13 Şubat 2013 Çarşamba

Beklemediğim hamle


Yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışması itiraf etmeliyim ki beklemediğim bir mecraya girdi. Yeni anayasanın eşitlikçi uzlaşma komisyonundan çıkamayacağı anlaşıldı. Böyle olacağı baştan belliydi. Bu tıkanma Ak Parti’nin başkanlık sistemi ısrarından kaynaklanmıyor. Vatandaşlık tanımı, ana dilde eğitimin önünün açılması, yerel yönetim yetkilerinin artırılması gibi kritik konularda MHP ile CHP’nin ulusalcı kanadının itirazları yeni anayasanın uzlaşmayla yapılmasını olanaksızlaştırıyor.
 
Öcalan ile görüşmeler gün ışığına çıkıncaya kadar şöyle düşünüyordum. Başbakan 2014’te Çankaya’ya çıkmakta kararlı. Ama aynı zamanda cumhurbaşkanlığını yürütmenin başı olarak ifa etmek istiyor. Yani hem cumhurbaşkanı hem de başbakan olmak istiyor. Bu da ancak bugünkü az başkanlık-çok parlamentarizm karışımı ikircikli sistemin başkanlık sistemine dönüştürülmesi ile mümkün. Oysa, Ak Parti’nin sandalye sayısı herhangi bir anayasa değişikliğini referanduma götürmeye yetmiyor.

Ak Parti-BDP uzlaşması mümkün

Bu durumda  aklıma gelen tek senaryo, Tayip Erdoğan’ın Haziran 2014’te cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turdan yüzde 50’nin bir hayli üzerinde bir oyla kazanARAK, hemen ardından seçmen desteğinin verdiği rüzgarla Ak Parti’nin erken genel seçime gitmesi ve referandum çoğunluğu olan 330’u aşacak bir sonuç almaya çalışması şeklindeydi. Böyle olmadı. Ak Parti cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Kürt sorununu silahlı çatışma boyutundan arındırarak demokrasi içine çekmeye karar verdi. Buna kısaca “barış süreci” diyoruz.

Bu sürecin olmazsa olmazları arasında yeni anayasanın yukarıda andığım kritik maddeleri var. Ak Parti’nin bu maddelerle ilgili önerileri BDP’nin önerilerinden uzak değil. Uzlaşma mümkün. Bu uzlaşmanın Ak Parti’ye oy kaybı açısından maliyeti, barış sürecinin başarısının getireceği oy kazancından daha düşük olacaktır. En azından ben böyle düşünüyorum. Bu hesap Ak Parti’ye başkanlık sistemi için yeni bir fırsat penceresi açtı. BDP başkanlık sistemine kökten karşı değil. Hatta yürütme erkindeki böyle bir sistem değişikliğini “özerkliğin” önünü açacak bir fırsat olarak görüyor. Ak Parti de başkanlığa karşılık güçlendirilmiş yerel yönetimler üzerinden Türkiye’nin zaten ihtiyacı olan ademi merkeziyetçiliği kabule hazır görünüyor.

Her şeye rağmen evet

Böyle bir uzlaşma demokrasimiz ve ekonomimiz için iyi mi kötü mü? Başkanlık sistemi ısrarı işin içine karışmamış olsaydı bu soruya vereceğim yanı, “mükemmel olurdu” şeklinde olurdu. Ancak terazinin diğer kefesinde başkanlık sistemi var. Bu konudaki görüşlerimi şöyle özetleyebilirim: Vesayet rejiminin yarattığı Çankaya krizi hiç hesapta olmayan yeni bir sorunun ortaya çıkmasına neden oldu: Halk oyuyla seçilen bir cumhurbaşkanı ile ne yapacağız? Kenan Evren’e göre tasarlanmış olan bugünkü ikircikli sistemde cumhurbaşkanı yürütmenin nispeten etkili bir parçası. Buna bir de halk desteğini eklerseniz, cumhurbaşkanı ile başbakan arasında “memleketi kim idare edecek” kavgasının çıkması çok muhtemel. Önümüzde iki yol var: Ya başkanlık-yarı başkanlık sistemine geçeceğiz, ya da cumhurbaşkanın yetkilerini parlamenter sisteme uyduracağız. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi buna engel değil. Halkın seçtiği cumhurbaşkanına sahip olan Avusturya, Finlandiya, Portekiz, Bulgaristan gibi ülkeler aynı zamanda parlamenter sisteme sahipler. “Türk tipi başkanlık” sistemi ise bana göre hem gereksiz, hem de tarafsız yargı ve güçlü yerel yönetimlerle dengelenmezse tehlikeli.

“Peki sonuç olarak ne diyorsun?” diye sorabilirsiniz. Geçen sefer “yetmez ama evet” demiştim. Bu kez “her şeye rağmen evet” derim. Türkiye Kürt sorununa ilişkin önüne gelen fırsatı şu veya bu nedenle tepme lüksüne sahip değil.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder