19 Ağustos 2014 Salı

Ekonomi yol ayırımında

Yeni hükümet üzerine tahminler gırla gidiyor.  Kamuoyu daha çok başbakanın kim olacağı ile ilgili. Ekonomi aktörleri ise ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yeni kabinede yer alıp almayacağı ile ilgililer.  Benim tahminim ekonomi yönetiminin değişeceği yönünde. Geçen hafta “ev yapımı kriz tehlikesi” yazımda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinde son aylarda para politikası üzerine kopan fırtına ile ilgili görüşlerimi aktarmıştım.
Babacan ve Merkez Bankası yönetimi mevcut “dengeli büyüme” politikasının devamından yanalar. Türkiye ekonomisinin iki büyük zaafı olduğunu çok iyi biliyorlar: Cari açık ve yüksek enflasyon. Bu iki zaafı hafifletecek politikalar izlemeye çalışıyorlar. Halen yüzde 7 civarında seyreden yüksek cari açık oranını azaltmaya devam edebilmek için net ihracatın büyümeye pozitif katkı yapmaya devam etmesi şart. Önümüzdeki dönemde Irak’taki gelişmeler ve Avrupa ekonomisindeki durgunluk emareleri nedeniyle ihracat artışı fazla umut vermiyor.  Dolayısıyla ithalatın sıkı tutulması gerekiyor. Bunun için de iç talep kontrol altında olmalı. Yüzde 9’u aşan yüksek enflasyonun düşürülmesi için de bu kontrol gerekli. Ayrıca enflasyonla mücadelede döviz kurunun alıp başını gitmesi de engellenmek zorunda.
    Bu koşullarda para politikası son derece kritik öneme sahip. Piyasada gösterge faiz yüzde 9’un üzerinde geziniyor. Merkez Bankası’nın faizi ise yüzde 8,25.  Kredi faizleri de düşüyor. İç talepte “dengeli büyüme” ile uyumun ötesinde bir canlanmanın zaten eli kulağında. Ama bu bile hükümetteki negatif reel faiz lobisini tatmin etmiyor. Köşke çıkmasına rağmen ekonomi politikasına yön vereceğini açıkça belirten ve “bu faiz inmeli” buyuran Sayın Erdoğan, iç talebin bir an önce canlanmasını istiyor.
    Daha önce de belirttiğim gibi haksız değil. Irak pazarının hızla küçülmesi ve Avrupa’daki durgunluk belirtileri nedeniyle büyüme düşüyor. Betam, perşembe günü yayınladığı Ekonomik Görünüm notunda 2. çeyrek için yıllık büyüme tahminini yüzde 3,4’ten yüzde 3,1’e revize etti. Cuma günü açıklanan mayıs dönemi işsizlik rakamları da 2. çeyrekteki durgunlaşmayı doğruluyor. Mevsim etkilerinden arındırılmış verilere göre nisan dönemine kıyasla inşaatta istihdam 45 bin, sanayide ise 9 bin geriledi. Hizmetlerdeki istihdam artışı bu düşüşleri telafi edemeyince artmaya devam eden işgücü işsizlik oranını yüzde 9,2’den 9,5’e yükseltti.
    Bu gidişat en geç dokuz ay sonra yapılacak genel seçimlerde AKP’nin hedefi olan referandum çoğunluğunu (330+ sandalye) elde etmeyi olanaksızlaştırıyor. Bu koşullarda yeni kabinede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savunduğu para politikasını uygulayacak bir ekonomi yönetiminin işbaşına gelmesi çok mantıklı duruyor. Keza faizlerin daha da düşürülmesi Merkez Bankası yönetiminde de değişiklik gerektiriyor. Ne Babacan’ın ne de Başçı’nın zaten bıçak sırtında duran makroekonomik dengeleri tehlikeye atacak radikal bir değişikliğin sorumluluğunu alacaklarına ihtimal vermiyorum.
    Para politikasının radikal biçimde değişmesi ne zaman ve hangi yoldan gerçekleşecek bilemiyorum. Ama bence bu değişim kaçınılmaz. Zaten fazlasıyla düşük olan faizler daha da düşürülürse neler olacağını “ev yapımı kriz tehlikesi” yazımda aktarmıştım. Eski Merkez Bankası Başkanı ve Abdullah Gül’ün ekonomi danışmanı Durmuş Yılmaz da çok benzer görüşleri Hürriyet’ten Vahap Munyar’a verdiği röportajda dile getirdi.

    Yılmaz, faiz üzerinde baskı kuranların 94 krizini unutmuş olabileceğini belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “Dengelere hiç aldırmadan faizle istedikleri gibi oynasınlar ki 3 ay sonra ne olacağını görsünler. Çünkü görmeden hiçbir şeye inanmıyorlar.”
(Bu yazı 17 Ağustos 2014 Zaman'da yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder