükleyebilecek düzeyde.
(Zaman, Mart 2015)

23 Mart 2015 Pazartesi

Büyüme sıkıntısı

Faiz savaşı geçmişte kalmış görünüyor. Merkez Bankası’nın faizleri sabit tutma kararına Cumhurbaşkanı’ndan bir tepki gelmedi.Şimdilik ateşkes devam ediyor. Ancak ekonomik büyümede endişeler giderek büyüyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın geçen hafta banka iktisatçılarına yaptığı sunumda “ilk çeyrekte ekonomik toparlanma görünmüyor” saptaması epey yankı buldu. Erken öncü göstergelere dayanan bu saptama oldukça gerçekçi.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) görüşü de bu yönde. Perşembe günü yayınlanan Betam Ekonomik Görünüm notu “Geçen yıla kıyasla ilk çeyrekte büyüme yok” başlığını taşıyor. İlk üç ayın büyümesine dair bu ilk notta Betam çeyreklik büyümeyi yüzde 0,2 olarak öngörüyor. 2014 son çeyreğin tahmini GSYH’sı dikkate alındığında yıllık büyüme oranı sıfır çıkıyor. Dahası, bu benim kanaatim, şubat ve martta gidişat daha parlak olmadığından ilk çeyrekte ekonominin önceki çeyreğe göre küçülmüş olma ihtimali de var.
Büyüme ile ilgili bu olumsuz hava baş aşağı giden bir dizi göstergeden kaynaklanıyor. Ocak ayında sanayi üretimi yüzde 1,4 küçüldü. Yatırım malları hariç tüm alt kalemler, özellikle dayanıklı tüketim malları, önemli ölçüde ekside. Mayıs ayından beri düşmekte olan tüketici güven endeksi ocakta da yüzde 0,4 oranında düştü. Reel kesim endeksinde de gerileme var: Eksi yüzde 2,1. Altın hariç ihracat önceki çeyreğe kıyasla yüzde 1,4 azaldı. Bu gelişmelerin ışığında Betam özel tüketim ve yatırımı ilk çeyrekte durağan tahmin ediyor.
Ekonomik görünüm notunda yüzde 0,2 olarak tahmin edilen çeyreklik büyümeyi sağlayan yegane unsurlar kamu harcamaları ve net ihracat. Altın hariç ithalat iç talebin duraklaması ve yükselen kur nedeniyle ocak ayında yüzde 5,4 düştü. Yegane iyi haber, düşen ithalat sayesinde cari açığın azalmaya devam etmesi. Betam ilk çeyrekte cari açık-GSYH oranını yüzde 5,4 olarak tahmin ediyor. 2014’ün son çeyreğinde bu oran yüzde 5,8 olarak tahmin edilmişti. Yılbaşında 2015 büyüme oranını yüzde 3 olarak öngörmüştüm. Şimdilik gidişat daha düşük bir büyümeye işaret ediyor. Bir süre sonra büyüme tahminimi aşağı yönlü revize etmek zorunda kalabilirim.
Neler oluyor? Bir kere ihracat zayıf dış talep nedeniyle adeta yerinde sayıyor. TİM verileri ilk iki ayda geçen yıla kıyasla büyük çaplı düşüş gösterdi. Türkiye’nin ikinci pazarı olan Irak’a savaş, ihracatı fena halde vurdu. Rusya ekonomisinde patlak veren kriz de bu ülkeye olan ihracatı büyük ölçüde düşürdü. Avrupa’da ise ihracatımızı canlandıracak gelişme henüz görünürde yok. İhracatçılar Euro’nun değer kaybından şikâyetçi. İçerde ise özel tüketim ve yatırım beklediğimden daha zayıf seyrediyor. Bu zafiyetin nedenleri pek açık değil.
Tüketici güvenindeki büyük gerilemeyi reel faize bağlamak zor. Banka kredisi reel faizi enflasyon beklentilerine kıyasla yüzde 4 civarında hesaplanabilir. Bu düzey Türkiye için normal. Geçmişte daha yüksek reel faizler gördük ama tüketim tam gaz gidebiliyordu. Sanırım geçmiş yıllarda hızla artan hanehalkı borcu belli bir sınıra geldi. Hanehalkı borç oranı yüksek sayılmaz ama çok hızlı arttı. Son üç yıldır düşük büyüme ve değer kaybeden TL nedeniyle kişi başı gelir yerinde sayıyor. İşsizlikte de son bir yılda hatırı sayılır artış var. Anketlerde geleceğe yönelik beklentiler pek iyimser değil. Bu gelişmeler vatandaşı “Biraz nefes alma zamanı geldi.” diye düşündürmüş olabilir. Yatırımlar da bu kapalı havadan olumsuz etkileniyor. Ayrıca siyasal belirsizlikler artıyor. AKP iktidarının yargıya, medyaya, Merkez Bankası’na, hatta özel kesime baskıcı müdahaleleri yatırım ortamını, özellikle yabancı yatırımı, olumsuz etkiliyor.

(Zaman, Mart 2015)

19 Mart 2015 Perşembe

İki konu: Faiz ve işsizlik

Haftanın sıcak konusu şüphesiz Merkez Bankası’nın faiz kararı. Salı günü toplanan Para Politikası Kurulu faizleri değiştirmedi. Ancak ikinci bir konu daha var. TÜİK pazartesi günü aralık dönemi işgücü piyasası rakamlarını açıkladı. Bu rakamlar her ay açıklandığında yorumlamam âdet oldu. Üstelik bu sefer sürpriz bir gelişme de söz konusu: İşsizlikte düşüş var. Bugün iki konuya değinmem şart oldu. Önce sıcak konudan başlayalım.
Para Politikası Kurulu, faizlere dokunmayarak ekonomistlerin büyük çoğunluğunun beklentisini karşıladı. Enflasyon beklentilerinin ve piyasa faizinin yükseldiği koşullarda çok sınırlı bile olsa faiz indirmek, perşembe günkü toplantının boşa gittiğinin ilanı olurdu. Kurul’un açıklamasında “Küresel piyasalardaki belirsizlikler ve gıda fiyatlarındaki artışlar para politikasındaki temkinli yaklaşımın sürdürülmesini gerektirmektedir. Bu doğrultuda Kurul, faiz oranlarının sabit tutulmasına karar vermiştir.” deniliyor. Döviz kurunun alıp başını gitmesinden hiç söz edilmemesi şaşırtıcı. 0,5 dolar + 0,5 Euro’dan oluşan kur sepeti ortaya çıkan güven bunalımı nedeniyle 2,70 TL’ye dayandı. Bu bunalımdan önce 2,50 civarında seyreden döviz sepeti yüzde 10’un üzerinde değer kazandı. Diğer ifadeyle Türk Lirası bu kadar değer kaybetti. Bu kaybın doların genelde güçlenmesi ile ilgisi yok. Çünkü dolara karşı büyük ölçüde değer yitiren Euro’yu da kapsıyor.
Eğer kurda ciddi bir gevşeme olmazsa Merkez Bankası bir kez daha enflasyon tahmininde yanılacak. Dahası önümüzdeki dönemde FED’in faiz artırma kararına bağlı olarak faiz artışları dahi gündeme gelebilir. Nitekim Kurul önümüzdeki dönemde para politikası kararlarının enflasyon görünümündeki iyileşmenin hızına bağlı olacağını, enflasyon beklentilerinin, fiyatlama davranışlarının ve enflasyonu etkileyen diğer unsurların yakından izleneceğini belirtiyor. Bu ifadeler he ne kadar faiz indirimine devam etmek için hangi koşulların gerektiğini açıklasa da, enflasyon tahmini sapmaya başlayınca faiz artırımına gidilebileceğini de söylüyor.
Bu ortamda Cumhurbaşkanı’nın ne tavır alacağı büyük önem taşıyor. Pazartesi günkü yazımda Cumhurbaşkanı’nın “İş tatlıya bağlandı.” sözünün iknadan çok ateşkesi ima ettiğini savunmuştum. “Faizleri indirin” diye bastırmanın beklenenin aksi yönde sonuç verdiği yeterince anlaşılmış olmalı.
İşsizliğe gelince. Basın yine brüt rakam üzerinde durdu. Yüzde 10,9’a yükselen işsizlik oranı son dört yılın en yüksek düzeyine çıkmıştı. Oysa, Türkiye ekonomisi bilindiği gibi oldukça şiddetli mevsimsel etkilere tabidir. Kışa doğru ekonomik aktivite yavaşlar ve istihdam düştüğünden genellikle işsizlik artar. Buna karşılık yaza doğru aksi olur. Gerçek gelişmeleri anlayabilmek için mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlara bakmak gerekir. Bu rakamlar kasım döneminden aralık dönemine istihdamın yüzde 0,4 oranında 100 bin kişi arttığını, işgücü artışının ise yüzde 0,1 ile sınırlı kalarak 42 bin kişi yükseldiğini söylüyor. Sonuçta işsiz sayısı 58 bin azaldı, genel işsizlik oranı da yüzde 10,6’dan 10,4’e, tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 12,7’den 12,5’e geriledi.

Bu gerilemelerin istisnai olma ihtimali çok yüksek. Son bir yılda Aralık 2013-Aralık 2014 döneminde genel işsizlik yüzde 9,1’den 10,4’e 1,3 puan, tarım dışı işsizlik de yüzde 10,9’dan 12,5’e 1,6 puan arttı. Zaman zaman aylık düşüşler gözlemlense de temel eğilim artış yönünde. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam), ocak dönemi için artış tahmin ediyor. Bu tahmine katılıyorum.
(Zaman, Mart 2015)

16 Mart 2015 Pazartesi

Faiz savaşında ateşkes

Aylardır hüküm süren faiz savaşı geçen hafta perşembe günü yapılan üst düzey toplantı ile sona ermiş olabilir mi? Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Cumhurbaşkanı’na 133 slaytlık sunumunun ardından Sayın Erdoğan’ın “İşi tatlıya bağladık.” açıklaması, savaşın bittiğini göstermese de en azından seçimlere kadar bir ateşkesin ilan edildiğine dair karine oluşturuyor.
Sunumda ilk 32 slayt adeta makroekonomiye özet giriş dersi gibi hazırlanmış. Basit ifadelerle ve grafiklerle faiz-kur-enflasyon ilişkileri gösteriliyor. Temel vurgu enflasyon beklentisinin altında bir politika faizinin yüksek cari açığa sahip bir ekonomide sermaye girişlerinde ortaya çıkacak arıza nedeniyle yerli paranın nasıl değer kaybedeceğine, bu kaybın da nasıl enflasyonu yükselteceğine yapılıyor. Ayrıca benzer ülkelerle karşılaştırmalı bir tablo aracılığıyla enflasyon beklentisi, piyasa faizi ve Merkez Bankası faizi seviyeleri itibarıyla hiç de aykırı bir durumda olmadığımız gösteriliyor. Başçı, bu ülkelerden Brezilya Merkez Bankası’nın geçen hafta dördüncü faiz artışını yaparak bizim faizin çok üzerine çıktığını da herhalde hatırlatmıştır.
Sunumda ayrıca piyasa faizini risk priminin, denge reel faizin ve enflasyon beklentilerinin belirlediği, iki ay önce piyasa faizi yüzde 7’nin altına düşülmüşken şimdi yüzde 8’in çok üzerinde olduğu gösteriliyor. Özel yatırımları da reel faiz seviyesi ile güven ve istikrarın etkilediği anlatılıyor. Reel faiz grafiği seviyenin yüzde 1-2 arasında olduğunu (daha aşağıya nasıl inebilir?) gösteriyor. Güven ve istikrarın bozulmakta olduğu söylenmese de herhalde anlaşılmış olmalıdır.
Kısacası, sunumda Cumhurbaşkanı’nın “Faiz neden, enflasyon sonuçtur, politika faizini esaslı bir şekilde indirin ki hem enflasyon düşsün hem yatırımlar artsın.” şeklinde özetlenebilecek görüşü çürütülüyor. Peki, Cumhurbaşkanı ikna oldu mu? Bilmiyorum. Geçen hafta toplantı öncesi yazımda hükümet kanadından Merkez Bankası’na gelen son destekler üzerine Cumhurbaşkanı’nın baskı yapmaktan vazgeçmesini muhtemel gördüğümü, Başçı’nın da toplantıda baskı son bulursa yükselen kurun aşağıya yöneleceğini, böylece yükselen enflasyon beklentilerinin düşmesiyle bir miktar daha faiz indirimi yapabileceklerini söyleyeceğini tahmin ettiğimi belirtmiştim. Cumhurbaşkanı’nın “İş tatlıya bağlandı.” sözü böyle bir anlaşmaya işaret ediyor ve iknadan çok ateşkesi ima ediyor. Merkez Bankası’na aşırı yüklenmenin ve adeta para politikasını dikte etmek istemenin meydana getirdiği döviz kuru artışı ve ekonomik belirsizlik Sayın Erdoğan’ı ekonomiyi büyük faiz indirimi ile canlandırma planı hakkında tereddüde düşürmüş olmalı.
Başçı’nın sunumuna katılan ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ertesi günü bir konferansta yaptığı saptamalar ve Merkez Bankası’na verdiği açık destek ateşkesi doğruluyor. Babacan’ın “Sadece ve sadece Merkez Bankası’nın kur ile ilgili söylediklerine bakın, başka bir kurumun böyle bir kabiliyeti yok. Başka kurumlarımızda para politikasını analiz edecek kurum yok ki… Sadece Merkez Bankası’nın para politikası iletişimini yapması önemli. Bu yapılırsa risk azalır” sözlerinin altını çiziyorum.
Babacan ayrıca ekonomide üç öncelik olduğunu ilan ediyor. ‘En büyük öncelik’ enflasyon. Ardından cari açığın düşürülmesi, üçüncü olarak da yapısal reformlarla büyümeyi artırmak geliyor. Bu önceliklerin arasında radikal faiz indiriminin olmaması elbette şaşırtıcı değil. Şimdi Para Politikası Kurulu’nun yarınki toplantısını bekliyoruz. Eğer faizlere dokunmaz, Cumhurbaşkanı da rutinleşen tepkisini vermezse, ateşkes tahmini doğrulanmış olur.

(Zaman, Mart 2015)

12 Mart 2015 Perşembe

Ekonomi yavaşlamaya devam ediyor

Dünün (çarşamba) en önemli olayı kuşkusuz Merkez Bankası Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’na yapacağı para politikası sunumuydu.
Ancak bu yazıyı toplantı saatinden (16.45) daha önce yollamam gerektiğinden sonuçları bilmiyorum. Sadece tahminde bulunabilirim. Bülent Arınç’ın Merkez Bankası yönetimine kısa süre önce verdiği destek önemli bir işaretti. Ardından salı günü hükümet ekonomik gidişat konusunda uzun bir toplantı yaptı.
Yapılan açıklama açıkça Merkez Bankası’na destek veriyor. Merkez Bankası Yasası’nın araç bağımsızlığı öngördüğü vurgulanıyor ve “Merkez Bankası geçmişte başarılı sınavlar vermiş ve kapasitesini kanıtlanmıştır.” deniliyor. Açıklamanın şu bölümü çok önemli: “Bugün de Merkez Bankası para politikaları hedefi doğrultusunda gereken zamanda gereken tedbirleri almaktadır.” Bu açıklama üzerine Cumuhurbaşkanı’nın Merkez Bankası’na baskı yapmaktan vazgeçmesini muhtemel görüyorum. Başçı da sanırım uygun bir üslupla Cumhurbaşkanı’na üzerlerindeki baskı son bulursa yükselen kurun aşağıya yöneleceğini, enflasyonun da düşeceğini, dolayısıyla bir miktar daha faiz indirimi yapabileceklerini söyleyecektir.
Tahminim ne ölçüde doğrulanacak pazartesi günkü yazımda konuşuruz. Salı günkü 8 saatlik toplantının diğer önemli konusunun düşük büyüme olduğu anlaşılıyor. Toplantıda sanayi üretimini ve istihdamı destekleyici bir program tartışılmış ve kabul edilmiş. Açıklandığında tartışırız. Hükümetin giderek zayıflayan ekonomiyi dert etmesi sürpriz değil. İşsizlik yavaş da olsa artışta. Son bir yılda işsizlik oranı 1,5 puana yakın arttı. Halen yüzde 11’e doğru tırmanıyor.
Pazartesi günü açıklanan ocak ayı sanayi üretim endeksi üç yıldır hüküm süren düşük büyümenin daha da düşmekte olduğu sinyalini verdi. Aralık ayına göre mevsim etkisinden arındırılmış endeks yüzde 1,4 geriledi. 2014 Ocak ayına göre de yüzde 2,2 düşüş var. Son aylarda tüketici güven endeksindeki gerileme ile bu sonuçlar tutarlı. Şubat ve mart ayında sanayi üretimi nasıl bir gelişme gösterecek şimdilik bilmiyoruz. Bildiğimiz Merkez Bankası’na olan güvenin iyice zayıflaması sonucu Türk Lirası bu aylarda kur sepetine karşı değer kaybetmeye devam etti. Sermaye çıkışı olduğu görülüyor. Dolayısıyla birinci çeyrekte önceki çeyreğe kıyasla GSYH düşüş gösterebilir. Geçen yılın son çeyreğinin GSYH rakamları henüz açıklanmadı. Ancak bir düşüş olması kuvvetle muhtemel. Bu durumda iki çeyrek üst üste GSYH gerilemiş olacak. Tanım icabı bu durgunluk (resesyon) demek. Doğrusu böyle bir gelişmeyi beklemiyordum. Ocak ayı başında geçen yıl olduğu gibi bu yıl da büyümenin yine yüzde 3 civarında kalacağını tahmin etmiştim.
Oysa son gelişmeler büyümenin daha da düşük olabileceğini gösteriyor. Seçimlerden sonra nasıl bir yol izleneceği ise çok belirsiz. AKP iktidarı bu gelişmeler karşısında tedirgin olmakta haklı. Sorun ekonominin nasıl canlandırılabileceği konusunda görüş birliği olmaması. Cumhurbaşkanı bu canlanmanın esaslı bir faiz indirimi ile gerçekleşebileceğine inanmış durumda. Bu görüşe katılmadığımı sürekli vurguladım. Davutoğlu başkanlığındaki hükümet ise bu canlanmanın radikal faiz indirmek ile olamayacağını sanırım görüyor. Yapısal reformların gereğini kavramış durumda.  Ancak yerli-yabancı ekonomik aktörlerin ekonomi yönetimine bir bütün olarak güvenmeleri ile canlanma umut edilebilir. Hazırlanan paket bu amaca hizmet edecek. Ne var ki seçimlerden önce dişe dokunur bir atılım yapılabileceği konusunda çok kuşkuluyum.

(Zaman, Mart 2015)