29 Ocak 2014 Çarşamba

Merkez Bankası’nın zor günü

Düşünceli olmakta haklı
Bu satırları okurken sizler Para Politikası Kurulu’nun (PPK) aldığı kararları öğrenmiş olacaksınız. Bu karalar Merkez Bankası açısından önemli bir sınav niteliğinde. Yönetim üzerine düşen siyasetin gölgesini bertaraf etmek zorunda. 1990’larda yaşanan kepazeliklerin ardından gelen ve “Kemal Derviş reformları” olarak adlandırdığımız ekonomik devrimin kuşkusuz en önemli kazınımı Merkez Bankası’nın bağımısızlığıdır. Bu topraklarda Bizans’tan Osmanlı’ya, tek parti döneminden çok partili döneme bağımsız / özerk ekonomik kurumların varlığı “herşeye kadir devlet” ve onun yumuşatılmış versiyonu olan “milli irade” geleneğimiz ile mutlak uyuşmazlık içinde olageldi. Bu kurumların en hayatisi niteliğindeki Merkez Bankası hep siyasal iktidarların dümen suyunda hareket etti.

İlk tehlike sinyalleri

            Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bağımısız Merkez Bankası’na saygısı bir bakıma eşyanın tabiatına pek uygun değildi. Buna rağmen AKP bu bağımısızlığa dokunmadı, çok da faydasını gördü. Taki, Başabakanımız faiz-enflasyon ilişkisi konusuna  girene kadar. İlk tehlike sinyalleri enflasyonu düşürmek için düşük faizin “daha etkili” olduğu savları ile kenidini gösterdi. Fazla üzerinde durmadık. Ardından “faiz lobisi” heyülası gündemimize girdi. Durum ciddiyet kespetti. Faiz lobisi söyleminin Merkez Bankası’nın üzerinde siyasal baskı oluşturduğunu, bu baskının ilerde banka yönetiminin elini kolunu bağlayabileceğini, gerektiği zaman faiz aracını kullanmakta zorlanabileceğini bu köşede pek çok kez dile getirdim.
            Son dönemde Merkez Bankası durumu iyi idare etti. Gerektiğinde faiz arttırmaktan da çekinmedi. Geliştirdiği araç çeşitliliğinin (faizi koridoru, ROM vb.) baştan itibaren destekçisi oldum.  Her ne kadar yüzde 5’lik enflasyon hedefine bir türlü yaklaşılamasa da enflasyonun alıp başını gitmesi engellendi, kur istikrarı büyük ölçüde sağlandı, TL aşırı değerlenmedi, büyüme yüksek olmasa da (Türkiye için) dengeli seyretti. Nitekim, 2013 yılında yüzde 4 civarında bir büyüme, altın hariç  düşen bir cari açık ile sağlanabilidi.

Kimyası bozuldu

            Ne var ki 17 Aralık sonrasında Merkez Bankası’nın kimyasını bozacak ölçüde sert müdahelelere tanık olduk. Bir bakan çıktı “millet faiz artışı istemiyor” dedi. PPK’nın geçen haftaki bekle gör politikasına Başbakandan tebrik geldi. Bir tek Babacan Davos’tan Merkez Bankası’na karışmayın deme cesaretini gösterdi. PPK geçen hafta önemli bir fırsatı kaçırdı. Dün açıklanan Enflasyon raporunda, ki Aralık sonu bilgilerini içeriyor, Türkiye’nin diğer yükselen piyasalardan ayan beyan ayrıştığı açıkça görülüryor. Raporda risk primi artışında, kur artışında Türkiye’nin Brezilya, Güney Afrika ve Endenozya’dan uzak ara öne çıktığı açıkça görülüyor. Kaldı ki, iki yıllık gösterge faiz tavan yapmış, reel faiz bizzat Merkez Bankası’nın hesabıyla yüzde 3’e çıkmış durumdaydı. Reel kur ise 2003’ten bu yana en düşük seviyesinde.

Enflasyon raporundaki yüzde 5,3’ten yüzde 6,6’ya çıkarılan yeni enflasyon tahmini şimididen kadük durumdadır. Yeni tahmin yükselen kurun etkisini 0,5 puan kabul ediyor. Oysa mevcut kur düzeyinde en az 2 puanlik etki kaçınılmaz. Şunu söylemeye çalışıyorum. Geçen hafta PPK’nın faiz artırması için elinde yeterince veri, olgu ve bilgi vardı. Ama yapmadı. Şimdi Dolar 2,40’a dayandı diye acilen PPK toplanıyor. Faiz artışı kesin gibi. Ama bu kez çok daha sert bir artış gerekebilir. Çünkü Merkez Bankası’nın bağımsızlığı tartışılmaya başlandı. Yönetim lafla değil işle bağımsız olduğunu kanıtlamak zorunda. Bu gece (dün gece oluyor) bana uyku yok. PPK kararları gece yarısı açıklanacak.  Sonrasını haftaya tartışırız.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder