Yeni
anayasa ve başkanlık sistemi tartışması itiraf etmeliyim ki beklemediğim bir
mecraya girdi. Yeni anayasanın eşitlikçi uzlaşma komisyonundan çıkamayacağı
anlaşıldı. Böyle olacağı baştan belliydi. Bu tıkanma Ak Parti’nin başkanlık sistemi
ısrarından kaynaklanmıyor. Vatandaşlık tanımı, ana dilde eğitimin önünün
açılması, yerel yönetim yetkilerinin artırılması gibi kritik konularda MHP ile
CHP’nin ulusalcı kanadının itirazları yeni anayasanın uzlaşmayla yapılmasını
olanaksızlaştırıyor.
Öcalan
ile görüşmeler gün ışığına çıkıncaya kadar şöyle düşünüyordum. Başbakan 2014’te
Çankaya’ya çıkmakta kararlı. Ama aynı zamanda cumhurbaşkanlığını yürütmenin
başı olarak ifa etmek istiyor. Yani hem cumhurbaşkanı hem de başbakan olmak
istiyor. Bu da ancak bugünkü az başkanlık-çok parlamentarizm karışımı ikircikli
sistemin başkanlık sistemine dönüştürülmesi ile mümkün. Oysa, Ak Parti’nin
sandalye sayısı herhangi bir anayasa değişikliğini referanduma götürmeye
yetmiyor.
Ak
Parti-BDP uzlaşması mümkün
Bu
durumda aklıma gelen tek senaryo, Tayip
Erdoğan’ın Haziran 2014’te cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turdan yüzde 50’nin
bir hayli üzerinde bir oyla kazanARAK, hemen ardından seçmen desteğinin verdiği
rüzgarla Ak Parti’nin erken genel seçime gitmesi ve referandum çoğunluğu olan
330’u aşacak bir sonuç almaya çalışması şeklindeydi. Böyle olmadı. Ak Parti
cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Kürt sorununu silahlı çatışma boyutundan
arındırarak demokrasi içine çekmeye karar verdi. Buna kısaca “barış süreci” diyoruz.
Bu
sürecin olmazsa olmazları arasında yeni anayasanın yukarıda andığım kritik
maddeleri var. Ak Parti’nin bu maddelerle ilgili önerileri BDP’nin
önerilerinden uzak değil. Uzlaşma mümkün. Bu uzlaşmanın Ak Parti’ye oy kaybı
açısından maliyeti, barış sürecinin başarısının getireceği oy kazancından daha
düşük olacaktır. En azından ben böyle düşünüyorum. Bu hesap Ak Parti’ye
başkanlık sistemi için yeni bir fırsat penceresi açtı. BDP başkanlık sistemine
kökten karşı değil. Hatta yürütme erkindeki böyle bir sistem değişikliğini
“özerkliğin” önünü açacak bir fırsat olarak görüyor. Ak Parti de başkanlığa
karşılık güçlendirilmiş yerel yönetimler üzerinden Türkiye’nin zaten ihtiyacı
olan ademi merkeziyetçiliği kabule hazır görünüyor.
Her şeye
rağmen evet
Böyle
bir uzlaşma demokrasimiz ve ekonomimiz için iyi mi kötü mü? Başkanlık sistemi
ısrarı işin içine karışmamış olsaydı bu soruya vereceğim yanı, “mükemmel
olurdu” şeklinde olurdu. Ancak terazinin diğer kefesinde başkanlık sistemi var.
Bu konudaki görüşlerimi şöyle özetleyebilirim: Vesayet rejiminin yarattığı Çankaya
krizi hiç hesapta olmayan yeni bir sorunun ortaya çıkmasına neden oldu: Halk
oyuyla seçilen bir cumhurbaşkanı ile ne yapacağız? Kenan Evren’e göre
tasarlanmış olan bugünkü ikircikli sistemde cumhurbaşkanı yürütmenin nispeten
etkili bir parçası. Buna bir de halk desteğini eklerseniz, cumhurbaşkanı ile
başbakan arasında “memleketi kim idare edecek” kavgasının çıkması çok muhtemel.
Önümüzde iki yol var: Ya başkanlık-yarı başkanlık sistemine geçeceğiz, ya da
cumhurbaşkanın yetkilerini parlamenter sisteme uyduracağız. Cumhurbaşkanını
halkın seçmesi buna engel değil. Halkın seçtiği cumhurbaşkanına sahip olan
Avusturya, Finlandiya, Portekiz, Bulgaristan gibi ülkeler aynı zamanda
parlamenter sisteme sahipler. “Türk tipi başkanlık” sistemi ise bana göre hem
gereksiz, hem de tarafsız yargı ve güçlü yerel yönetimlerle dengelenmezse
tehlikeli.
“Peki
sonuç olarak ne diyorsun?” diye sorabilirsiniz. Geçen sefer “yetmez ama evet”
demiştim. Bu kez “her şeye rağmen evet” derim. Türkiye Kürt sorununa ilişkin
önüne gelen fırsatı şu veya bu nedenle tepme lüksüne sahip değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder