Ocak ayı enflasyon rakamları belli oldu. TÜFE 0,1 puan
artarak yüzde 7,5’ta kaldı. Ne var ki çekirdek enflasyon belirgin ölçüde
artarak yüzde 7,1’den 7,6’ya çıktı. Ama daha önemlisi, salt sanayi fiyatlarını
içeren yeni üretici fiyat endeksinde aylık artış yüzde 3,3 ile büyük sıçrama
kaydetti. Yıllık artış da yüzde 10,7’ye yükseldi. Hızla yükselen döviz kurunun
ithal fiyatları aracılığı ile önce üretici fiyatalarına, ardından da tüketici
fiyatlarına yansıdığını biliyoruz. Önümüzdeki aylarda tüketici fiyatlarında
artışlar kaçınılmaz. Üstelik Türk Lirasıdaki değer kaybının tümü fiyatlara yanısımış
değil. Döviz kuru geri gelir umuduyla zamlar geciktiriliyor.
Kur
direnç gösteriyor
Döviz
kuru geri gelir mi? Doğrusu kuşkuluyum. Dolar kuru 2,25-2,30 bandına demir
atmış görünüyor. Güçlü bir yabancı sermaye girişi olmadığı takdirde bu kur
seviyesi kalıcı olabilir, hatta FED’in para musluğunu kısmaya devam etmesi
durumunda kur yeniden tırmanışa geçebilir. Sanırım Merkez Bankası’nın yüzde
10’a yükseltttiği faizin ve buna bağlı olarak yüzde 11 civarında seyreden
piyasa faizinin sıcak para açısından yeterince cazip olmayabileceğini artık düşünmeye
başlayabiliriz. Kur gevşemediği takdirde enflasyon açısından bu yılın da
kaybedileceği açık. Merkez Bankası’nın daha yeni yüzde 6,6’ya yükselttiği
enflasyon tahminin dörtte biri (yüzde 1,7) Ocak ayında gerçekleşmiş durumda.
Yıl sonu enflasyonunun hiç olmazsa yüzde 7 civarında kalabilmesi için kalan 11
ayda ortalama fiyat artışının 0,5 puanı geçmemesi gerekiyor.
Bu çok
düşük bir ihtimal. Merkez Bankası bir kez daha “kur arttı böyle oldu” diye
mektup mu yazacak? Bu mektup yazma işinin suyu çıkmak üzere. Bu bakımdan Merkez
Bankası’nın kuru baskılayacak ek faiz artırımları yapmaktan başka çaresi
kalmayabilir. Bunun siyaseten ne kadar zor hale geldiğini sanırım uzun uzun
anlatmama gerek yok. Enflasyonu yüzde 5’lik hedefe yaklaştırmakta Merkez
Bankası’nın çaresiz kaldığını kabul etmek zorunda kalabiliriz. Böyle bir
çaresiziliğin tescilinin sonuçları vahim olabilir.
Düşük
değerli TL ile büyümek
Konuya
bir de rekabetçi kur açısından bakabiliriz. Nominal kurun mevcut seviyesi reel
kuru hemen hemen 2003 düzeyine indirdi. Bu seviyenin, kalıcı olduğu takdirde,
saniyeye gerek ihracat gerek ithal ikamesi açısından güçlü rekabet desteği
vereceği açık. Mevcut reel kur düzeyinin kalıcı ve istikrarlı olabilmesi için
bundan böyle nominal kurun ılımlı bir tempoyla ticari ortaklarımız ile
aramızdaki enflasyon farkına paralel gitmesi gerekiyor. Bunun hangi politika
araçları ile yapılabileceğini doğrusu bilmiyorum. Ama yapılabilirse, geçmiş
yıllarda Türk Lirası’nın büyük ölçüde aşırı değerli seyretmesi nedeniyle sanayinin
maruz kaldığı tahribatın zamanla telafi edilmesi mümkün olabilir. Böyle bir
telafi süreci aynı zamanda büyüme rejiminin de daha dengeli bir patikaya
oturmasını, bu sayede de cari açığın sürüdürülebilir düzeylere çekilmesini
mümkün kılar.
İki
haneli enflasyonun tek haneye indirilmesinde Türk Lirası’nın geçici kur
şoklarına rağmen düzenli değer kazanması önemli katkı yaptı. Ancak bu katkının
bir bedeli de oldu. Reel kur sanayimizin verimlilik düzeyinin üzerine çıktı.
Son iki yıl hariç büyümeyi iç talep sürekledi. İç talebin yakıtı da dışardan
alınan borçlarla sağlandı. Bu çark son iki yıldır tekliyor. Eğer işgücü
piyasasında, vergi sisteminde, eğitimde, enerjide rekabet gücünü arttıracak
yapısal reformlar yapılabilseydi kur üzerindeki rekabet baskısı daha hafif
hissedilirdi. Oysa şimdi bir açmazla karşı karşıyayız: Ya enflasyonu fazla
azdırmamaya özen göstererek rekabetçi kurla dengeli büyümeye sancılı bir geçiş
yapacağız ya da enflasyonda ipin ucu kaçar korkusuyla kuru baskılamak için daha
yüksek faizlere razı olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder