|
29 Ocak 2013 Salı
Uncertainty regarding EU membership is increasing
28 Ocak 2013 Pazartesi
‘Informality' in the Turkish labor market
26 Ocak 2013 Cumartesi
Tahmin hatalarının dayanılmaz maliyeti
IMF Baş iktisatçısı Olivier Blanchard |
Ekonomik
kurumlarda çalışan iktisatçılar iktisat politikalarına yol göstermek amacıyla
gelecekle ilgili tahminlerde bulunurlar. Bu tahminleri yaparken iktisat
teorisinin bulgularını, bu bulgulardan yola çıkılarak inşa edilmiş modelleri ve
bu modellere dayanan ampirik araştırmaları kullanırlar. Ne ki, tüm bu araçlar
çoğu zaman ekonomik gerçekleri iyi yansıtmaktan uzaktırlar. Diğer ifadeyle
hatalıdırlar. Sorun şu ki bu hatalar akademik makalelerde yapılan hatalarda
olduğu gibi yazarlarını bağlayan beceriksizlikler gibi masum değildirler.
Yanlış politikaların uygulanmasına neden olabilirler. Yanlış politikalar da
daha düşük büyüme ve daha yüksek işsizliğe yol açarak topluma yüklü bir fatura
çıkarabilir.
Geçtiğimiz
aylarda tahmin hatalarına ve sonuçlarına dair basına pek yansımayan hararetli
bir tartışma başladı. IMF’in baş iktisatçısı neo-keynesçi Olivier
Blanchard (Dainel Leigh ile) geçen yılın Ekim ayında yayınlanan IMF’in
World Economic Outlook’unda ilginç bir kutu yayınladı. Bu kutuda özellikle
durgunluk dönemlerinde tahmincilerin mali politikanın gelir etkilerini yanlış
tahmin ettiklerini, dolayısıyla büyüme ve işsizlik tahminlerinde de
yanıldıklarını savundu. Analize bir dizi eleştiri gelince kısa süre önce IMF
çalışma tebliği olarak “Growth Forecast Errors and Fiscal Multipliers” (“büyüme
tahmini hataları ve mali çarpanlar”) başlıklı yeni bir çalışma yaptılar. Bu
çalışmada ilk analizlerini bir dizi sınavdan geçirerek görüşlerinin arkasında
olduklarını ikna edici şekilde ortaya koyuyorlar.
Konu
oldukça teknik. İktisatçı olmayanların da anlayabilmesi için dilim döndüğü
kadar basitleştirmeye çalışayım. Bütçede yapılacak 100 TL’lik harcama kısıntısının
/ artışının ya da vergi indiriminin / yükseltilmesinin toplam gelirde yapacağı
nihai değişime “mali çarpan” diyoruz. Normal zamanlarda bu nihai etki belirli
bir gelişmişlik düzeyindeki ekonomilerde 50 TL civarında tahmin ediliyor. Buna
karşılık durgunluk dönemlerinde, özellikle faizler sıfıra dayanıp para politikası
etkisini kaybettiğinde Blanchard mali çarpan etkisinin 2-3 kat arttığını
gösteriyor. Nedenleri ayrı bir konu.
Daha az
işsiz olabilirdi
Durgunluk
dönemlerinde mali çarpanların değerlerinin gerçekte olduklarından daha düşük kabul edilerek istikrar programları
tasarlamanın vahim sonuçları söz konusu. 2008 yılanda başlayan küresel krizin
aşırı kamu borcundan muzdarip Avrupa ülkelerinde yıkıcı etkileri oldu.
Yunanistan’da, Portekiz’de, İrlanda’da İspanya’da kamu borçları patladı, diğer
ülkelerde de büyük artışlar oldu. Durgunluk ortamında kamu borçlarının
hafifletilmesi ister istemez gündeme geldi. Bunun yolu da ilk aşamada bütçe
açıklarını köklü biçimde azaltmak için kamu harcamalarını kısıp vergi gelirlerini
artırmaktan geçiyordu. Ama ikinci aşamada büyümenin desteklenmesi , en azından
ekonomik küçülmenin asgariye indirilmesi gerekiyordu.
Tam
da bu noktada Troyka’nın (IMF, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası
ortaklığı) istikrar programları çuvalladılar. Mali çarpanları normal zamandaki gibi
zannettiklerinden büyüme tahminlerinde yanıldılar. Başta Yunanistan olmak üzere
kemer sıkan ülkelerde ekonomik küçülme
her yıl tahminlerden daha fazla oldu. Dolayısıyla işsizlik de her defasında
tahmin edilenden daha yüksek çıktı. Eğer bu hatalar yapılmamış olsaydı, ya da
en aza indirgenebilseydi, kemerler zamana yayılarak sıkılabilir, dolayısıyla
daha az küçülme ve daha az işsizlik olabilirdi. Böyle bir “itirafın” IMF’den
gelmesi de ayrı bir ironi.
22 Ocak 2013 Salı
Bid for regional power could be realized through peace
Murat Bozlak, a deputy from the
pro-Kurdish Peace and Democracy Party (BDP), was quoted in an interview with
the Taraf daily on Jan. 13 as saying: “
|
|||
|
|
||
This kind of statement
from a member of the Kurdish national movement is not the first but it is,
for sure, the most clearly expressed, at least to my knowledge. The ambitions
of the ruling Justice and Development Party (AK Party) leaders who toy with
the idea of a Turkey that is a main regional power capable of bringing order
to its troubled region is well known. I have already discussed in this column
the economic prerequisites of this ambition. I do not want to come back to
them. I can simply reiterate that a fairly high and sustainable growth not
based largely on exports but also on productivity and innovation that is
capable of at least controlling the unemployment level is necessary but not
enough. The Kurdish problem must absolutely be solved not only for political
reasons but also for economic purposes if
I would like to make
here a digression regarding the word “solution.” I do not believe that the
Kurdish problem will have a final solution even in the medium term. The new
institutional setup for
Coming back to our
purpose, I must say that I agree with the approach of Bozlak, who puts the
Kurdish problem in a larger context. Since the strategic shift initiated by
Ankara concerning Iraqi Kurdistan, the borders of the Kurdish problem
specific to Turkey have been enlarged to the whole Kurdish area in the Middle
East. Starting a new process of dialogue with Abdullah Öcalan, the leader of
the PKK who is jailed in İmralı Prison, the Turkish government was certainly
aware of the regional dimensions of this problem since
The process of
economic integration, including energy trade, with northern
What historic irony!
|
16 Ocak 2013 Çarşamba
İstihdamı hizmetler sürüklüyor
Güvenlikçiler: İstihdam dostu bir sektör |
Dün açıklanan işgücü
piyasası Ekim dönemi (Eylül-Ekim-Kasım) verileri işsizlik artışında duraklamaya işaret ediyor. Mevsim
ve takvim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı Eylül dönemine kıyasla yüzde
9,4’den 9,3’e gerileyerek az da olsa düşüş sergiledi. Betam’ın tahmini de tarım
dışı işsizlik oranının yüzde 11,7'den 11,6’ya gerilediğini gösteriyor.
İşsizlikteki değişimlerin işgücü ile istihdamdaki
değişimlerin sonucu olduğu maulm. İstihdam artışı geçen döneme kıyasla biraz
daha düşük: Yüzde 1,2 yerine 1,1. Buna karşılık Eylül döneminde büyük artış
gösteren işgücü (yüzde 1,4) Ekim döneminde yüzde 1 artmış. İşsizlikteki sınırlı
düşüş de bu gelişmeden kaynaklanıyor. Mevsim ve takvim eteksinden arındırılmaya
rağmen işgücü ve istihdam rakamlarının aydan aya yüksek oynaklık gösterdiği
dikkat alınırsa işsizlikte zaman zaman düşüş gerçekleşmesinin fazla üzerinde
durmamak gerekir. Büyümede belirgin bir artış ortaya çıkıncaya kadar işsizliğin
yükselmeye devam etmesini bekliyorum.
Hizmetlerde olağanüstü istihdam artışı
Kriz ertesinde büyüme istihdam ilişkisinde çok önemli bir
değişiklik söz konusu. İstihdamı neredeyse tümüyle hizmet sektörü sürüklüyor.
Tarımda istihdam artışı tamamen durdu. Sanayide artış 74 binle sınırlı. Artış oranı
yüzde 1,6’dan ibaret. Eylül-Ekil-Kasım döneminde sanayi üretim artışının yüzde
3,9 olduğu düşünülürse bu makul bir istihdam
artışı. Sanayide istihdam artışlarının daha çok verimlilik kazanımlarına
dayanması sağlıklı bir gelişme. İnşaatta yıllık istihdam artışı oransal olarak
yüksek: Yüzde 6,2. Ancak inşaat toplamda küçük bir paya sahip olduğundan mutlak
artış 110 binden ibaret. İstihdam artışının çok büyük bölümü hizmetlerden
kaynaklanıyor. Bu sektörde çalışan sayısı son bir yılda 806 bin artmış. Artış
oranı yüzde 6,9.
Bu oldukça şaşırtıcı bir gelişme. 2012 3. çeyrek
itibariyle hizmetlerde GSYH, diğer ifadeyle katma değer artışı yüzde 1.4. Bu
rakam yüzde 6,9’luk istihdam artışıyla karşılaştırıldığında, ek istihdamın hiç
katma değer yaratmadığı gibi mevcut istihdamın da verimini düşürdüğü görülüyor!
Böyle bir gelişme ancak geçici bir süre belki olabilir; özellikle kamuda yüksek
istihdam artışları gerçekleşiyorsa. Yine de bu kadar yüksek istihdam artışını açıklamakta
güçlük çektiğimi belirtmeliyim. Tabi ölçüm hataları da olabilir. İstihdam mı
abartılıyor yoksa GSYH mı eksik ölçülüyor? Araştırılmaya değer.
İşsizlik birikiyor
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal
Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) dün yayınladığı İşgücü Piyasası Görünümü
araştırma notunda hizmet kesiminin alt sektörlerindeki istihdam değişimleri
mevsim etkisinden arındırılarak inceleniyor. Hizmetlerdeki istihdam artışının
özellikle bir kaç sektörde yoğunlaştığı görülüyor. İdari ve destek hizmet
faaliyetleri, kamu yönetimi ve savunma, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet
faaliyetleri alt sektörleri son bir yılda hizmetlerde yaratılan 820 binlik
istihdamın 652 binini (yüzde 80) yaratmış. Bu alt sektörlerde GSYH artışı da
daha yüksek: Yüzde 3,5 ile 4 arasında. Kamu istihdamı işsizlik artışını
sınırlıyor.
Hizmet istihdamındaki anormal artış nereden kaynaklanırsa
kaynaklansın kalıcı olacağına ihtimal vermiyorum. Bir tarafta düşük büyüme,
diğer tarafta da fazlasıyla istihdam yaratan bir büyüme söz konusu. Bana öyle
geliyor ki Türkiye işgücü piyasası henüz açığa çıkmayan işsizlik biriktiriyor.
İlerde beklenmedik sarsıntılar ortaya çıkabilir.
15 Ocak 2013 Salı
Undesirable tradeoff
In my last column (“Erdem Başçı, central
banker of the year,” Jan. 12, 2013), I wrote: “I am afraid that an
undesirable tradeoff between these multiple goals will be unavoidable in
2013. Advanced indicators show that we will probably be obliged to forget the
rebalancing process. I do not think that net exports will continue to contribute
positively to economic growth this year. Domestic demand has started to
increase, but at the same time imports have also started to increase more
than exports.”
|
|||
|
|
||
The last economic
outlook and forecasts published by
That said, 3 percent
growth is still far from the 4 percent desired and hoped for by the
government and central bank. However, the reaction of demand to lower
interest rates takes time, and we should expect further increases in domestic
demand in the coming months. I think that 4 percent growth, and even more, is
doable in this context. However, the problem would be that this growth risks
being unbalanced. Now, the government and central bank are committed to the
preservation of positive net exports. In other words, the goal for economic
growth is not only its increase to a sufficient level that will stop the
increase in unemployment but also to keep its balanced character. According
to BETAM's forecasts, the last quarter of 2012 is likely to mark an end to
the export-led growth that has prevailed since the third quarter of 2011.
Indeed, BETAM expects a higher increase in imports than exports, which seem
to be running out of steam, along with the revival of domestic demand.
An early return of the
Turkish economy to its traditional pattern of growth based exclusively on
domestic demand would be very sad. This is the first time since the 1990s
that
Economic growth of
about 4 percent based on domestic demand is quite possible for 2013. In this
case, we will witness a moderate increase in the CAD. I do not think that its
financing will be a problem this year. However, this should not conceal the
fundamental structural problem. As I have argued many times in this column,
the Turkish economy seems to be trapped in a low-growth regime. The basic
reason for this trap is the lack of competitiveness of Turkish industry
coupled with low domestic savings. As defended by some Turkish economists, a
low-valued Turkish lira can make a positive contribution to this problem, but
the relatively high inflation (6-7 percent) prevents this from being a
solution. The central bank cannot approach its targeted inflation of 5
percent when the Turkish lira is depreciating. So, cost-cutting and
productivity-enhancing reforms remain. Labor market reforms, such as a
regional minimum wage or severance pay system, have either been canceled or
postponed. A new electricity law aimed at restoring the country's
competitiveness in production and distribution of electricity is waiting on
Parliament. There have been many statements and rumors circulating about a
very important income tax reform, but there is no proposed bill as of yet.
It is clear that
|
9 Ocak 2013 Çarşamba
Anadoluhisarı’nın yok olan esnafı
Anadolu Hisarı çarsısı |
Yıl
başında Anadoluhisarı’nın son üç bakkalından bir olan Kafkas bakkal kapandı. Bu semtte yaşamaya başladığımız
yaklaşık 30 yıl önce cami kavşağındaki ahşap binanın alt katında ‘sinekli
bakkal’ diye adlandırdığımız bakkal vardı. Oradan Boğaz yoluna inen sokakta bir
yorgancı çalışırdı. Önce onlar kapattı. Aynı sokakta bir ciltçi, hemen yanında
kundura tamircisi yanında da bir terzi calışırdı. Önce ciltçi ardından kundura
tamircisi onun ardından da terzi kapandı. Terzinin terk ettiği dükkan bir kadın
tarafından tadilatçı olarak çalıştırıldı ama o da kapattı. Dere boyundaki Kızıl
serçe sokaktaki bakkal da kapattı.
Bugün
DİA’nın bulunduğu binada küçük bir ana okulu açılmıştı. Bizim küçük oğlan Yaman
da bir süre gitmişti. Ana okulu bir kaç yıl dayandı sonra Hisar’ı terk etti.
Bir de kalaycımız vardı. Epey direndi ama sonunda o da kapattı. Yerine pideci
açıldı. 5-6 yıl sonra o da kapattı. Otobüs durağının arkasındaki yufkacı
dükkanı oldukça uzun ömürlü oldu. Ama 2 yıl önce o da kapıya kilit vurdu. Yanında
elektronik alet tamircisi vardı kapandı. Halen unlu mamul satıcısı dükkanda
önce bir bakkal ardından kadın kuaförü ve eczane faaliyet gösterdiler bir süre.
Cadde üzerinde elbise temizleyicisi, yanında da tuhafiyeci vardı. Hepsi kapandı.
Yerlerine bir dönem sabuncu ile
billuriyeci açılmıştı, onlar da kapandı. Oğuz bakkalın yanında da kadın kuaförü
vardı o da kapandı. Yanındaki kasabın ise kapanalı yıllar oldu. Daha anılacak
esnaf zayiatı var ama bu kadar yeter.
İstatistikler
doğruluyor
Bu
keder verici esnaf kıyımı cereyan ederken Anadoluhisarı’nın yakınına önce
Carrefour, sonra Migros sonunda da semtin göbeğine DİA açıldı.
Anadoluhisarı’nın kaybolan esnaf dokusunun öyküsünün okurlara yabancı geldiğini
hiç sanmıyorum. P
Pek çok semtte bu öykünün
benzerlerinin yaşandığına kuşkum yok. Tarım
dışında kendi hesabına çalışan erkeklerin sayısını veren aşağıdaki grafik de
beni doğruluyor. Esnaf sayısını doğrudan veren istatistiklere sahip değiliz.
Bununla birlikte tarım dışı sektörlerde kendi hesabına çalışan erkek sayısının
iyi bir gösterge olduğunu kabul edebiliriz
TÜİK
Hanehalkı İşgücü Anektleri1994’de tarım dışında 1 milyon 648 bin kendi hesabına
çalışan erkek istihdamı olduğunu gösteriyor. Bu sayı 2005’e kadar 2 milyon 186
bine çıkıyor. Ardından hızlı bir düşüş başlıyor. Tam da büyük alış veriş
merkezleri furyasının başladığı dönem. Kendi hesabına çalışan istihdamı 2011’de
1 milyon 751 bine düşüyor. Altı yılda 435 bin net istihdam kaybı. Bu rakamın
esnaf kıyımını tüm dehşetiyle yansıtmadığını belirtmeliyim. Bu arada avukat,
mali müşavir, doktor gibi kendi hesabına çalışan grubundaki modern istihdam
artışını da hesaba katmak lazım. Ayrıca Anadoluhisarı’nın esnaf öyküsünün gösterdiği
gibi açılan ve kapanan dükkan rotasyonunu da yansıtmıyor.
Kapitalistleşme
tam gaz
Gerçek
şu ki perakende ticaret sektörü son yıllarda hızlı bir ‘modernleşme’ süreci
yaşıyor. Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkıcılık” kavramıyla ifade ettiği
tipik bir kapitalistleşme süreci söz konusu. Büyük mağazaların yıkıcı rekabeti
altında geleneksel esnaf yok oluyor. Kendi hesabına çalışanların yerini ücretli
çalışanlar alıyor. Ancak sanılmasın ki dükkanı kapatan esnaf ücretli işçi
oluyor. Bu dönüşüm hiç de kolay değil. Zaten büyük mağazalarda çalışan dükkanını
kapatmış esnafa rastladığımı hatırlamıyorum. Bu sancılı sürecin kaçınılmaz
olduğunun farkındayım. Ama ben yine de Anadoluhisarı’nın tarihe karışan
geleneksel esnafını özlüyorum.
How bad is it going in Europe?
|
| |||||||||||||||||||||||||
The American
economist points to the ongoing economic difficulties for Spain and Greece,
which are still in recession, and the absence of signs that would allow them
to exit from it. Stiglitz believes that the purchase program of Treasury
bonds implemented by the European Central Bank can only be a temporary solution
since the ECB requires austerity conditions for its financing. According to
Stiglitz this conditionality will only have the effect of aggravating the
state of the sick.
I agree with
Stiglitz's diagnosis. The eurozone could not solve its structural problems.
Even I can assert that European managers don't have an agreed-upon strategy.
The basic problem is the absence of a growth perspective. The divergence
between North and South regarding economic fundamentals persist and the only
cure proposed for the moment is the pursuit of austerity and painful reforms.
Let's first look at the table below summarizing the state of the divergence
in the eurozone.
2013 forecasts of the
main economic indicators for some eurozone countries (%)
Source: OECD,
Bloomberg
* The figures in the
brackets are the late estimations for 2012
Since ECB President
Mario Draghi declared that “the euro is irreversible” and since he started
the purchase of sovereign bonds without limit, a certain calm occurred in
financial markets.
Unfortunately, these
kinds of events are quite likely. General elections will be held in
This is not sure at
all. Alexis Papachelas, a columnist for the Ekathimerini newspaper, recently
expressed very well the political risk regarding the chances of the austerity
plan. He finalized his article of Dec. 29, 2012 with this conclusion: “The
fact is that we need to rebuild the country from its foundations. The present
coalition government cannot do this because on the one hand it is being
pulled down by hands within its own parties and on the other it is faced with
an opposition whose only demand is that everything stops.”
As it was the case
last year, this year we will also be obliged to follow the European saga,
holding our breath.
|
5 Ocak 2013 Cumartesi
Pro-coup mindset waiting for AK Party's failure in economics
Two weeks ago, an important judge's report
on attempts by the Ergenekon criminal organization to overthrow the
government of the Justice and Development Party (AK Party) was covered by the
press. Judge Hüsnü Çalmuk of the İstanbul 13th High Criminal Court had
prepared a preliminary report based on the contents of hard disks used by the
military between 2005 and 2009, provided by the General Staff at the request
of the court.
|
|||
|
|
||
According to this
report, the military had been working between 2005 and 2009 on a subtle
strategy to prepare the political ground for a military coup.
This strategy would
have had to have begun with an admission. The coup-plotters had to have
conceded that the atmosphere was not favorable for a military coup because of
the popular support enjoyed by the AK Party. In order to explain this
support, reasons such as a lack of education among the public, unemployment
and poverty were given. The strategy then recommended tactics to engineer an
atmosphere that would be conducive to a coup, including using the media to
this end.
These tactics were
discussed amply by Etyen Mahçupyan in Today's Zaman (“Ergenekon's recent
tactics,” Dec. 27). The feature of interest in these recent tactics for an
economist is, of course, their economic dimension. So, I would like to focus
on this.
Included
in Judge Çalmuk's report is the following analysis made by the coup-plotters:
“The lost of the social support
for Ak Party will be made possible either trough a disruption of the
cooperation between Ak Party and the global capital or trough a lost of power
of the global capital in such away that the economic stability will be
compromised. Conditions are not ripe for overthrow the Ak Party by
violeance or other means. In case of coup attempt without cooperation with
the central powers could deteriorate the economic indicators overnight. The
best strategy to implement from a psychological standpoint is to wait
untill the existing harmony between Ak Party and central powers is lost
or untill the global capital is weakened world wide in such a way
that it will also be weakened in
I should confess that translating these
sentences from Turkish to English was not easy at all. I tried to be as
faithful as possible to the original wording. Obviously, the strategy
expressed in this statement needs to be translated into terms of political
economics so that it will make, I hope, the issue at hand more
comprehensible. It seems that pro-coup circles have two basic problems,
namely the popular support for the AK Party government and the risks associated
with a premature coup. If they overthrow the government in some way or
another, they risk destabilizing the economy. If they were to do so, they
would shoulder all of the responsibility. They would not only be incapable of
managing the economic crisis they had caused, but the majority of the
population would strongly oppose the new government they put in place. So,
they first need an economic crisis. Here, a third problem appears. How could
they provoke an economic crisis? The only way they foresee this is the
withdrawal of support given by “central powers” (by which they surely mean
the
At first glance, this
strategy could seem malicious as well as naïve. However, if we look back at
the context of the last military coup, that of Feb. 28, 1997, we will have to
admit that this strategy seems more rational.
In the years leading
up to the May 27, 1960 coup, the economy had been getting worse and worse.
Prices were increasing and a shortage of hard currency was constraining
imports. The ruling Democrat Party (DP) was unable to take on additional
foreign loans because it had lost the support of the “central powers” by
refusing an agreement with the International Monetary Fund (IMF). In August
of 1958, Prime Minister Adnan Menderes was finally obligated to accept a
stabilization program with the IMF. The Turkish lira had devaluated more than
200 percent, fueling even higher inflation that was eroding the purchasing
power of the urban middle class.
The circumstances
preceding the Sept. 12, 1980 coup were even worse. Inflation had reached
triple digits, a shortage of hard currency was causing a shortage of basic
goods and the country's gross domestic product (GDP) was shrinking. We know
also that Gen. Kenan Evren, then chief of General Staff, and his colleagues
allegedly had the support of the
Given this context,
the bottom line is that future coup-plotters can wait until Doomsday, so long
as the AK Party does not fail in its management of the economy.
|
1 Ocak 2013 Salı
2013 için iki senaryo
Ekonomi
köşe yazarlarının yıl başında tahminlerini açıklaması gelenek haline geldi.
Kaçış yok. Yeni yılın tahminlerine geçmeden önce geçen yılın tahminlerinin ne
ölçüde başarılı olduğunu sorgulamak gerekiyor. Yazıya hesap vermekle başlayayım.
4 Ocak 2012 tarihli yazımın can alıcı bölümünü biraz kısaltarak aktarıyorum.
“İki
senaryom var. Temel senaryom, 2011’in ikinci yarısında başlayan yumuşak inişin
devam edeceği. Bu şu demektir: Büyüme yüzde 4-5 aralığında dengelenecek, cari
açıkta düşüş belirginleşecek. Yüksek sayılabilecek bir cari açık devam etse de
finansmanında sorun yaşanmayacak. Bu gelişmelere bağlı olarak kurda büyük şok
beklemiyorum. Ama enflasyon aşağıya yönelse de yüzde 7’nin altına indirilmesi
çok zor görünüyor...Kötümser senaryomun baş aktörü Avrupa’da yaşanması çok
muhtemel durgunluk...AB’de kriz banka kredi hacminde sert bir daralmaya neden
olabilir. Bu durumda daha yüksek bir kur, daha yüksek bir enflasyon ve çok daha
düşük bir büyüme beklemek gerekir.”
2012’nin
kötümser senaryoya yakın gerçekleştiği ortada. Büyüme yüzde 3’ün altında
gelecek. Bahar aylarından itibaren durgunlaşan iç talebi gözlemleyerek “tatlı
sert iniş”ten söz etmeye başlamıştım. Car açık beklediğim gibi gelişti. Ama
enflasyon konusunda biraz kötümser kaldım. 2013 için iki senaryo gündemde. İlki
ekonomi yönetiminin iyimser senaryosu. Gerek Orta Vadeli Program’da gerek
Merkez Bankası Başkanı’nın açıklamaları 2013’ün dış dengelemenin devam ettiği
ama aynı zamanda iç talepte kontrolü bir canlanmanın devreye girmesiyle
büyümenin yüzde 4’e buna karşılık enflasyonun ve cari açığın düşmeye devam
edeceği bir yıl olacağına işaret ediyor.
Beklenen
gerçekleşmeyebilir
Bu
ideal bir senaryo. Eğer gerçekleşirse ekonomi yönetimini kutlamak gerekir. Umarım
yanılırım ama ben o kadar iyimser değilim. İç talepte sınırlı canlanma
konusunda sorun görmüyorum. Merkez Bankası son dönemde para politikasını
gevşetti. Piyasa faizleri düştü, kredi faizleri takip ediyor. Bu ortamda iç
talepte bir canlanma olması şaşırtıcı olmaz. Ancak bu canlanmanın zayıf kalma
ihtimali göz ardı edilmemeli. Türkiye’de hane halkları aşırı borçlu değiller.
Bununla birlikte fazla hızlı borçlandılar. Düşen faizlere verecekleri tepki
zayıf kalabilir. Keza, kapasite kullanımının düşük seyrettiği ortamda firmalar yatırım
konusunda fazla iştahlı olmayabilirler.
Son
tahlilde iç talebin bu yıl büyümeye sınırlı ölçüde katkı yapmasını bekliyorum.
Bence asıl sorun resmi senaryonun net ihracat boyutu. İç talepteki canlanmaya
rağmen ihracatın ithalattan daha hızlı artmaya devam etmesi hangi mekanizmalar
sayesinde gerçekleşecek?. Döviz kurundan medet umamayız. Merkez Bankası reel
kurun mevcut düzeyini koruyacağım diyor. Ağırlığı azalsa da halen en önemli
ihracat pazarımız olan Avrupa’nın durumu ortada. Doğu ve Güney pazarlarında
Irak dışında ihracatta hızlı artışlar beklemiyorum. İçerden kaynaklanacak bir
maliyet ve verimlilik şoku da gündemde değil. Yapısal reformlar ardı ardına
yapılacak üç seçimin ertesine kaldı gibi duruyor.
Bu
koşullarda 2013’te büyümenin iç talepte sınırlı canlanma sayesinde bir miktar
toparlanmasını, enflasyonun düşük kalmasını, buna karşılık ithalatın ihracattan
daha hızlı artmaya başlaması ile net ihracatın büyüme negatif katkı yapmasını
bekliyorum. Büyümenin yüzde 4’üh altında kalması, cari açığın ise yeniden
artmaya başlaması çok muhtemel. Böyle bir artış bu yıl sorun yaratmaz ama
dengelemenin yarım kalması ilerde başımızı ağrıtacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)