22 Haziran 2012 Cuma

G-20’den büyüme için yol haritası


G-20 Meksika zirvesi ikinci bir krizden kaçınabilmek için bir yol haritası kabul etti. Bizim basında bu yol haritası ne yazık ki yeterince tartışılmadı. Gerçi yapılan harita, buna büyüme reçetesi de diyebiliriz, önceki zirvelerde dile getirilenlerden temelde farklılık sergilemiyor. Bununla birlikte, bu kez Dünya ekonomisinde ağırlığı olan ülkelerin yapmaları gereken ev ödevleri daha somut olarak belirleniyor ve adeta daha buyurgan bir dille ifade ediliyor.

Büyüme reçetesi “G-20 Leaders Declaration” başlıklı doküman ile “The Los Cabos Growth and Jobs Action Plan” başlıklı dokümanda etraflı bir şekilde tanımlanıyor. “Avro Alanı üyeleri bütünlüğü korumak ve finansal piyasaların işleyişini iyileştirmek için her türlü önlemi alacaktır” ya da “Fiscal Compact (halen onaylanma sürecinde olan AB mali disiplin anlaşması) uygulaması büyümeyi destekleyecek politikalar ve yapısal reformlarla birlikte dikkate alınacaktır” türünden, Ortodokslarla Keynesçiler arasındaki zıt yaklaşımların beraberliğini yansıtan  anlamsız ifadeleri bir yana bırakalım ve doğrudan somut politika önerilerine odaklanalım.

Talep nereden gelecek?
Küresel ekonomi uzun süredir makro dengesizliklerden muzdarip. Bir yanda Almanya, Çin gibi büyük dış ticaret fazlası veren ülkeler, diğer yanda ABD, Güney Avrupa, Türkiye gibi büyük açık veren ülkeler söz konusu. Ekonomik yazında “Great Recession” (Büyük Durgunluk) şeklinde anılmaya başlayan 2008-09 krizinin  oluşmasında bu dengesizlikler önemli rol oynadı. Büyük Durgunluk öncesinde ABD’nin iç ve dış borçlanmaya dayalı iç talep çekişli büyümesinin yarattığı küresel talep  artık yok. ABD  bütçe açıklarında belirli bir sınıra ulaştı. FED’in gevşek para politikası ise Amerikan iç talebini canlandırmak için yeterince etkili olamıyor. Temel soru şu: Büyümeyi teşvik edecek talep nereden gelecek?

G-20 ABD’nin bu pasif konumunu şu ifadeyle kabul ediyor: “ABD mali konsolidasyonunu uzun dönemde sürdürülebilir bir patikaya oturtma hedefinden vazgeçmeksizin 2013’te sert bir mali daralmaya izin vermeyecek şekilde kalibre edecek”. Basitçe söylersek, ABD uzun dönemde bütçe açığını ve kamu borcunu sürdürebilir düzeye çekmek zorunda, bunun için de piyasaları ikna kabiliyetine sahip uzun vadeli mali planında ısrar etmeli ama kısa dönemde planı biraz gevşetmeli. Aksi takdirde halen cılız bir seyir izleyen büyüme 2013’de daralmaya dönüşebilir.

Küresel talebin motoru ABD olamayacağına göre kim olacak? Doğal olarak gözler dış ticaret fazlası veren ve sağlam kamu maliyesine sahip ülkelere çevriliyor. Başta Almanya ve Çin olmak üzere, Avustralya, Brezilya, Kanada, Endonezya, Kore, hatta Birleşik Krallık “öznel talep koşullarını dikkate alarak otomatik mali stabilizatörlerin serbestçe çalışmasına izin verecekler”. Bu teknik ifade şu anlama geliyor: Bu ülkeler düşen büyüme nedeniyle azalan vergi gelirlerinin artırmaya başladığı bütçe açıklarına kafayı fazla takmayacaklar. Kamu harcamalarını düşürmeden bütçe açıklarının artmasına izin verecekler. Bu ev ödevi özellikle Merkel’i ilgilendiriyor. Ancak G-20 bununla yetinmiyor. “Eğer ekonomik koşullar daha da kötüleşecek olursa, kamu maliyesinde manevra alınan sahip ülkeler talebi destekleyecek iradi politikaları da devreye sokacaklar”. Yani, kamu harcamalarını artırıp otomatik stabilizatörlerin belirleyeceği bütçe açığı düzeyinden daha yüksek açık vermeyi göze alacaklar. Ama bu arada tüm ülkelerin Toronto Zirvesi’nde kabul ettikleri orta vade mali konsolidasyon planlarına sadık kalacaklarının da özenle altı çiziliyor. Yüksek dış fazlaya ama berbat bir kamu maliyesine sahip Japonya ise “olabildiğince hızlı bir şekilde yeniden inşayı devreye sokacak”. İtalya ve İspanya ise, tahmin edilebileceği gibi kemer sıkmaya devam edecekler.

Öte yandan Çin gibi yüksek cari fazlaya sahip yükselen ülkeler iç tüketimlerini “fiyat ve vergi çarpıklıklarını düzelterek ve sosyal korumayı genişleterek” artıracaklar. Cari fazlaya sahip gelişmiş ülkeler ise, ki başta Almanya geliyor,  “zayıf iç taleplerini hizmet sektörünü serbestleştirerek ve yatırımları teşvik ederek destekleyecekler”. Bu noktada Almanya için ücret artışlarından söz edilmemesi kayda değer. Ek olarak makro ekonomik temelleri daha iyi yansıtacak şekilde esnek kur sistemi alanı genişletilecek ve rekabetçi devalüasyonlara izin verilmeyecek. Tabi kastedilen esas olarak Çin ve Rusya. Nitekim, Çin’in Remnimbi’nin değerini daha fazla piyasa güçlerine bırakacağı ve döviz rezerv artışını yavaşlatılacağı sözü” nün “memnuniyetle karşılandığı” özellikle belirtiliyor.

Merak edenler için not edelim: Zirve dokümanlarında Türkiye bir kez anılıyor; yükselen ekonomilerde talebi yeniden dengelenmesi konusunda Türkiye’nin “tasarruf oranlarını artıracağı” belirtiliyor. Hepsi bu.

Petrol fiyatında jeopolitik risk
G-20 Meksika Zirvesi’nin öngördüğü büyüme reçetesiyle ilgili görüşlerimi aktarmadan önce tuhaf bir ifadeye dikkat çekmek istiyorum. “The Los Cabos Growth and Jobs Action Plan” da “Atıl kapasitelerin sınırlı, stokların da mütevazı olduğu bir ortamda Jeopolitik risklerin petrol fiyatlarında arz kaynaklı bir tırmanışa yol açabileceği riskini dikkate alarak, G-20 ülkeleri gerekli önlemleri almaya hazırdırlar” deniyor. Küresel durgunluk tehdidi nedeniyle son üç ayda yüzde 25 gerileyen petrol fiyatları gündemdeyken bu oldukça şaşırtıcı ifadenin ardında İran ile sona yaklaşmakta olan Nükleer pazarlığın muhtemel sonuçlarının gizlenmekte olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Müzakere başarısızlıkla sonuçlanırsa İsrail’in İran’a saldırmasına adeta yeşil ışık yakılıyor. Ben bu ifadeden, İsrail saldırısını ve bunun sonucunda ortaya çıkacak petrol krizini durdurmaya muktedir değiliz, ama sonuçlarına katlanmaya hazırız anlamını çıkartıyorum. Yukarıda anılan politikaları boşa çıkartacak böyle bir gelişme gerçekleştiğinde ne gibi önlemler alınabileceğini de doğrusu merak ediyorum. Alternatif bir yorum da, bu özgüvenin İran’a çekilen bir blöften ibaret olduğudur.

İki kritik ülke: Çin ve Almanya
G-20 Meksika Zirvesi’nin kararları elbette bunlardan ibaret değil. Finans piyasalarının denetimi ve düzenlemesi ile ilgili daha önce alınan kararların teyidi ve uygulanması ile ilgili yapılacaklar, yapısal reform gündemi, çevre ile uyumlu enerji politikalarının belirlenmesi gibi  kararlar da dokümanlarda yer alıyor. Ancak küresel talebin yeniden yapılandırılarak artırılması sorununa çare bulunamazsa, bu kararlar hoş bir retorikten ibaret kalacaktır. Şahsi kanaatim, yakarıda özetlemeye çalıştığım büyüme yol haritasının küresel yönetişimde dikkate değer bir adım olduğudur. Ekonomi politikalarının makro dengesizlikler ve ülkelere özel koşullar dikkate alınarak koordine edilmeye çalışılması, her ülkenin salt kendi dar perspektifini ve kısa vadeli çıkarlarını dikkate alarak uygulayacağı politikaların yaratacağı zincirleme olumsuz tepkileşmelere karşı küresel bir bilincin oluştuğunun göstergesidir.

Tabi tartışılması gereken belirlenen yol haritasının ne ölçüde işe yarayacağıdır. Sonucu son tahlilde belirleyecek olan iki kritik ülkenin, Çin’in ve Almanya’nın ev ödevlerini ne ölçüde yerine getireceğidir. Bu ödevlerin bu iki ülkenin yönetimleri tarafından gönülden kabul edilmediği herkesin malumu. Çin’in ve Almanya’nın ihracata dayalı büyüme rejimlerinden daha dengeli bir büyüme rejimine geçiş yapmaları, üstelik oldukça hızlı bir geçiş yapmaları gerekiyor. Bu manevrayı özgün iç dengelerini alt üst etmeden gerçekleştirmeleri hiç de kolay değil. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder