Pazar günkü yazımda “Merkez Bankası direniyor ama yetmez” demiştim.
“Direnme” faslı geçen hafta Para Politikası Kurulu’nun (PPK) siyasal baskıları
kulak ardı ederek hiçbir faizini indirmemesine dairdi.
“Yetmez” faslı ise Sayın Babacan’ın Merkez
Bankası’nın enflasyonla mücadelesine yeterince güçlü bir destek vermemesine
gönderme yapıyordu. Aradan geçen üç gün içinde Türk Lirası değer kaybetmeye
devam etti. Aynı zamanda Merkez Bankası sessiz sedasız fiili fonlama faizini
artırmaya başladı. Bu gelişmeler, “Para politikasının etkinliği zayıflıyor mu?”
sorusunu sormanın zamanının geldiğini düşündürüyor.
Para
politikası bilindiği gibi Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın faizi
(kısaca fonlama faizi) aracılığı ile icra edilir. Bu faiz arttığında piyasa ve
kredi faizlerinin artması, indirdiğinde ise bu faizlerin azalması beklenir. Bu
bağlamda faiz kanalına bir de döviz kuru kanalını eklemek gerekir. Merkez
Bankası aşırı sıcak para giriş ve çıkışlarını faiz değişikliği yaparak kontrol
altına almaya çalışır çünkü Türk Lirası’nın hızlı değer kaybı enflasyonu
kamçılar, hızlı değer kazancı ise dış açığı artırır. Merkez Bankası’nın faizi
ile piyasa faizleri ve kur arasındaki bağ koptuğu takdirde para politikası etkinliğini
yitirmeye başlar.
Geçmişte
bu bağın koptuğu dönemler oldu. Ardından Merkez Bankası sert faiz artışları
yapmak zorunda kaldı. Son örnek 28 Ocak’ta olağanüstü PPK toplantısında yapılan
sert faiz artışı. Bugün de bu kritik bağın kopmakta olduğuna dair işaretler
var. PPK’nın son toplantısında faiz indirimine gitmemesinin Türk Lirası’nın son
haftalarda yaşamakta olduğu hızlı değer kaybını durdurması, hatta bir miktar
geri çevirmesi, artı piyasa gösterge tahvil faizini düşürmesi beklenirdi.
Oysa
böyle olmadı. Toplantı öncesi dönemde 0,5 dolar + 0,5 Euro’luk sepet kur
2,50’nin biraz üzerindeydi ama yükselmeye başlamıştı. Toplantının arefesinde
sepet kur 2,56’ya ulaşmıştı. Dün sabah sepet kur 2,59’a dayandı. Yüzde 9,5
civarında seyreden piyasa faizi ise yüzde 9,9’a yükseldi. Oysa, indirmeyerek
doğrusunu yaptığını söylediğim politika faizi, ki şubattan bu yana fonlama
faizidir, yüzde 8,25’te duruyor. Durumun kontrolden çıkmaya başlamasının miladı
Merkez Bankası’nın temmuzda yaptığı üçüncü 50 baz puanlık faiz indirimidir.
Geriye dönüp baktığımızda Merkez Bankası faizi-piyasa faizi bağının bu karardan
sonra kopmaya başladığı açıkça görülüyor.
Reel
kurun makul bir düzeyde olduğu bir dönemde (reel kur endeksi 2003’e kıyasla
sadece yüzde 10 kadar daha yüksek) Türk Lirası’nın değer kaybediyor olması
açıktır ki yüksek enflasyonla mücadele eden Merkez Bankası açısından arzu
edilen bir durum değil. Şubat öncesinde yaşanan büyük değer kaybının enflasyon
etkilerinin tükendiği ve bu sayede enflasyonda düşüş beklendiği bir dönemde
Türk Lirası’nın yeni bir değer kaybı dönemine girmesi söz konusu. Yıl sonunda
enflasyonun bir kez daha Merkez Bankası’nın yüzde 7,6 tahminin üzerinde
gerçekleşeceği kesin. Bırakın yüzde 5’lik hedefi, tahminlerin bile tutmadığı
bir ortamda kur ve enflasyon beklentilerindeki artış eğilimi nasıl geri
çevrilecek meçhul.
Merkez
Bankası yönetiminin durumun vahametinin farkında olduğuna kuşkum yok. Ancak
gereken tepkiyi veremiyor. Hadi diyelim ki yaz boz tahtası olmasın diye faiz
artışı yapamadı. Ama en azından yapacağına dair geçen hafta güçlü bir mesaj
verebilirdi. Bunun yerine sessiz sedasız daha yüksek olan günlük faizini
kullanmaya başlayarak fonlama faizini yukarı çekmeye başladı. Salı akşamı
itibarıyla piyasaya verdiği paranın ortalama maliyeti yüzde 8,72’ye
yükselmişti. Çaktırmadan faiz yükseltmekle kaybedilen güven geri kazanılamaz.
Not: Bu yazı 2 Ekim 2014 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder