30 Nisan 2013 Salı
27 Nisan 2013 Cumartesi
Peace process going well but not the economy
23 Nisan 2013 Salı
Material deprivation among children
Today,
|
|
|
|
During the festival's
parades organized all over
But how big is the
difference?
BETAM chose the three
following questions out of nine: Do your family members eat meals with red
meat, chicken or fish every second day? Are you able to keep the home warm
enough? Do family members buy new clothes, except second-hand ones? BETAM
defines as poor or materially derivate, children living in households
answering “no” to these three questions.
According to this
criterion, there were almost 7 million children materially derivate in 2006
out of a total of approximately 19 million in
As could be expected,
the distribution of child poverty across regions is quite unequal. The lowest
poverty rate is observed in West Anatolia at 13.6 percent, while the highest
rate belongs to
These findings
evidence that the picture is not as rosy as it might be imagined. The problem
of child poverty must be addressed seriously if
On the other hand, one
cannot expect more schooling years and better education results from children
suffering from severe material deprivations. Academics have to spare more
time for research on poverty and the government must consider the issue of
poverty among its foremost priorities.
|
19 Nisan 2013 Cuma
Limits of monetary policy
The Monetary Policy Committee (PPK) of
the Central Bank of
|
|||
|
|
||
I think there is a
large consensus regarding the main goal: The central bank wants to prevent
further appreciation of the Turkish lira which has already crossed the red
line set by itself. The central bank announced recently that the real
exchange rate index would be entering the alarming zone over 120. The index
is already there. Moreover, it will certainly be continuing to increase since
the Turkish inflation rate is higher than its trading partners. The
appreciation of the Turkish lira threatens the so-called “balanced growth”
and the financial stability that is so intensely desired by the central bank
through losses in the competitiveness of Turkish exports and excessive credit
expansion.
The following
assertions from the MPC release should be underlined: “Recently, there is a
reacceleration in capital inflows and credit growth hovers above the
reference rate. The committee indicated that, in order to balance the risks
on financial stability, the proper policy would be to keep interest rates low
while increasing foreign currency reserves via macro prudential measures.
Accordingly, it was deemed appropriate to further increase the reserve
options coefficients, while delivering a cut in the short-term interest
rates.”
I fully agree with the
central bank on the balanced growth goal. Economic growth exclusively based
on domestic demand would unavoidably have an adverse effect on the current
account deficit (CAD). The last figures show that the CAD-to-gross domestic
product (GDP) ratio, which fell to 6 percent from 10 percent started widening
slightly again. So, the desired revival in domestic demand must be kept under
control while the supplementary growth must come from net exports. Doing so,
exports have to rise more than imports.
Now, it is not easy at
all to achieve these double goals. Keeping domestic demand under control
necessitates a rather tight monetary policy and the pursuit of fiscal
discipline. The last cuts in the central bank's interest rates pushed the
expected real interest rate in the negative zone; the indicative Treasury
Bond rate went down to 5.5 percent while expected inflation remained over 6
percent. I do not think that there is further room for interest cuts. If this
happens, credit expansion would be out of control, jeopardizing the
credibility of the central bank in its fight against inflation.
As for fiscal
discipline, it is as solid as a rock according to the latest budget figures;
the primary surplus is higher than that of last year in the first quarter.
However, the actual macroeconomic framework does not seem to be able to
produce growth close to 4 percent, which is targeted in the Medium-term
Economic Program (OVP) and constitutes the minimal rate required to prevent
unemployment to increase. Let me note that the unemployment rate, at 9.4
percent, is actually 0.4 percentage points over its level of last year. If
the growth rate remains weak, admittedly the increase in unemployment will
become more apparent and then more threatening for the government as
electoral days are approaching. It would be worth noting at this point that
the International Monetary Fund (IMF) forecasts only a 3.4 percent growth for
the Turkish economy in its latest survey released this week.
Balanced and at the
same time sufficient economic growth seems quite elusive. The central bank
would certainly prefer relatively low growth but sufficiently safe to secure
economic and financial stability, while the government prefers robust growth
enough to prevent an increase in unemployment. I do not think that the
government cares about the source of the growth. This dilemma is capable of
creating a serious rift between the central bank and some Justice and
Development Party (AK Party) ministers in the coming months. By the way, the
split is already quite visible. Mr. Zafer Çağlayan, minister of economy,
reacted to the interest rate cuts by saying, “Good, but not enough.”
|
17 Nisan 2013 Çarşamba
Para politikasının sınırları
Bu hafta başında ekonomide
iki önemli gelişme yaşandı. Pazartesi günü TÜİK Ocak dönemi işgücü piyasası
istatistiklerini açıkladı. Dün de Para Politikası Kurulu hem politika faizinde
hem de faiz koridorunun alt ve üst limitlerinde şok indirime gitti. Bu iki
gelişme doğrudan bağlantılı olmasa da ekonomik gidişata dair bir durum
saptaması yapmaya izin veriyor.
Düşen büyümeye rağmen işsizlik cephesinde gidişat korkulduğu
kadar vahim değil. Mevsim etkilerinden arandırılmış işsizlik oranları ılımlı
bir yükselişin ardından bir kaç dönemdir yatay seyrediyor; Toplam işsizlik
oranı yüzde 9,4, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 11,8 düzeyinde. Bu oranlar
2012 Ocak döneminde sırasıyla yüzde 9 ve yüzde 11,2 düzeyindeydi. 2,5 milyonun altına gerileyen işsiz sayısı da
3 milyona yaklaştı.
İşsizlik bıçak sırtında
Herhangi bir iktisatçıya sadece işsizlik ile büyüme
oranlarının gelişimi ile bilgi verseniz ve “ne düşünüyorsunuz” diye sorsanız,
size vereceği yanıt, “bu çok normal bir gelişme, işsizlik düşük büyümenin
sınırladığı istihdam nedeniyle artmıştır” olacaktır. Oysa tam böyle değil. Bu
köşede son aylarda sık sık vurguladığım gibi düşük büyümeye rağmen istihdam
artışları yüksek seyretti ama aynı zamanda işgücü artışı da yüksek oldu. İstihdam
artışları çok büyük ölçüde hizmet sektöründe gerçekleşti. Ne ki, son rakamlar
hizmet sektöründe istihdam artışının durduğunu gösteriyor. Bu kez artış uzun
süredir durgun olan sanayi istihdamında meydana geldi. Kesin yargıda
bulunabilmek için bir iki dönem daha beklemek gerekiyor ama son manzara bana
iki şey düşündürüyor: Bir, hizmetlerdeki olağandışı yüksek istihdam artışının
sonuna gelinmiş olabilir. İki, sanayi üretimi artsa da, gelecekte bu sektörde
yüksek istihdam artışları beklememek gerekir. Bu da rekabet gücü açısından
iyidir.
Şimdilik göründüğü kadarıyla büyüme oranı henüz yüzde 3’e
ulaşabilmiş değil. Bir miktar daha güçlenmesi bekleniyor. Bununla birlikte
düşük büyüme-yüksek istihdam mucizesinin önümüzdeki dönemde tekrarlanacağını
sanmıyorum. İşsizlikte artışın daha belirgin hale gelmesini bekliyorum.
Negatif faize merhaba
Merkez
bankasının şok faiz indirimi negatif faizi gündeme getiriyor. Gösterge faiz
yüzde 5,5’a geriledi. Para Politikası Kurulu açıklamasında, faiz indirimini iç
talebi canlandırmak için değil, hızlanan sıcak para girişlerine set çekmek için
yaptığını ima ediyor. Reel kur düzeyi alarm veriyor. TCMB Türk Lirasının bir
miktar değer kaybetmesini istiyor. Kredi genişlemesi ise açıklamada
belirtildiği gibi çizilen sınırın üstünde seyrediyor. Bu koşullarda yıl sonu
enflasyonun yüzde 6’nın altına inmesi zor. Beklenen reel faiz negatif alana
geçmiş durumda. Kredi faizleri daha da gevşerse kredi artışı daha da güçlenebilir
ve artan talep fiyatlar üzerinde baskı oluşturabilir.
Mevcut makro ekonomik görünüm para
politikasının sınırlarına gelindiği izlenimini veriyor. Kredi gerilmesini
dizginlemek için sıcak para girişlerinin dizginlenmesi yetmeyebilir. Merkez
Bankası’nın elindeki aletlerle bir yandan reel kuru bir miktar aşağıya çekmesi,
diğer yandan da kredi genişlemesini ve enflasyon artışını frenlemesi zor.
Haziran 2011’de olduğu gibi BDDK’nın devreye girerek kredi artışını doğrudan
frenlemesi gerekiyor. Gelecek günlerde bu yönde bir hamle sürpriz olmaz.
Türkiye
ekonomisi dar bir alana sıkışmış durumda. Büyüme dengeli olmak zorunda. Ama
aynı zamanda dengeli büyüme büyüye oranının işsizlik artışını kontrol altına
alacak düzeylere çıkmasını engelliyor. Bana göre bu ikilem mevcut gidişatın
özüdür.
16 Nisan 2013 Salı
The gas of the east Mediterranean
You are certainly aware that Nobel
Energy from
|
|||
|
|
||
The worsening of
relations between the two countries, considered to be strategic allies in the
past, pushed the Jewish state to sign economic cooperation and defense
agreements with Greek Cyprus. Moreover, the Greek Cypriot economy recently
collapsed due to the failure of its hypertrophied banking system, the main
source of income for the island. Last but not least, Israeli Prime Minister
Benjamin Netanyahu offered an apology to the Turkish people aiming to restore
relations between the two countries.
These dizzying
developments have produced a new geostrategic game in the
The Greek Cypriot gas
reserves, of which Nobel Energy has a 36 percent share, hold trillions of
cubic meters, surpassing local needs for 100 years. The Texan firm, quite
naturally, would like to produce the maximum amount and as soon as possible.
This goal is obviously shared by Greek Cyprus. In a recent article published
by the Robert Schuman Foundation, French economist Sebastien Richard asserted
that the Greek Cypriot economy can no longer count on revenue from the
finance sector and that it can only get out of the debt trap by exporting gas
to
When it comes to
Tülin Daloğlu
from Al-Monitor expressed in a recent article the Netanyahu government's
point of view about the gas issue. I quote, “They highlight two points:
Since then, this
adverse effect was termed the “Dutch disease” in economic literature. The
case of
However, the EU is in
a hurry. It has quadruple interests in this gas game: First, the Cypriot gas
can save the island's economy and repay the billons of euros lent by the EU.
Second, it can alleviate Europe's energy dependence on
Another important
issue is, of course, how the gas will be transported to European markets.
There are two alternatives: either by a pipeline through
The liquefaction
requires an investment worth $10 billion. Private investors will think twice
before making such an investment because it is not yet confirmed if the
liquefied gas will be as competitive as Russian and Caspian gas. The cheapest
way is, for sure, a pipeline. Nevertheless, the security issue comes into the
picture at this point. The precondition of a pipeline from
|
14 Nisan 2013 Pazar
A modest revival in sight
Recent Industrial Production Index (IPI)
publications, as well as the February current account balance allow us to see
a bit more clearly now in the debate about an economic revival. The
growth in the Turkish economy has greatly decelerated in the last quarter of
2012 due to weak internal demand and sluggish exports. The monetary loosening
introduced by the Central Bank (CBRT) in the autumn did not produce the
expected signs of revival until February. However, these signs became more
apparent with the February figures, keeping the 4 percent growth forecast in
the medium-term economic program (OVP) still in range.
|
|||
|
|
||
The seasonally
adjusted IPI increased by 1.5 percent compared to January. This is rather a
robust increase, signaling that the long-awaited revival is underway.
Nevertheless, we should note that demand for consumer durables is still weak.
The increase is due to a stronger demand for non-consumer durables and
investment goods. But this modest revival had its expected impact on the
current account balance without delay. The foreign trade deficit rose by $1
billion, reaching $6.9 billion and the current account deficit increased, for
the first time since October, to $48.4 billion in February.
Given these
developments,
However, I would like
to underline that even in that case, we will be still far from the 4 percent
growth rate that is admittedly the minimal level acceptable to the Justice
and Development Party (AK Party) government, for obvious political reasons.
The first electoral challenge is approaching, since the local elections will
be held in March 2014. Moreover, as noted above, a revival only based on
domestic demand will automatically raise the current account deficit. BETAM
forecasts a ratio of 6 percent deficit to GDP for the first quarter, but this
ratio would certainly increase with domestic-led growth. In the absence of
radical structural reforms, the only remaining way to have more balanced
growth would be the depreciation of the Turkish lira. Let me recall that the
real exchange rate has already entered the danger zone as defined by the
Central Bank (CBRT). The Bank will certainly try to prevent further
appreciation of Turkish lira in the near future by lowering its interest
corridor and even its policy rate, but at the same time it has to curb the
credit expansion which has also entered the danger zone, according to the
CBRT's criteria.
As I mentioned in my
article last Saturday, the CBRT is facing unpleasant trade offs. A further
loosening of the monetary policy aiming to smoothly depreciate the real
exchange rate could put the inflation target in difficulty and then the
credibility of the CBRT would be at risk. Otherwise, a relatively high and at
the same time balanced growth would be difficult to achieve, if not
impossible. So, the Turkish economy seems to be squeezed between a low but
safe growth and a decent growth, socially and politically acceptable, but
threatening macroeconomic stability.
This dilemma shows
once again the limits of monetary policy to try to achieve multiple goals. I
supported the new policies of the CBRT from the beginning and I believe that
they have done a good job thus far in the implementation of the so-called
“rebalancing process.” The current account deficit has been reduced to a
controllable level, however economic growth could have been higher last year.
But now the CBRT has
difficulty launching policies on its own. The danger is that the AK Party
government may make the wrong choice trying to help CBRT. It could be more
inclined to loosen fiscal policy instead of pushing the structural reforms
that have been put on hold for a while.
|
Çalışan çocuklar
Köşe
yazarlığının “günceli izle” şeklindeki temel düsturunu bugün dikkate almıyorum.
Son sanayi üretim rakamları ve bu rakamların beklenen canlanma açısından
anlamları tartışmasına girmeyeceğim. Yine de bir cümleyle kanaatimi belirteyim:
İç talep canlanıyor. Bu sıcak konu yerine basınımızın es geçtiği bir konuya,
‘çalışan çocuklar’ konusunu ele almak istiyorum.
TÜİK
geçin hafta 2012 Çocuk İşgücü İstatistiklerini yayınladı. Bu öyle her ay, hatta
her yıl yayınlanan bir istatistik değil. En son 2006 yılında yayınlanmıştı.
Çalışan çocuklar sorunu tüm Dünyada yakından izlenen, ekonomik olduğu kadar da
toplumsal bir sorun. Normalde çocuk çalıştırmak yasak. Bu nedenle 6-14 yaş
grubunda ekonomik faaliyetlere dahil olan çocuklar (ev işlerinde çalışanlar
ayrıca değerlendiriliyor) özel hane halkı anketleri aracılığı ile belirli
aralıklarla izleniyor.
Kırda
artış, kentte düşüş
Türkiye’de
durum nedir? İlk bakışta pek parlak görünmüyor. Son altı yılda çalışan çocuk
sayısı yaklaşık 300 bin civarında sabit kalmış. Hızlı ekonomik gelişmeyle
övündüğümüz bir dönemde çalışan çocuk sayısında belirgin bir azalmanın olmaması
şaşırtıcı. Oysa “şeytan ayrıntılardadır” özdeyişini doğrularcasına rakamların
ayrıntısına inildikçe daha farklı bir manzara ile karşılaşıyoruz. Toplamda
çalışan çocuk sayısı değişmese de bileşiminde önemli değişikliler söz konusu.
2006’da 152 bin olan tarlada çalışan çocuk sayısı 2012’de 200 bine yükselmiş.
Buna karşılık sanayi ve hizmetlerde çalışan çocuk sayısı da 113 binden 92 bine
gerilemiş. Dolayısıyla günümüzde çalışan çocukların üçte ikisisin tarlada
çalışanlar oluşturuyor. Bunların hemen hemen tümü “ücretsiz aile işçisi”
statüsünde. Bunlar tarla işlerinde yetişkin aile fertlerine yardım eden
çocuklar.
Tarımda
çalışan çocuk sayısının artması sürpriz sayılmaz. 2008’den 2011’e tarım
istihdamının 1 milyon 200 bin kadar arttığını, 2012 yılında da artışın
durduğunu biliyoruz. Bu şaşırtıcı gelişmenin nedenleri henüz tam olarak
açıklığa kavuşturulmuş değil. Merkalısı kısmi bir açıklama için geçen Nisan’da
Betam’ın yayınladığı çalışma tebliğine bakabilir ( Why is Agricultural
Employment Increasing in Turkey?”). Çok büyük ölçüde aile işletmelerinin
çerçevesinde gerçekleşen bu istihdam artışına paralel olarak tarlada çalışan
çocuk sayısının artmış olması normal. Bu vesileyle kentlerde çalışan çocuk
oranının yüzde 1,6’dan yüzde 1’e düştüğünü, kırsal kesimde ise yüzde 4,4’den
yüzde 5,6’ya yükseldiğini belirteyim.
Hem
çalışırım hem okurum
Çalışan
çocuklardan söz açılınca akla ilk olarak “peki okul ne oluyor?” sorusu geliyor.
Rakamlar ekonomik faaliyette bulunmanın okula devamı engellemediğini
gösteriyor. 2006’da yaklaşık 11 milyon
400 bin olan 6-14 yaş arası toplam çocuk sayısı 2012’de hemen hemen aynı.
Okullaşma oranı ise yüzde 92’den 97’ye çıkmış. Bu oran kentlerde yüzde 94’den
98’e, kırsal kesimde ise yüzde 89’dan 96’ya çıkıyor. Sonuç olarak okullaşma
kırda kente kıyasla daha hızlı artarak kente yaklaşmış. Nitekim, 2006’da kırda
okula devam etmeyen çocuk sayısı 60 binden 37 bine düşmüş.
Kuşkusuz,
az da olsa ( 92 bin) sanayide ve hizmetlerde çalışan çocukların varlığı
önemsenmesi gereken toplumsal bir sorun. Gelecek yıllarda bu sayının
sıfırlanması için özgün politikalara ihtiyaç var. Ancak çalışan çocuk olgusunun
memleketimizde büyük ölçüde tarımsal bir sorun olduğu da kabul edilmeli.
Tarımda aile işletmeleri var olduğu sürece tarlada çalışan çocuklar görmeye
devam edeceğiz.
11 Nisan 2013 Perşembe
Çalışan çocuklar
Köşe
yazarlığının “günceli izle” şeklindeki temel düsturunu bugün dikkate almıyorum.
Son sanayi üretim rakamları ve bu rakamların beklenen canlanma açısından
anlamları tartışmasına girmeyeceğim. Yine de bir cümleyle kanaatimi belirteyim:
İç talep canlanıyor. Bu sıcak konu yerine basınımızın es geçtiği bir konuya,
‘çalışan çocuklar’ konusunu ele almak istiyorum.
TÜİK
geçin hafta 2012 Çocuk İşgücü İstatistiklerini yayınladı. Bu öyle her ay, hatta
her yıl yayınlanan bir istatistik değil. En son 2006 yılında yayınlanmıştı.
Çalışan çocuklar sorunu tüm Dünyada yakından izlenen, ekonomik olduğu kadar da
toplumsal bir sorun. Normalde çocuk çalıştırmak yasak. Bu nedenle 6-14 yaş
grubunda ekonomik faaliyetlere dahil olan çocuklar (ev işlerinde çalışanlar
ayrıca değerlendiriliyor) özel hane halkı anketleri aracılığı ile belirli
aralıklarla izleniyor.
Kırda
artış, kentte düşüş
Türkiye’de
durum nedir? İlk bakışta pek parlak görünmüyor. Son altı yılda çalışan çocuk
sayısı yaklaşık 300 bin civarında sabit kalmış. Hızlı ekonomik gelişmeyle
övündüğümüz bir dönemde çalışan çocuk sayısında belirgin bir azalmanın olmaması
şaşırtıcı. Oysa “şeytan ayrıntılardadır” özdeyişini doğrularcasına rakamların
ayrıntısına inildikçe daha farklı bir manzara ile karşılaşıyoruz. Toplamda
çalışan çocuk sayısı değişmese de bileşiminde önemli değişikliler söz konusu.
2006’da 152 bin olan tarlada çalışan çocuk sayısı 2012’de 200 bine yükselmiş.
Buna karşılık sanayi ve hizmetlerde çalışan çocuk sayısı da 113 binden 92 bine
gerilemiş. Dolayısıyla günümüzde çalışan çocukların üçte ikisisin tarlada
çalışanlar oluşturuyor. Bunların hemen hemen tümü “ücretsiz aile işçisi”
statüsünde. Bunlar tarla işlerinde yetişkin aile fertlerine yardım eden
çocuklar.
Tarımda
çalışan çocuk sayısının artması sürpriz sayılmaz. 2008’den 2011’e tarım
istihdamının 1 milyon 200 bin kadar arttığını, 2012 yılında da artışın
durduğunu biliyoruz. Bu şaşırtıcı gelişmenin nedenleri henüz tam olarak
açıklığa kavuşturulmuş değil. Merkalısı kısmi bir açıklama için geçen Nisan’da
Betam’ın yayınladığı çalışma tebliğine bakabilir ( Why is Agricultural
Employment Increasing in Turkey?”). Çok büyük ölçüde aile işletmelerinin
çerçevesinde gerçekleşen bu istihdam artışına paralel olarak tarlada çalışan
çocuk sayısının artmış olması normal. Bu vesileyle kentlerde çalışan çocuk
oranının yüzde 1,6’dan yüzde 1’e düştüğünü, kırsal kesimde ise yüzde 4,4’den
yüzde 5,6’ya yükseldiğini belirteyim.
Hem
çalışırım hem okurum
Çalışan
çocuklardan söz açılınca akla ilk olarak “peki okul ne oluyor?” sorusu geliyor.
Rakamlar ekonomik faaliyette bulunmanın okula devamı engellemediğini
gösteriyor. 2006’da yaklaşık 11 milyon
400 bin olan 6-14 yaş arası toplam çocuk sayısı 2012’de hemen hemen aynı.
Okullaşma oranı ise yüzde 92’den 97’ye çıkmış. Bu oran kentlerde yüzde 94’den
98’e, kırsal kesimde ise yüzde 89’dan 96’ya çıkıyor. Sonuç olarak okullaşma
kırda kente kıyasla daha hızlı artarak kente yaklaşmış. Nitekim, 2006’da kırda
okula devam etmeyen çocuk sayısı 60 binden 37 bine düşmüş.
Kuşkusuz,
az da olsa ( 92 bin) sanayide ve hizmetlerde çalışan çocukların varlığı
önemsenmesi gereken toplumsal bir sorun. Gelecek yıllarda bu sayının
sıfırlanması için özgün politikalara ihtiyaç var. Ancak çalışan çocuk olgusunun
memleketimizde büyük ölçüde tarımsal bir sorun olduğu da kabul edilmeli.
Tarımda aile işletmeleri var olduğu sürece tarlada çalışan çocuklar görmeye
devam edeceğiz.
9 Nisan 2013 Salı
Working children
|
|
6 Nisan 2013 Cumartesi
Central bank facing trade-offs
Turkish Central Bank Governor Erdem
Başçı did not delay reacting to low economic growth, which was recently
estimated at 2.2 percent for 2012 by the Turkish Statistics Institute
(TurkStat). “The central bank will continue to use all the tools in its
arsenal to continue a policy of balanced growth,” Başçı told reporters after
a bank meeting in
|
|||
|
|
||
Başçı spoke of the
need to reduce core inflation of around 5 percent by the end of the year,
warning that rising inflation and a growing trade deficit could throw the
economy into recession. The same day, Governor Başçı, addressing a conference
organized by the Mardin Chamber of Industry and Commerce, said that a “U-turn
is already apparent in the first quarter revealed by increasing imports which
signals a revival in domestic demand.” He added that one should expect a
slightly higher current account deficit (CAD) ratio this year over last year
and gave a definition of “balanced growth” explaining that “balanced growth
means a growth taking into consideration internal balance, i.e., price
stability, as well as external balance, i.e., the balance of payments.”
Governors of central
banks are well known for their hermetic-style declarations. The above
statements from Mr. Başçı could be, admittedly, evaluated in this context,
but I think they reveal also some confusion in the mindset of the central
bank, which is facing unpleasant tradeoffs. Let's consider at least two of
them: The first trade off, a classical one, is between inflation and an
increase in domestic demand. The second one is between an acceptable growth
for the society and a sustainable CAD, important for the investors.
Let's start with the
inflation versus domestic demand issue. The yearly inflation has been
estimated at 7.3 percent in February. It is quite above the central bank's
target of 5 percent. This gap is the main constraint on monetary policy. The
central bank will not be blamed if the year-end inflation is not getting
close to 5 percent but it certainly risks loss of credibility if it is not
able to curb inflation close to 6 percent since it displayed a rather bad
performance on the inflation front last year. Its maneuvering space is not
very comfortable. Despite low capacity utilization rates in the manufacturing
sector, which authorize an increase in domestic demand, this increase should
anyhow be a moderate one. The central bank is aware of this constraint since
it insists on the 15 percent threshold it put on the yearly growth of banking
credit volume. However, it should be noted that credit expansion has already
reached 20 percent and it would be very difficult for the central bank to tighten
monetary policy in the actual context of low growth.
I think the main
question is: Were the restrictions on bank loan expansion enough to attain
the planned 4 percent growth that is based on the domestic demand? Let me
remind you that the last figures show more rapidly increasing imports than
exports. There is now a large consensus among economists, including Mr.
Başçı, that one should not expect a positive contribution to the growth from
net exports as was the case last year. Before the unexpectedly low growth is
confirmed, Mr. Başçı was defending a different growth regime in which
external demand and domestic demand have to contribute together. This first
definition of “balanced growth” seems to have been abandoned now.
The acceptance of an
increasing CAD by Mr. Başçı means that despite a growth of 4 percent fully
based on domestic demand its financing will not be a problem. I am not so
sure. This will depend first on the strength of the increase and second on
the investors' appetite to finance it. The CAD share in gross domestic
product (GDP) was 6 percent in 2012, while the growth was almost fully led by
net exports. This year a higher growth fully led by domestic demand can carry
this ratio over 7 percent. One can admit that this will not be a drama this
year, but what about next year, if the CAD continues to increase?
Macroeconomic
fundamentals should be kept in check if one wants to keep the investors'
appetite alive for Turkish assets. Investor confidence will be key for this.
Fiscal discipline constitutes the gist of this confidence. So, fiscal
loosening cannot be envisaged for the domestic demand revival policy.
Moreover, the central bank has almost hit the limits in the monetary
loosening. “The year of balanced growth” seems instead to be the year of
difficult tradeoffs.
P.S. I learned after
this article was sent to the editor that Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan
has declared that a 6 percent interest rate is still high and must be
lowered. Political pressure on the central bank is increasing.
|
3 Nisan 2013 Çarşamba
İniş sert oldu
Geçen
yıl bugünlerde iç talebe dayanan ve cari açığı sürdürülemez düzeye taşıyan
yüksek büyümeden daha dengeli bir büyümeye geçişi tartışıyorduk. İniş şarttı.
İktisatçıların çoğunluğu, ki bunlara ben de dahildim, yumuşak inişin mümkün
olduğunu savunduk. İyi hatırlıyorum, IMF’in yüzde 2.2 olarak belirlediği ilk
büyüme tahmini yayınlandığında burun kıvırmıştık. Bahar aylarından itibaren
iyimser kampı terk ettim. Bu köşede “tatlı sert” inişten söz etmeye başladım.
Sonbaharda ise pek çok tahminci gibi ben de büyümenin yüzde 3’ün altına
düştüğünü savunmaya başladım. Sonuçta 2012 büyümesi beklenenden de düşük geldi.
İniş sert oldu.
2012
için Orta Vadeli Program yüzde 4 büyüme öngörmüştü. Yine hatırlıyorum Hükümet
ve iş çevrelerinden “bu büyüme bizi kesmez” diyenler olmuştu. Bununla birlikte
çoğunluk nispeten düşük de olsa, dış talep ile iç talebin birlikte dengeli bir
şekilde destekleyeceği bir büyümenin en iyi strateji olduğu konusunda hem
fikirdi. Ama olmadı. İç talep geriledi. Özel tüketim yüzde 0,7, özel yatırımlar
da yüzde 4,5 oranında azaldı. Kamu harcamalarındaki artışa rağmen iç talep düştü. Büyümeyi çok
büyük ölçüde ihracatın ithalattan hızlı artması sonucunda net ihracat kalemi
sırtladı. Yüzde 2,2 ile büyüme beklenenin oldukça altında kaldı. Tek teselli
cari açık oranının yüzde 10’dan yüzde 6’ya gerilemesi oldu.
Artık
kalkışa bakalım
İniş
tamamlandığına göre artık kalkışa bakalım. Oyun planı değişmiş değil. Hükümet
ve zımnen Merkez Bankası bu yıl da yüzde 4 büyüme öngörüyor ve bu büyümenin
dengeli olmasını arzuluyor. Merkez bankası Başkanı Erden Başçı, iç talebi
canlandırmak istediklerini ama dış talep ne kadar katkı yaparsa o kadar iç
talep artışına izin vereceklerini ifade etmişti. Geçen yıl beceremedik ama bu
yıl daha umutlu olabilir miyiz? Doğrusu karamsarım. Büyüme yüzde 4 olabilir, ama
dengeli olacağından şüpheliyim.
Merkez
Bankası’nın Eylül’den itibaren para politikasını tedricen gevşetmesi ile kredi
faizlerinin düşmesi sonucu, gecikmeli de olsa, iç talebi bir miktar
canlandırması bekleniyor. 2012 son üç ayında beklenen canlanma olmadı. Bununla
birlikte bu yılın öncü göstergeleri ılımlı bir canlanmaya işaret ediyor.
Tüketim, özellikle de yatırımlar ne kadar artar? Bir öngörüde bulunmak için
henüz erken. Esas endişelenmemiz gereken konu net ihracatın büyümeye geçen yıl
olduğu gibi pozitif katkı yapmaya devam edip etmeyeceği?
İlk
iki ayın dış ticaret rakamları bu konuda
ümit vermiyor. Kabaca da olsa fikir edinebilmek için basit bir hesap yaptım.
TÜİK’in mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış 2013 Ocak-Şubat ihracat ve
ithalat rakamlarını 2012 Kasım-Aralık rakamları ile karşılatırdım. İhracat
yüzde 2,7, buna karşılık ithalat yüzde 10,5 artmış. Bu iyi haber değil. İç
talep canlandıkça iyi bildiğimiz iç talebe dayalı büyüme patikasına geri
dönüyoruz gibi duruyor. Dengeli büyüme için ihracatta hızlı ve kalıcı
artışların gerçekleşmesi gerekiyor.
Bunun
için kısa vadede iki yol var: Dış talepte güçlü artış ile Türk Lirası’nın reel
kura rekabet gücü kazandıracak kadar değer kaybetmesi. Dış talepte güçlü artış
zor görünüyor. Eski ağırlığını kaybetse de Avrupa en büyük pazarımız olmaya
devam ediyor. Ama ne yazık ki Avrupa’nın bu yılda durgunluktan çıkmayacağı
görülüyor. ABD daha umut verici. Ama bize etkisi dolaylı, dolayısıyla da
sınırlı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya ihracat artışları devam ediyor. Ortalık
karışmazsa ihracat artışına esas destek bu bölgeden gelecek. Ancak yeniden
canlanan ithalatı telafi etmeye yeter mi? Çok şüpheliyim.
2 Nisan 2013 Salı
Hard landing is confirmed
|
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)