Bugün AB’deki gelişmeler ve Türkiye’nin muhtemel üyeliği
üzerine yazmaya karar vermiştim. Ama Pazartesi akşamı patlayan ses kayıtları
bombasını görmezlikten gelmek mümkün değil. AB konusuna kısaca deyinip sadete
geleyim. AB’nin yeniden kurulması gündemde.
Avrupa Parasal Birliği’nin (Euro Alanı) federal bir yapıya dönüştürülmesi
siyasal liderler ve uzmanlar tarafından açıkça savunuluyor. Federal yapı demek
ekonomide ve siyasette ileri düzeyde bütünleşmiş bir birlik demek. Başta
İngiltere olmak üzere her AB üyesi Para Birliği’ne dahil olmayacağından,
federal çekidek ile bu çekirdeğin dışında kalan üyeler arasındaki ilişkileri düzenleyecek
yeni bir sözleşme gerekiyor. Yeni sözleşmenin Türkiye’nin üyeliği açısından
yeni bir paradigma oluşturacağına kuşku yok. Daha fazlasını merak eden okurlar
blogumdaki “Remaking Europe and Turkish membership” yazıma göz atabilirler.
Gelelim
Başbakan ile oğlu Bilal arasında geçtiği iddia edilen ses kayıtlarına. Herkes
gibi “tapeleri” ben de okudum. İnanılır gibi değil. Bu kayıtların doğruluğunun
ya da Başbakan’ın iddia ettiği gibi “montaj” olduğunun yakın gelecekte
kanıtlanabileceğini sanmıyorum. Türkiye böyle bir kanıtlamaya elverişli hukuk
sisteminden yoksun. İlerde birgün belki gerçeği öğreniriz. Bu köşede ancak bu
şokun ekonomik ve siyasal etkilerini tartışabilirim.
Şokun
piyasa üzerinde abartılı bir etki yapmadığı görülüyor. Bu satırların
yazıldığı sırada döviz kurundaki artış
yüzde 1’in biraz üzerinde, borsadaki düşüş de yüzde 2,5 civarındaydı. Yüzde 11
düzeyindeki gösterge faizde ise hemen hemen hiç değişiklik yoktu. Bu rakamlar
yabancıların panik halinde çıkmadığını gösteriyor. Ancak yabancı yatırımcıların,
özellikle kurumsal yatırımcıların karar almaları gecikmeyle oluyor. Şokun piyasalar üzerindeki
etkisini görmek için biraz daha beklemek gerekebilir. Yine de ekonomik
kurumlarımızın siyasal şoklara direnci takdire şayan.
Güven
kaybı
Buna karşılık tüm ekonomik
aktörlerin Hükümet’in ekonomiyi yönetme kabiliyetine dair zaten sarsılmış olan
güvenlerinin iyice düşeceğini tahmin ediyorum. Yıl başında ilk çeyreğin
kaybedildiğini dillendirmeye başlamıştım. Artık şüphem kalmadı. Ama esas
tartışılması gereken konu Başbakan ve yakın çevresine yönelik rüşvet ya da kara
para, her neyse, iddialarının orta vadede yapacağı etkiler. Türkiye ekonomisi
FED’in dayattığı yeni koşullar altında zaten yeterince sorun yaşamaya
başlamıştı. Büyümenin en az bir kaç yıl düşük kalacağı konusunda geniş bir
görüş birliği vardı. Oysa şimdi büyüme hızının daha da düşmesi gündemde. Bu yıl
için yüzde 2,5 civarında bir büyüme tahmin ediyordum. Bu saatten sonra aşağısı
benim için sürpriz olmaz. AKP
hükümetinin Dünya ekonomisi ile bütünleşmiş bir ekonomiyi şeffaf, hukuk devletine
ve demokrasiye bağlı kurallar çerçevesinde yönetebileceğine dair yerli ve
yabancı yatırımcıların derin kuşkulara kapılmaları işten bile değil.
Bu kötü ve tehlikeli gidişattan
bizi ancak sandık kurtarır. Ortaya çıkan vahim ve ciddi iddiaların doğruluğuna
ya da uydurulduğuna inanıp inanmamak sağduyuya, daha çok da siyasal
pozisyonlara kalmış görünüyor. Çoğu seçmen neye inanmak istiyorsa ona inanacak.
Yine de iddialar AKP’nin demir çekirdeği dışında kalan ve halen neye
inanacağını bilemeyen seçmenleri üzerinde etki yaratabilir. Bu seçmenlerin bir
kısmı daha muhalefet partilerine yönelebilir, bir kısmı da sandığa gitmemeye
karar verebilir. 30 Martta sandıktan çıkacak sonuçlar raydan çıkan demokrasiyi
ve ekonomiyi tekrar rayına oturtacak bir süreci başlatamazsa, siyasal
savrulmalarla bezenmiş uzun erimli bir durgunluğa hazır olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder