Günün konusu şüphesiz AKP’nin dün açıklanan seçim beyannamesi ve toplum
sözleşmesi. Tali konu ise yine dün açıklanan ocak dönemi işsizlik rakamları.
Adet
üzere işsizlik rakamlarına kısaca değindikten sonra esas konuya geçmek
istiyorum. Medya her zaman olduğu gibi yine manşet işsizliği ön plana çıkardı.
Buna göre ocak döneminde işsizlik arttı. Oysa mevsim etkilerinden arındırılmış
işsizlikte az da olsa bir düşüş var. Toplam işsizlik oranı yüzde 10,4’ten
10,3’e, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,5’ten 12,4’e geriledi. Bu düşüşün
ardında işgücündeki güçlü artışa rağmen istihdamın daha da güçlü artması
yatıyor. Aylık istihdam artışı özellikle iki sektörde dikkat çekiyor:
Hizmetlerde artış 66 bin. Bu rutin bir artış. Sanayide ise artış 83 bin. Sanayi
üretimindeki zafiyete kıyasla bu yüksek bir artış. Devam edeceğini sanmıyorum.
Mayıs ayında şubat dönemi rakamları yayınlandığında işsizlik konusunu daha etraflı
ele alırız.
AKP
seçim beyannamesine gelince. AKP iki doküman yayınladı. Zamanım ancak uzun
beyannameye değil kısa yazılmış olan “Yeni Türkiye sözleşmesi: 2023” başlıklı
beyannameye yetti. Beyannameyi ekonomiyi de içerecek şekilde pazartesi günü
geniş bir şekilde değerlendireceğim.
Bugün
“Sözleşmede” AKP’nin neden ve nasıl bir başkanlık sistemi önerdiğine bir
göz atalım. AKP “yeni anayasayı uzlaşma kültürü içinde yazalım” diyor. Ama aynı
zamanda başkanlık sistemini de “yetki kargaşasını” düzeltmek için “zaruri
ihtiyaç” olarak görüyor. Oysa biliyoruz ki CHP, MHP ve HDP başkanlık sistemine
açıkça karşılar. Bu demektir ki AKP referandum çoğunluğunu (330+ milletvekili)
elde edebilirse başkanlık sistemini içeren anayasayı kendi bildiği gibi yapacak
ve sancılı bir referandum süreci yaşayacağız. Beyanname başkanlık sistemine
gerekçe olarak geçtiğimiz günlerde sık sık kullanılan “parlamenter gömlek dar
geliyor”, Türkiye’yi frenliyor”, “başkanlık olmazsa 2023 ekonomi hedeflerini
unutun” gibi iddialara yer vermiyor. Odaklandığı gerekçe hukuken sorumsuz
cumhurbaşkanı ile tüm yürütme sorumluluğunu taşıyan başbakan arasında 12 Eylül
anayasasının dayattığı “yetki kargaşası”. Buna bir de cumhurbaşkanını halkın
seçmesi olgusu eklenince, AKP özetle diyor ki cumhurbaşkanını da yürütmede
açıkça yetkili ve sorumlu kılalım, olsun bitsin.
Oysa
“başka alternatifler de var onları da tartışalım” diyebilirdi. Beyannamede
başkanlık sisteminin genel çerçevesi hakkındaki yegane ifade şöyle: “Başkanlık
sistemini, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge
ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal
temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.” Bu bize
sayın AKP liderinin hiç de tasvip etmediği yasama ile yürütmenin (başkanlığın)
keskin bir şekilde ayrıldığı Amerikan tipi başkanlığı hatırlatıyor. Bu arada
“müstakil etkinlikten” ne kastedildiği belli değil. AKP listelerinin tamamen
merkezden belirlenmesi ile oluşan bir parlamento çoğunluğunun yasamayı nasıl “müstakil”
kılabileceği de büyük soru işareti.
“Toplumsal
farklılıkların siyasal temsiline” gelince. Yüzde 10 seçim barajını birkaç bin
oy ile ıskalamış ama milyonlarca seçmeni temsil eden bir parti parlamentonun
dışında kaldığında siyasal temsil nasıl sağlanacak? Bu büyük haksızlık
gerçekleşecek olursa AKP beyannamedeki şu cümleyi nereye koyacak? “Sandık ile
sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak
hiçbir surette ve hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve iptal edilemez”.
(Zaman, Nisan 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder