G-20 Meksika zirvesi ikinci bir
krizden kaçınabilmek için bir yol haritası kabul etti. Bizim basında bu yol
haritası ne yazık ki yeterince tartışılmadı. Gerçi yapılan harita, buna büyüme
reçetesi de diyebiliriz, önceki zirvelerde dile getirilenlerden temelde
farklılık sergilemiyor. Bununla birlikte, bu kez Dünya ekonomisinde ağırlığı
olan ülkelerin yapmaları gereken ev ödevleri daha somut olarak belirleniyor ve
adeta daha buyurgan bir dille ifade ediliyor.
Büyüme reçetesi “G-20 Leaders
Declaration” başlıklı doküman ile “The Los Cabos Growth and Jobs Action Plan”
başlıklı dokümanda etraflı bir şekilde tanımlanıyor. “Avro Alanı üyeleri
bütünlüğü korumak ve finansal piyasaların işleyişini iyileştirmek için her
türlü önlemi alacaktır” ya da “Fiscal Compact (halen onaylanma sürecinde olan
AB mali disiplin anlaşması) uygulaması büyümeyi destekleyecek politikalar ve
yapısal reformlarla birlikte dikkate alınacaktır” türünden, Ortodokslarla
Keynesçiler arasındaki zıt yaklaşımların beraberliğini yansıtan anlamsız ifadeleri bir yana bırakalım ve
doğrudan somut politika önerilerine odaklanalım.
Talep nereden gelecek?
Küresel ekonomi uzun süredir makro
dengesizliklerden muzdarip. Bir yanda Almanya, Çin gibi büyük dış ticaret
fazlası veren ülkeler, diğer yanda ABD, Güney Avrupa, Türkiye gibi büyük açık
veren ülkeler söz konusu. Ekonomik yazında “Great Recession” (Büyük Durgunluk) şeklinde
anılmaya başlayan 2008-09 krizinin oluşmasında
bu dengesizlikler önemli rol oynadı. Büyük Durgunluk öncesinde ABD’nin iç ve
dış borçlanmaya dayalı iç talep çekişli büyümesinin yarattığı küresel
talep artık yok. ABD bütçe açıklarında belirli bir sınıra ulaştı. FED’in
gevşek para politikası ise Amerikan iç talebini canlandırmak için yeterince
etkili olamıyor. Temel soru şu: Büyümeyi teşvik edecek talep nereden gelecek?
G-20 ABD’nin bu pasif konumunu şu
ifadeyle kabul ediyor: “ABD mali konsolidasyonunu uzun dönemde sürdürülebilir
bir patikaya oturtma hedefinden vazgeçmeksizin 2013’te sert bir mali daralmaya
izin vermeyecek şekilde kalibre edecek”. Basitçe söylersek, ABD uzun dönemde
bütçe açığını ve kamu borcunu sürdürebilir düzeye çekmek zorunda, bunun için de
piyasaları ikna kabiliyetine sahip uzun vadeli mali planında ısrar etmeli ama
kısa dönemde planı biraz gevşetmeli. Aksi takdirde halen cılız bir seyir
izleyen büyüme 2013’de daralmaya dönüşebilir.
Küresel talebin motoru ABD
olamayacağına göre kim olacak? Doğal olarak gözler dış ticaret fazlası veren ve
sağlam kamu maliyesine sahip ülkelere çevriliyor. Başta Almanya ve Çin olmak
üzere, Avustralya, Brezilya, Kanada, Endonezya, Kore, hatta Birleşik Krallık “öznel
talep koşullarını dikkate alarak otomatik mali stabilizatörlerin serbestçe
çalışmasına izin verecekler”. Bu teknik ifade şu anlama geliyor: Bu ülkeler
düşen büyüme nedeniyle azalan vergi gelirlerinin artırmaya başladığı bütçe
açıklarına kafayı fazla takmayacaklar. Kamu harcamalarını düşürmeden bütçe
açıklarının artmasına izin verecekler. Bu ev ödevi özellikle Merkel’i
ilgilendiriyor. Ancak G-20 bununla yetinmiyor. “Eğer ekonomik koşullar daha da
kötüleşecek olursa, kamu maliyesinde manevra alınan sahip ülkeler talebi
destekleyecek iradi politikaları da devreye sokacaklar”. Yani, kamu
harcamalarını artırıp otomatik stabilizatörlerin belirleyeceği bütçe açığı
düzeyinden daha yüksek açık vermeyi göze alacaklar. Ama bu arada tüm ülkelerin
Toronto Zirvesi’nde kabul ettikleri orta vade mali konsolidasyon planlarına
sadık kalacaklarının da özenle altı çiziliyor. Yüksek dış fazlaya ama berbat
bir kamu maliyesine sahip Japonya ise “olabildiğince hızlı bir şekilde yeniden
inşayı devreye sokacak”. İtalya ve İspanya ise, tahmin edilebileceği gibi kemer
sıkmaya devam edecekler.
Öte yandan Çin gibi yüksek cari
fazlaya sahip yükselen ülkeler iç tüketimlerini “fiyat ve vergi çarpıklıklarını
düzelterek ve sosyal korumayı genişleterek” artıracaklar. Cari fazlaya sahip
gelişmiş ülkeler ise, ki başta Almanya geliyor,
“zayıf iç taleplerini hizmet sektörünü serbestleştirerek ve yatırımları teşvik
ederek destekleyecekler”. Bu noktada Almanya için ücret artışlarından söz
edilmemesi kayda değer. Ek olarak makro ekonomik temelleri daha iyi yansıtacak
şekilde esnek kur sistemi alanı genişletilecek ve rekabetçi devalüasyonlara
izin verilmeyecek. Tabi kastedilen esas olarak Çin ve Rusya. Nitekim, Çin’in
Remnimbi’nin değerini daha fazla piyasa güçlerine bırakacağı ve döviz rezerv
artışını yavaşlatılacağı sözü” nün “memnuniyetle karşılandığı” özellikle
belirtiliyor.
Merak edenler için not edelim:
Zirve dokümanlarında Türkiye bir kez anılıyor; yükselen ekonomilerde talebi
yeniden dengelenmesi konusunda Türkiye’nin “tasarruf oranlarını artıracağı”
belirtiliyor. Hepsi bu.
Petrol fiyatında jeopolitik risk
G-20 Meksika Zirvesi’nin öngördüğü
büyüme reçetesiyle ilgili görüşlerimi aktarmadan önce tuhaf bir ifadeye dikkat
çekmek istiyorum. “The Los Cabos Growth and Jobs Action Plan” da “Atıl
kapasitelerin sınırlı, stokların da mütevazı olduğu bir ortamda Jeopolitik
risklerin petrol fiyatlarında arz kaynaklı bir tırmanışa yol açabileceği
riskini dikkate alarak, G-20 ülkeleri gerekli önlemleri almaya hazırdırlar”
deniyor. Küresel durgunluk tehdidi nedeniyle son üç ayda yüzde 25 gerileyen
petrol fiyatları gündemdeyken bu oldukça şaşırtıcı ifadenin ardında İran ile
sona yaklaşmakta olan Nükleer pazarlığın muhtemel sonuçlarının gizlenmekte
olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Müzakere başarısızlıkla sonuçlanırsa
İsrail’in İran’a saldırmasına adeta yeşil ışık yakılıyor. Ben bu ifadeden,
İsrail saldırısını ve bunun sonucunda ortaya çıkacak petrol krizini durdurmaya
muktedir değiliz, ama sonuçlarına katlanmaya hazırız anlamını çıkartıyorum.
Yukarıda anılan politikaları boşa çıkartacak böyle bir gelişme gerçekleştiğinde
ne gibi önlemler alınabileceğini de doğrusu merak ediyorum. Alternatif bir
yorum da, bu özgüvenin İran’a çekilen bir blöften ibaret olduğudur.
İki kritik ülke: Çin ve Almanya
G-20 Meksika Zirvesi’nin kararları
elbette bunlardan ibaret değil. Finans piyasalarının denetimi ve düzenlemesi
ile ilgili daha önce alınan kararların teyidi ve uygulanması ile ilgili
yapılacaklar, yapısal reform gündemi, çevre ile uyumlu enerji politikalarının
belirlenmesi gibi kararlar da
dokümanlarda yer alıyor. Ancak küresel talebin yeniden yapılandırılarak
artırılması sorununa çare bulunamazsa, bu kararlar hoş bir retorikten ibaret
kalacaktır. Şahsi kanaatim, yakarıda özetlemeye çalıştığım büyüme yol
haritasının küresel yönetişimde dikkate değer bir adım olduğudur. Ekonomi
politikalarının makro dengesizlikler ve ülkelere özel koşullar dikkate alınarak
koordine edilmeye çalışılması, her ülkenin salt kendi dar perspektifini ve kısa
vadeli çıkarlarını dikkate alarak uygulayacağı politikaların yaratacağı
zincirleme olumsuz tepkileşmelere karşı küresel bir bilincin oluştuğunun
göstergesidir.
Tabi tartışılması gereken
belirlenen yol haritasının ne ölçüde işe yarayacağıdır. Sonucu son tahlilde belirleyecek olan iki
kritik ülkenin, Çin’in ve Almanya’nın ev ödevlerini ne ölçüde yerine
getireceğidir. Bu ödevlerin bu iki ülkenin yönetimleri tarafından gönülden
kabul edilmediği herkesin malumu. Çin’in ve Almanya’nın ihracata dayalı büyüme
rejimlerinden daha dengeli bir büyüme rejimine geçiş yapmaları, üstelik oldukça
hızlı bir geçiş yapmaları gerekiyor. Bu manevrayı özgün iç dengelerini alt üst
etmeden gerçekleştirmeleri hiç de kolay değil.