Geçen hafta OECD Türkiye
ekonomisinin 2013 ve 2014 yıllarında muhtemel gidişatına yönelik tahminlerini
yayınladı. Bu tahminler kritik öneme sahip. OECD halen yüzde 3 düzeyine
gerileyen büyümenin güç kazanacağını öngörüyor. Ancak bu güçlenmenin yeniden iç
talepteki canlanma sayesinde olmasını bekliyor. Kritik nokta burada. Son bir
yıldır ihracata dayalı büyümenin (ihracat ithalattan daha hızlı artmasıyla net
ihracatın büyümeye katkısının pozitife dönmesini kast ediyorum) yeniden iç
talebe dayalı büyümeye geri dönüşü söz konusu.
OECD bu yıl yüzde 2,9 olarak tahmin ettiği büyümenin
2013’te yüzde 4,1’e, 2014’te de yüzde 5,2’ye yükselmesini bekliyor. Büyümenin
motorunu, bu yıl az da olsa gerilemesi beklenen özel tüketimin gelecek yıl
yüzde 3,3, ardından da 4,4 oranında artması ile bu yıl yüzde 2,3 oranında
gerilemesi beklenen özel yatırımların sırasıyla yüzde 4,1 ve 7,8 oranında artması oluşturuyor. OECD ihracatta
yüzde 5,9 ve 6,8 büyüme öngörürken ithalatta yüzde 5,5 ve 5,8 büyüme söz
konusu. Buna rağmen net ihracatın büyüme katkısı sırasıyla eksi 0,2 ve eksi 0,1
çıkıyor. Cari açığın GSYH’ya oranı da yüzde 7,2’den 2013’te yüzde 7,3 ardından
da yüzde 7,5’e yükseliyor.
Dengelemenin sonu
OECD’nin orta vadeli senaryosunu makul ama aynı zamanda
da hüzün verici bulduğumu söylemeliyim. Gevşetilen para politikası faizleri aşağıya çekti. Kredi faizlerinin
daha da düşmesi muhtemeldir. OECD mali disiplinin devam ettirileceğini
varsayıyor. Umarım öyle olur. Bu gelişmelerin konut ve dayanıklı tüketim malı
talebini canlandırması beklenir. Bu durumda büyümenin güçlenmesi doğaldır. Ama
hangi büyümenin?
OECD’nin orta vadeli senaryosu, geçen yılın 3. çeyreğinde
başlayan ve halen devam ettiği anlaşılan ekonomiye soğutarak dengeleme sürecinin
son bulmasını, diğer ifadeyle dış açığı risksiz bir düzeye indirerek büyümeyi
daha dengeli ve sürdürülebilir kılma çabalarının yarı yolda terk edilmesi anlamına
geliyor. Ama bu senaryo gerçekleştiği takdirde kısa sürede ani sermaye
çıkışlarının tetikleyeceği bir kur şokunun ve bu şokun neden olacağı bir durgunluğun
ille de yaşanacağı anlamına gelmiyor. Sonuç olarak cari açıkta öngörülen artış
oldukça sınırlı. Yine de yüzde 7’nin üzerinde demirleyen ve yükselme eğilimi
gösteren bir dış açığın kırılganlığı artıracağı kesin. Bu durumda Moody’s’in
not artışı konusunda “bekle gör” yaklaşımı haklı çıkacaktır. Fitch’in ise acul
davrandığı söylenecektir.
Köşeye sıkışan ekonomi
Bu manzara bana Türkiye ekonomisinin köşeye sıkışmışlığını
pek güzel tarif ediyor gibi geliyor. Dış açığı küçülterek büyümeyi makul bir
düzeyde tutmayı beceremiyoruz. Büyüme sosyal dengeleri tehdit edecek, özellikle
de işsizliği artıracak kadar gerilediğinde daha dengeli bir büyümeye geçiş
çabalarını terk etmek ve yeniden iç talebi desteklemek zorunda kalıyoruz. Bu
durumda da cari açık arzulanan düzeye düşemeden artışa geçiyor. Bu sıkışmışlıktan
çıkışın tek yolu sanayinin rekabet gücünü ve genel olarak verimliliği artıracak
çok yönlü yapısal reformları bir an önce yapmak. Bu konuyu sık sık dile
getirmekten yoruldum ama elimden başka bir şey de gelmiyor.
Büyümeyi iç talebi canlandırarak güçlendirme stratejisi
Hükümet’in hiç kuşkusuz arzuladığı bir senaryo. Mart 2014’den itibaren peş peşe
üç seçim yaşanacak. Böyle bir döneme girerken düşük büyüme ve yükselen işsizlik
siyasal hesapları alt üst edebilir. Ak Parti iktidarının gerekli ekonomiyi
dengeleyerek uzun soluklu bir büyüme rejimini adım adım inşa etmek yerine zorlu
dönemi alıştığımız yöntemlerle geçiştirmeye çalışması anlaşılır bir şey. Hepsi
bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder