Geçen hafta Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 1 Ekim tarihli Wall Street
Journal-Türkiye’de “Türkiye orta gelir tuzağından nasıl kaçacak?” başlıklı bir
yazı yayımladı. Bu girişimi olumlu bulduğumu belirteyim.
Ekonomide
güncel sorun düşük büyüme ve büyümenin kalitesi. Orta gelir tuzağı tartışması
da bu bağlamda gündemimize girdi.
Orta
gelir tuzağı kavramı, kişi başına gelir 10 bin doların üzerine çıktığında bunu
16-17 bin dolara çıkarmanın 10 bin dolara çıkarmaktan çok daha zor olduğunu,
çünkü GSYH büyümesinin orta gelir düzeyinden itibaren çok daha fazla verimlilik
artışlarına dayanması gerektiğine işaret eder. Ekonomik kalkınmanın ilk
aşamasında sermaye stoku düşük olduğundan makul bir yatırım oranıyla kişi
başına geliri hızla artırmak mümkündür. Ancak GSYH belirli bir düzeye
ulaştığında yatırımların büyümeye katkısı doğal olarak düşer. Gelir artışını
devam ettirebilmek için verim artışının büyümeye katkısının yükselmesi gerekir.
Bu da teknolojik ilerlemeye, beşeri sermayenin gelişmesine ve ekonominin
kurumsal olarak etkin çalışmasına bağlıdır.
İşte bu
noktada Türkiye ekonomisi teklemeye başladı. Kişi başına gelir bir yandan
yüksek büyüme diğer yandan Türk Lirası’nın fazlasıyla değerlenmesi ile 2003’ten
2011’e 3 bin 500 dolardan 10 bin doların üzerine çıktı. Ancak son üç yıldır
düşük büyüme ve Türk Lirası’nın değer kaybına bir de verimlilik artışlarının
durması eklenince, kişi başına gelir yerinde saymaya başladı.
Bakan
Şimşek, 1960’lardan bu yana 101 orta gelirli ekonomiden yalnızca 13’ünün bu
“önemli sıçramayı” başardığını belirterek, işin zorluğunu teslim ediyor. Buna
rağmen Türkiye’nin 2023’te 25 bin dolar kişi başına geliri yakalayacağına
güveni tam. 25 bin dolar hedefinin olanaksızlığını 18 Eylül tarihli yazımda
göstermiştim. Gerekçelerime dönecek değilim. Zaten konumuz açısından önemi de
yok. Türkiye 2023’te kişi başına gelirini 18 bin dolara çıkartabilirse, bu hem
büyük başarı olur hem de orta gelir tuzağından kurtulmuş oluruz.
18 bin
doların belirli koşullar altında mümkün olduğunu yazımda belirtmiştim. Sayın
Şimşek de hemen hemen aynı koşulları zikrediyor: “Beşeri sermaye stokunun
kalitesini güçlendirmek”, “İşgücü piyasasını esnekleştirmek”, “ulusal teknoloji
ve inovasyon kapasitemizi geliştirmek”.
Beşeri
sermayemizi geliştirmek için eğitim sistemimizi her kademede reforma tabi
tutmamız gerekiyor. Şimşek, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığını, öğretmen
sayısının hızla artırıldığını belirtiyor. Ama eğitim kalitesinin temeli olan
öğretmen kalitesi hakkında bir şey söylemiyor. Geçen hafta Eğitim Reformu
Girişimi bir rapor yayınladı. Durum hiç parlak değil. İki saptamayı kısaca
aktarayım: Okulöncesi eğitim hedeflerinin halen çok gerisindeyiz. Ulusal
Öğretmen Stratejisi belgesinde öngörülen politikaların da hiçbiri uygulamaya
geçmemiş durumda. Ayrıca zorunlu eğitime 4 yıl eklemekle lise çağında okullaşma
oranının kendiliğinden artacağını beklemek beyhude.
İşgücü
piyasasının esnekleştirilmesi konusunda da köklü reformlar yapılabilmiş değil.
Bu reformlardan en önemlisi kıdem tazminatı oy kaygısıyla rafa kaldırıldı.
Ar-Ge harcamalarını son yıllarda ikiye katlayarak GSYH’nın yüzde 1’e
çıkardığımız doğru. Şimşek, bu oranın 2018’de yüzde 1,8’e, 2023’te yüzde 3’e
çıkarılacağını söylüyor. Ancak ulusal teknoloji ve inovasyon salt daha fazla
teşvik vererek elde edilmez. Bu teşvikleri talep edecek ve yerinde kullanacak
firmalar ve vasıflı işgücü de gerekir.
Maliye
Bakanı “ikinci nesil reformları” uygulamaya başlayacaklarını söylüyor. Umarım
öyle olur. Şimdilik eğitimde dershaneleri kapatmak, zorunlu okul-zorunlu din
dersi, başörtüsünü her kademede serbest bırakmak, “paralelcilerle(!)” de her
alanda mücadele etmek gibi konularla iştigal ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder