Geçen hafta Çarşamba bu köşede TL’nin değerlenmesi ve buna karşı Merkez
Bankası’nın muhtemel yanıtı üzerine düşüncelerimi paylaşmıştım. Salı günü
yazıyı yazarken meğer Soma’nın bir kömür madeninde büyük bir iş cinayeti
işleniyormuş. Aradan bir hafta geçti. Cinayete
dair gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. İnsan ister istemez geçenlerde
kaybettiğimiz büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazaretsi” adlı
romanını hatırlıyor. Biliyorsunuz roman “Önceden ilan edilmiş cinayetin öyküsü”
alt başlığını taşır.
Evet, facia geliyorum
demiş. 301 madencinin canı pahasına kömür madenlerimizin nasıl çalışma
güvenliği hiçe sayılarak işletildiğini, nasıl bir sömürü düzeninin kurulmuş
olduğunu, Türkiye’nin 1998’de yürürlüğe giren Uluslararası Çalışma Örgütü’nün
“Maden Güvenlik ve Sağlık Konvansiyonu” nu imzalamamakta direndiğini, faciadan
20 gün önce muhalefet tarafından Meclis’e verilen soru önergesinin iktidar
tarafından geçiştirildiğini öğrendik.
AKP
yönetme kabiliyetini kaybediyor
Ama Soma trajedisi bize
bir başka şey daha öğretti. Kendi payıma konuşayım, Gezi olayları ve rüşvet
skandalından beri hissetmekte olduğum bir olgu Soma’da adeta ete ve kemiği
büründü. Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarı Türkiye’yi asgari demokrasi ve özgürlük ilkeleri çerçevesinde yönteme
kabiliyetini giderek kaybediyor. İlk günlerde Başbakan’ın ve ilgili bakanların
facia karşısında gösterdikleri tepki ibretlikti. Başbakan kömür madenlerinde ölümün işin
doğasında olduğunu savundu. Öfkenin doruğa ulaştığı Soma’da halktan tepki gördü.
Kontrolden çıkıp bir vatandaşı tokatladı.
Korumaları ’da dövdü. Başbakanın gayretli bir danışmanı da iki polisin
yere yıktığı bir başka vatandaşı tekmelerken kayda geçti.
İlgili bakanlar bize yanan madenin nasıl örnek bir
işletme olduğuna, düzenli ve başarılı (!) bir şekilde denetlendiğini,
dolayısıyla kazanın kaçınılmazlığına inandırmaya çalıştılar. Tokadı ve tekmeyi
yiyenlerinden kışkırtıcılardan ibaret olduklarını ve gördükleri muameleyi hak
ettiklerini iddia ettiler. Ancak gerçekler ortaya çıktıkça bu savunma
pozisyonunu sürdüremediler.
Şimdi tüm sorumluluğu lanet madeni işleten
şirketin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Meclis’e araştırma önergesi veriyorlar.
ILO sözleşmesini imzalamaya hazırlanıyorlar. Şirketin büyük sorumluluk taşıdığına şüphe
yok. Ama faciadan bir o kadar da 10 yıllık iktidarları döneminde ILO
sözleşmesini imzalamayı reddeden, ne pahasına olursa olsun daha fazla kömür
politikası güdüp, kömür madenlerinde yaşanmakta olan güvenlik sefaletini
görmezlikten gelen AKP iktidarı sorumludur.
Cumhurbaşkanı seçimi
Burada elbette siyasal sorumluluk söz konusu.
Bizde görevi ihmalden istifa etmek diye bir gelenek olmadığından cezayı kesmek
seçmene kalıyor. Önümüzdeki ilk olarak cumhurbaşkanlığı seçimi var. Soma
faciasına rağmen Başbakanın adaylıktan vazgeçeceğini hiç sanmıyorum. Peki
seçilebilir mi? Soma faciası şansını azaltmış olabilir mi? Bu soruların yanıtı
iki başka sorunun yanıtına bağlı: Bir, AKP’ye daha çok siyasal istikrar,
ekonomik performans, sosyal yardımlar gibi nedenlerle oy veren ama ideolojik
olarak da kendini bu partiye bağımlı hissetmeyen “bağımsız’ seçmenler “bu
kadarı da fazla” derler mi? İki, CHP’nin
adayı ikinci turda MHP ve BDP’nin adaylarına oy veren seçmenlerin kahir ekseriyetinin
desteğini alabilir mi?
Açıkçası
bir tahminde bulunamıyorum. Sayın Erdoğan’ın ikinci turda seçilme ihtimalini
halen yüksek görüyorum. Ama şu soruları da sormadan edemiyorum: Öfkesini
kontrol edemeyen, nefret söylemiyle Türkiye’yi ortasından ikiye bölen, mutlak
iktidarı arzulayan bir siyasi lider “Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin
birliğini” nasıl temsil edecek? “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu
çalışmasını” nasıl gözetecek? (Bkz Anayasa 104. Madde).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder