Çoktandır enflasyona değinmiyordum. Ne hedefe doğru başarılı bir gidiş var
ne de alıp başını gitme durumu.
Yakın
geçmişte yaşadığımız faiz kavgası, özellikle de “faizleri düşürün enflasyon da
düşer” iddiası enflasyona dikkatleri çekmek için vesile oldu. Buna bir de,
ister gıda fiyatlarından ister artan kurun etkisinden kaynaklansın, Merkez
Bankası’nın bu yılki tahminin de tutmayacağı beklentisi eklenince,
enflasyonu sorgulamak revaçta olmaya başladı.
Geçen
cuma günü TÜSİAD’ın organize ettiği bir toplantıda enflasyon tartışılınca
konuyu köşeye taşımanın zamanı geldi diye düşündüm. Yeni başkan Cansen Başaran
Symes açış konuşmasında iş dünyasının bir türlü düşmeyen enflasyon konusunda
giderek artan tedirginliğini gayet güzel aktardı. TÜSİAD başkanı şöyle bir
teşhis yaptı: “Sürekli olarak hedeften şaşan enflasyon, ileriye dönük
beklentilerde bir dizi bozulmalara yol açmış durumda. Enflasyon üzerinde
belirsizlik, yüksek enflasyon dönemlerinde olduğu gibi geriye bakarak fiyatlama
yapma alışkanlığına dönülmesi riskini beraberinde getiriyor. Geçmişteki
örnekler hala hafızalarımızda, bu da bizi oldukça tedirgin ediyor.”
Türkiye,
benzeri ülkelerden giderek ayrışıyor. Büyüme bu ülkelerde de düşüyor ama en
azından enflasyonları düşük. Bizde hem büyüme düşük hem enflasyon yüksek.
Gelişen ekonomiler ortalamasına kıyasla bizim enflasyon 3 puan kadar yüksek.
Brezilya da bize benziyor. Büyüme yerlerde sürünürken enflasyon artıyor. Ama
orada hiç olmazsa faizleri indirirsek enflasyon da düşer iddiası yok. Brezilya
Merkez Bankası faizleri artırıp duruyor.
Türkiye’de
enflasyonda katılaşma var. Dolayısıyla hedefe yaklaştırmak, ki yüzde 5 nispeten
yüksek bir hedef, yapısal nedenlere eğilmeyi gerektiriyor. Bu konuda Murat Üçer
toplantıda tartışmaya oldukça açık ama berrak bir sunum yaptı. Özetlemek
istiyorum. Üçer para politikasının tek başına bu katılğın altından
kalkamayacağını belirttikten sonra 4 adet yapısal nitelikli politikaya dikkat
çekti.
Üçer’e
göre maliye politikası yeterince sıkı değil. 2001 krizinden sonra iki haneli
yüksek enflasyonun hızla düştüğü büyümenin de yüzde 7 civarında olduğu
2003-2007 döneminde faiz dışı bütçe fazlası ortalama GSYH’nın yüzde 4,5’i
civarındaydı. Enflasyon tek haneye indiği ama hedefin üzerinde bir seyir
izlediği, büyümenin de yüzde 5,5 civarında olduğu 2010-2014 döneminde faiz dışı
fazla yüzde 1 civarına düştü. İkincisi, kredi hacminde artış düşürülmüş olsa da
bu yeterli değil. Üçer Merkez Bankası’nın çıktı dengesi hesabını fazla iyimser
buluyor. Toplam talep potansiyel üretimin altında ise açık var diyoruz. Merkez
Bankası da sürekli açık olduğu kanaatinde. Bu doğru olmayabilir. Özellikle
Türkiye’nin düşük enflasyonlu büyüme potansiyelinin yüzde 5’ten daha düşük olma
ihtimali var. Üçüncüsü, maliyetler: Ücretler son yıllarda verimlilikten
koptu. Verimlilik artmazken birim ücretler artıyor. Zaman zaman düzeltme kur
artışı ile geliyor ama bu kez de enflasyon artıyor. Türkiye’nin bu sarmaldan
çıkması gerekiyor. Dördüncüsü, Üçer Dünya Bankası’nın son raporunu referans
vererek son dönemde kurumsal reformların aksadığını öne sürüyor.
Murat
Üçer’in bu son görüşüne tamamen katılıyorum. Ücret, verimlilik ve kredi
hacminin seyri uyarılarına da az çok katılıyorum. Faiz dışı fazlanın
artırılması konusunda ise ciddi tereddütlerim var. Faiz dışı fazla düşük olsa
da son tahlilde kamu borcu–GSYH oranını az da olsa düşürmeye devam ediyor. Bu
oran neredeyse yüzde 30’a geriledi. Daha da aşağıya indirmenin bir faydası olur
mu emin değilim.
Enflasyon
konusunda tartışılacak çok şey olduğu kesin. Büyümeyi artırarak enflasyonu
nasıl yüzde 5 civarına indireceğimizin yolunu henüz bulabilmiş değiliz.
DÜZELTME: Önceki
yazımda bir senaryoda yanlışlık yapmışım. HDP’nin barajı geçemediği (Tablo 2)
durumda AKP’nin referandum çoğunluğunu elde edebilmesi için yüzde 43 değil
yüzde 45 oy gerekiyor. Düzeltir, özür dilerim. Doğru rakamlar cumartesi günkü
Today’s Zaman’da mevcut.
(Zaman, Nisan 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder