Siyasette heyecan devam ediyor. İktidar partisi yerel
seçimlerde uğradığı oy kaybından sonra karşıkarşıya kaldığı açmazları nasıl
aşabileceğinin hesabı içinde. İlk fırsatta bu konuya döneceğim. Geçen hafta
ekonomi cephesinde heyecanlı günler yaşandı. Başabakan fazla dayanamayıp Merkez
Bankası’na adeta kükredi: Faizleri nasıl arttırdaysınız öyle düşürün dedi,
özetle. Bu emri ne zaman verdi? Mart ayında enflasyonun yüzde 8,4 ile zirve
yaptığının, çekirdek enflasyonun da yüzde 9,3 ile yedi yıllık rekorunu kırdığının
açıklanmasından 24 saat sonra.
Başbakanın
faiz ultimatomunun ardından ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Babacan özel
bir söyleşide kararı Merkez Bankası’nın vereceğini, artan kurun fiyatlar
üzerindeki baskısının henüz bitmediğini açıklamak zorunda kaldı. Pazartesi günü
de Merkez Bankası başkanı Başçı Kayseri sanayi Odası’nda verdiği konferansta olağaüstü
toplantının söz konusu olmadığını, büyümenin pek de kötü gitmediğini, yüzde 4’e
yakın dengeli bir büyüme beklediklerini, para politikasının halen çok sıkı
olduğunu, koşullar müsait olduğunda kontrollü bir gevşeme yapabileceklerini
açıkladı. Sözünü ettiğim söyleşide Babacan, Türkiye ekonomisinin yüzde 3-4
arası bir büyüme patikasına girdiğini, büyüme iç talep artışıyla zorlanırsa
cari açığın kontrolden çıkabileceğini, büyümeyi artırmanın tek yolunun yapısal
reformlar olduğunu belirtmişti.
Kim
korkar enflasyondan?
Bence
görüntü oldukça netleşti. Ne zamandır bu sütunda Türkiye ekonomisinin düşük
büyüme rejimine hapis olduğunu, salt iç talebe dayalı büyümenin sürdürülemez
cari açık nedeniyle sonuna gelindiğini, dengeli bir büyümenin, yani cari açığı
makul düzeylere indirecek, aynı zamanda da enflasyonun kontrolden çıkmasına
izin vermeyecek bir büyümenin ister istemez yüzde 3-4 arasında kalacağını
savunuyorum. Babacan da Başçı da, daha diplomatik bir dille de olsa, aynı şeyi
söylemeye başladılar.
Ancak
sorun şu ki, pozitif de olsa, Başbakan’ın düşük düzeyde bir büyümeye tahammülü yok.
Doğrusu haksız değil. Büyüme yüzde 3-4 arasında kaldığı sürece ne işsizlik
artışını engelleyebilirsiniz ne de yoksulluk göstergelerinde son 10 yılda
gerçekleşen iyileşmeyi devam ettirebilirsiniz. Başbakan ne pahasına olursa
olsun büyüme istiyor. Bunun için iç talebi canlandıracak faiz indiriminde
ısrarlı. Kur artarmış, ardından da enflasyon artar, enflsayonla mücadelenin
iyice cılkı çıkarmış umurunda değil. Önünde iki seçim var. Ekonometrik
modellerin de gösterdiği gibi (Bkz. Ali Akaraca) bir puanlık ek büyümenin oya
pozitif etkisi, bir puanlık enflasyon artışının negatif etkisinden hemen hemen
yedi kat daha fazla.
Ekonomik
istikrarı kim tehdit ediyor?
Ama öte
yandan enflasyon hedefi olan yüzde 5’i sürekli ıskalayan, her defasında kur
arttı böyle oldu diyen bir Merkez Bankası var. Enflasyon giderek katılaşıyor.
Başçı’nın 2015’te hedefi yakalarız sözünün arkasında durması gerekiyor. Merkez
Bankası için de, koruyucusu Babacan için de enflasyonun düştüğü, TL’nin aşırı
değersiz olmadığı, buna karşılık büyümenin pozitif ama yüzde 3-4 aralığında
kaldığı, cari açığın da küçüldüğü bir makroekonomik denge mevcut kouşullarda ideal
kabul ediliyor. Düşük büyüme kapanından ancak yapısal reformlarla çıkılır.
Haziran 2011’den sonra bu fırsat vardı, ama başkanlık rejimi tutkusu nedeniyle heba
edildi.
İki
hafta öcne bu köşede “ekonomik istikrarı kim tehdit ediyor?” diye sormuş ve
tehdit edenin Merkez Bankası’nın bağımsızlığından rahatsızlık duyan ve
enflasyonla mücadelede tuhaf fikirlere sahip olan Başbakanın tehdit ettiği
yanıtını vermiştim. Yanıldığımı sanmıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder