Şu sıralar merkez
bankalarının görevleri ile ilgili hararetli bir tartışma başlamış bulunuyor. Bizde
bu tartışma iki yıl önce, TCMB’nin yeni para politikasını devreye sokmasıyla
başladı. Kimi zaman alevlendi kimi zaman küllendi, ama hiç bitmedi. Bu arada
FED bombayı patlattı. ABD’de işsizlik yüzde 6,5’e düşünceye kadar (şu sıralar
yüzde 8 civarında) sıfır faiz politikasını enflasyon kalıcı olarak yüzde 2,5’in
üzerine çıkmadıkça sürdüreceğini ilan etti. Ortalık çalkalanıyor. Neyse, FED’i
bir yana bırakıp kendi işimize bakalım.
2010
sonbaharında Türkiye ekonomisi ilginç bir hal almıştı. Ekonomi 2009’un
2.çeyreğinden itibaren krizden çıkmış ve hızla büyümeye başlamıştı. 2010
sonbaharında tamamen iç talebe dayalı bu büyüme yüzde 8’i aşmış, cari açık
rekor düzeylere çıkmış, Türk lirası da aşırı değerlenme yolunda ilerlemeye
başlamıştı. Hükümet yüksek büyümeden haliyle çok memnundu. Patlayan ithalatın
getirdiği ek vergilerle rahatlayan bütçe sayesinde bu ek gelirleri harcayarak
ekonomiye ilave gaz veriyordu. Hızla gelişen makro dengesizliklerin vahim bir
kazayla sonuçlanacağını gören Merkez Bankası devreye girmek zorunda kaldı.
Merkez
Bankası’na geçer not
Kredi
genişlemesini yavaşlatmak, Türk lirasına bir miktar değer kaybettirmek ve cari
açığı azaltmak gerekiyordu. Ekonomide birden fazla amaç güdülünce en az bir o
kadar da araç kullanmak zorunluluğu vardır. Bizim Merkez Bankası da yeni
araçlar geliştirdi. Para piyasası günlük faizleri için bir koridor oluşturarak
para politikasına esneklik kazandırdı. Amaç bilinçli belirsizlik yaratarak
sıcak parayı dizginlemekti. Ayrıca çılgın kredi artışını durdurmak için
BDDK’dan yardım alındı. 2012’de bu araçlara yenileri katıldı. Rezerv Opsiyonu
adı altında yeni bir araçla döviz piyasasında arz ve talep fazlalarını Merkez
Bankası devreye girmeden dengeleme yoluna gitti.
Peki
başarılı oldu mu? Bana göre büyük ölçüde oldu. Türk Lirası tekrar rekabetçi
düzeye geldi, büyümeyi net ihracat sürükler oldu ve cari açığın GSYH’ya oranı
yüzde 10’dan yüzde 7’nin altına geriledi. Kur 2012’de oldukça istikrarlı
seyretti. Enflasyon 2011’de yüzde 5’lik hedeften çok uzaklaşarak yüzde 10’a
tırmandı ama 2012’yi yüzde 6,5 civarında bitirmesi bekleniyor. Tek sorun aşırı
düşen büyüme oldu. Hükümet yüzde 4 bekliyordu, büyük olasılıkla yüzde 3’ün
altında olacak. Düşük büyüme işsizliğin yönünü yukarıya çevirdi.
Aynen devam
Bundan
sonra ne olacak? Dünkü sunumunda Başkan Başçı bu çok amaçlı çok araçlı para
politikası çerçevesini devam ettireceklerini söyledi. Riskli kredi artışlarını
kontrol etmek için gerekirse devreye kaldıraç oranlarını (kaç para ile kaç
paralık kredi yaratılıyor) sınırlayan
yeni bir araç daha devreye sokulacak: TCMB esas görevi olan enflasyonda
iddialı. Yüzde 5’lik hedefe oldukça yaklaşılacağını söylüyor. Bu arada TL’nin
aşırı değerlenmesine ya da aşırı değer kaybına göz yumulmayacağı açıkça
bertiliyor. Erdem Başçı’nın verdiği açık ipuçlarından reel kurun şu sıralar
denge değeri civarında görüldüğü anlaşılıyor. Bu da nominal kurda kontrollü ve
sınırlı bir yükselmeye izin verilecek demektir.
Benim
hatırladığım kadarıyla dün ilk kez bir TCMB başkanının büyüme rakamı telaffuz
ettiğine tanık olduk. Başçı 2013’te büyümenin yüzde 4’ün üzerinde
beklendiğinden söz etti. Bu elbette hedef değil ama büyümenin niteliği konusuna
girmesi Merkez Bankası’nın çaktırmadan büyümeye kafa yormaya başladığını
gösteriyor. Başçı “net ihracatın büyüme katkısı devam edecek ama buna iç
talepten de katkı gelecek” dedi. Benim 2013 tahminlerim gelecek hafta.