30 Mart 2013 Cumartesi
26 Mart 2013 Salı
An outcome fraught with consequences
23 Mart 2013 Cumartesi
Peace dividends
20 Mart 2013 Çarşamba
Kadın istihdamında patlama
Cuma günü yayınlanan Aralık
dönemi işgücü piyasası istatistikleri işsizlikte dikkat çekici artış
gerçekleştiğini ortaya koydu. Doğal olarak medya bu sonucu öne çıkardı. Aslında
bu sürpriz bir gelişme sayılmaz. Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı
bir süredir artış eğiliminde. Oran geçen Haziran döneminde yüzde 8.9 ile dip
noktasını görmüştü. TÜİK’in tahminlerine göre işsizlik oranı ılımlı ama ısrarlı
artışlar sonucunda Aralık döneminde yüzde 9,6’ya yükseldi.
Kadın istihdamı hizmetlerde hızla artıyor |
Kime sorsanız büyümede yaşanan sert düşüşün işsizliği
artırıcı etki yapacağını söyler. Düşük büyüme düşük istihdam artışı demektir.
Türkiye gibi işgücünün sürekli arttığı bir ülkede, düşük istihdam artışının
işsizlikte artışa neden olması doğaldır. Ama burası Türkiye. Her zaman
şaşırtıcı gelişmelere hazırlıklı olmak gerekiyor. İşsizlikteki artışın ardında iki şaşırtıcı gelişme söz
konusu: Birincisi, düşen büyümeye rağmen istihdamın hızla artmaya devam etmesi.
Dolayısıyla işsizlikte artış, istihdam yetersiz kaldığından değil, işgücü
artışının istihdam artışından daha hızlı seyretmesinden kaynaklandı. İkincisi şaşırtıcı gelişme ise, kadınların
daha önce hiç gözlemlenmediği ölçüde çalışma yaşamına katılarak kadın
istihdamını artırmaları.
* * *
Bu iki şaşırtıcı gelişmeyi rakamlarla özetleyelim.
Büyümede sert düşüşün ortaya çıktığı 2012’nin ikinci yarısında işgücü yüzde 3,2
oranında arttı. İstihdam artışı ise yüzde 2,5 oldu. Altı aylık artış oranını
yıllık artışa çevirirsek yüzde 5 eder. Oysa 2012’nin ikinci yarısında yıllık
büyüme oranının yüzde 3’ün altında kalacağı kesin görünüyor. Düşük büyümenin
istihdama gecikme ile yansıması doğal ama firmaların çalışan sayılarını üretim
düzeylerine uyarlamaları için bir kaç aydan fazla bekleyeceklerini sanmıyorum.
Bu artışta kamunun önemli paya sahip olduğunu tahmin ediyorum. Kuşkusuz başka
etkenler de rol oynamış olabilir. Araştırmak gerekiyor.
İstihdamda beklenmedik artışın çarpıcı yönü, kadınların
bu artışta büyük rol oynaması. TÜİK’in yıllık rakamları durumu özetliyor. Aralık
2011’den Aralık 2012’ye istihdam 1 milyon 88 bin kişi arttı. Bu artışın yarısı,
tam olarak 539 bini kadın istihdamındaki artıştan kaynaklandı. Tarımda kadın
istihdam artışı 48 binden ibaret. Artışın yüzde 90’ı tarım dışı sektörlerde,
özelikle de hizmetlerde gerçekleşti. Artışın yüzde 70’i de ücretli istihdamdan
oluşuyor. Kadın istihdam artışında yüksek öğrenim mezunlarının ağırlığı dikkat
çekici. Bu grupta işgücüne katılım oranı (çalışanların ve iş arayanların kadın
çalışabilir nüfusuna oranı) bir yıl içinde yüzde 70,4’den yüzde 74’e yükseldi.
Daha önce görülmemiş bu sıçrama başlı başına manşetlik bir haber. Bu arada
kadın işsizlik oranının da yüzde 12,2’den 15,9’a çıkarak kayda değer bir artış
kaydettiği not edilmeli.
* * *
Kadın işgücünde ve istihdamında ortaya çıkan hızlanmayı bir süredir Betam’da izliyorduk. Cuma günü yayınlanan İşgücü Piyasası Görünüm
notuna bir kutu ekleyerek, tabir caizse, kadınları mercek altına aldık.
Aşağıdaki iki grafik çalışan kadın cephesindeki gelişmeleri az da olsa aydınlatıyor.
2011 yılından itibaren mevsim etkisinden arındırılmış tarım dışı kadın
istihdamında artış hızlanıyor ve belirgin biçimde işgücü artışının üzerine
çıkıyor. Doğal olarak tarım dışı kadın işsizlik oranı da hızla düşüyor (işsizlik
grafiği için betam notuna bakılabilir). Buna karşılık son dönemde kadın
işgücünde de hızlanma dikkat çekiyor. Bu çarpıcı gelişmenin bir diğer yönü de eğitim
düzeyleri itibarıyla eğilimlerin farklılaşması. Yukarıda belirttiğim gibi en
yüksek istihdam artışı yüksek öğrenim gören kadınlarda. Hemen ardından ilk
öğretim ve daha düşük eğitime sahip kadınlar geliyor. Bu iki grupta temayüz
eden çalışma şevkinin farklı motivasyonlardan kaynaklandığını tahmin ediyorum.
Lise mezunları arısında ise çalışma şevkinde belirgin bir canlanma yok.
19 Mart 2013 Salı
Are the brakes burning?
The expected reaction from the “growth lobby” to an increasing
trend in unemployment was not delayed. Economy Minister Zafer Çağlayan, soon
after the publication of December employment figures last Friday, reminded us
how the rise in unemployment is unacceptable, for him and probably for the
government as well. In his statement he once again used his favorite metaphor
of burning brakes: “The brakes have begun to smell. Four or five months ago,
I had warned to not push too much on the brakes. Unfortunately, the brakes
have finally started to burn. But we have not been demoralized by this. I
still hope to see better figures.”
|
|||
|
|
||
Mr. Çağlayan then expressed his approach to economic
policies: “From now on, we must step on the accelerator. … Each year we must
grow by 6 percent. The way to reach this target is through expansion, not
contraction. There is no need to be cautious on interest rates. They should
be lowered.”
In my column of Feb. 11 (“Worries on economic growth”), I
wrote: “… I think the available information summarized above is enough to
allow me to express some reflections on an important consequence of low
growth. Further loosening monetary policy would risk jeopardizing the 5
percent inflation target. If the Central Bank maintains its actual stance,
the already existing signals of an upturn in unemployment would become more
perceptible. This will increase, for sure, the political pressures on the
central bank's management.” I was not mistaken. Economic policies have
arrived at a crossroad. The soft landing that was desired did not occur. The
landing was rather hard, as the 2012 growth rate is expected to certainly
fall below 3 percent.
That said, Mr. Çağlayan is mistaken in believing that low
growth is responsible for increasing unemployment. As I explained in my
column on Saturday, despite the low growth rate, Turkish corporations and the
state created lots of jobs last year, to the degree that the growth rate of
employment exceeded that of gross domestic product (GDP). Unemployment is
rising not because of insufficient employment but because of a strong growth
of the labor force, particularly in the numbers of women.
I believe these anomalies cannot maintain themselves, at
least if economic theory and common sense prevail. I am afraid that Mr.
Çağlayan, who hopes to see better figures in the coming months, risks being
disappointed. If GDP growth maintains its pace at around 3 percent, rising
employment will unavoidably decelerate. Even in the case of a deceleration in
the growth of the labor force, I believe we should still expect rising
unemployment.
Unemployment is indeed the main threat to economic
stability. I agree with Mr. Çağlayan that growth should be accelerated. The 6
percent target announced by the economy minister is out of range, but 4
percent is achievable. This could also be just enough to calm the worries
regarding rising unemployment. But how? This is the critical question
economists are asking themselves nowadays. The answers vary. The central bank
and Treasury are confident that the 4 percent growth will come partly from
external demand and partly from domestic demand. Let me remind you that last
year domestic demand did not contribute at all to growth. However, the
central bank and some economists do not think that radical changes in
economic policies are needed.
Some others, like Mr. Çağlayan, defend the argument that
further loosening in monetary policy and the depreciation of the Turkish lira
are necessary. At the moment, no one defends the loosening of fiscal
discipline; Mehmet Şimşek, the minister of finance, announced last Friday
that budget performance for the first two months is better than that of last
year. This is good news. But if the state of the budget is revealed to be
insufficient to revive domestic demand and/or exports fall further behind
imports, what will happen to the moderately expansionist monetary policy and
to the moderately tight fiscal policy?
Personally, I think that there is no room for further
lowering interest rates. The real interest rate has already come down to as
low 1 percent, and the central bank is neither able nor willing to lower it.
A limited depreciation of the Turkish lira will certainly aid growth, but the
way to realize that process is not evident in the slightest. Thus it remains
in the hands of fiscal policy. Let's hope that growth will resume in the
coming months, just enough to stop the rise of unemployment and just enough
to limit the unavoidable increase of the current account deficit.
|
18 Mart 2013 Pazartesi
Unemployment is still on a rising trend
December labor market statistics reveal
a moderate surge in unemployment. This should not be a surprise for the
readers of this column. For months I have been trying to explain that
decreasing economic growth would inevitably have an adverse impact on
employment, leading to higher unemployment, sooner or later. In fact,
an increasing tendency in unemployment has been perceptible since autumn, and
the December figures confirm it. However, the increase in unemployment does
not originate from weak job creation as would be expected, but rather from an
astonishingly strong rise in the labor force.
|
|
|
|
The latest Turkish
Statistics Institute (TurkStat) seasonally adjusted figures show that the
unemployment rate reached its minimum level in June 2012 at 8.9 percent.
Since then we have been observing a moderate but persistent rise in the
unemployment rate that finally reached 9.6 percent last December. The
There are two striking
features of the recent developments in the Turkish labor market. The first
one is the very high increase in the labor force, particularly the increase
among woman. The second is the continuing rise in employment despite low
economic growth. From June to December, the labor force increased by 3.2
percent and employment by 2.5 percent, according to TurkStat's seasonally
adjusted estimations. For a six months period, those increase rates are too
high, and they have never been seen before. In particular, we must note the
fact that the yearly growth rate in employment is reaching 5 percent for the
last six months, a period in which the Turkish economy was experiencing a
rather hard landing.
The role played by
women in these developments has to be particularly underlined. From December
2011 to December 2012, total employment rose by 1,088,000 -- half of whom (539,000
precisely) were women. We should note that in this highly surprising increase
of female employment, agriculture had a very marginal share as female
employment increased only by 48,000 in this sector. On the other hand,
two-thirds of the increased employment took place in the service sector. Let
me add that wage earners constituted 70 percent of this female employment
increase, and the increase has been particularly high among female university
graduates; the labor force participation rate among this group strongly
increased from 70.4 percent to 74 percent, and the unemployment rate jumped
from 12.2 percent to 15.9 percent within a year.
To be frank, I do not
know how to explain these unprecedented events since we need more
information. We will get this additional information when the micro data of
the 2012 Household Labor Survey are published in May. That said, I can make
some personal guestimates. I think that the strong employment increases
despite the low economic growth cannot continue. We know that public
institutions, being part of the service sector, accelerated their hiring last
year but these hirings cannot be as intense this year as last year, unless
the budget deficit surpasses its target. On the other hand, this year we
expect higher growth than last year, but there is a large consensus among
forecasters that the growth rate will be at best around 4 percent. Now,
simple economics say that it is impossible to increase employment more
rapidly than gross domestic product (GDP) growth, except maybe over short
periods. So, I expect a slow down in the increase of employment in the coming
months.
If this slowdown
occurs and the labor force continues to increase at its actual pace,
unemployment will start to increase much more strongly. But I think there
will also be a deceleration in the increase in the labor force, particularly
among women; unless we can identify the factors behind the unexpected jump in
the female labor force participation and prove that these factors are
permanent.
|
14 Mart 2013 Perşembe
İşsizliğin yapısal boyutu
Güvenlik yerine yatırım isteyen Mardinliler |
İşsizliği
basında çoğunlukla ekonomik büyüme ile ilintili olarak tartışıyoruz. “Büyüme
yeterince istihdam yaratıyor mu”, “büyüme düşüyor işsizlik artar mı” türünden
sorulara yanıt aramakla meşgulüz. Bu işsizliğin ekonomik faaliyet ile ilgili
boyutu. Önemli ama bir de işsizliğin ‘yapısal’ boyutu var. Gelişmiş ülkelerde
işsizliğin bu boyutu uzun süredir inceleniyor ver tartışılıyor. Bizde yapısal
işsizlik üzerine araştırmalar emekleme döneminde sayılır ama hızla gelişiyorlar.
Bu gelişmede TÜİK işgücü istatistiklerini
zenginleştirme çabasının büyük payı var. Yıllık olarak yayınlanan bölgesel
ve mesleksel işsizlik verileri Türkiye’de işsizliğin yapısal boyutunun ihmal
edilmeyecek kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Şaşırtıcı bölgesel farklar
Gecen
hafta yayınlanan 2012 yılı Hane Halkı İşgücü istatistikleri işsizliğin bölgesel
ve mesleksel boyutlarında yaşanmakta olan vahameti bir kez daha gözler önüne
serdi. Bölgesel işsizlik oranları yüzde 21,3 ile 4,4 aranda değişiyor. En
yüksek oran Mardin, Batman, Şırnak, Siirt illerinden oluşan bölgede. En düşük
oran ise Manisa, Afyon, Kütahya, Uşak illerinden oluşan bölgede. Mardin
bölgesinde işsizlik oranının zirve yapmasını “teröre” bağlayarak normal
karşılayabilirsiniz. Ama yanılırsınız. Terör yüksek işsizliğe neden olsaydı,
Güneydoğu’nun diğer bölgelerinde de yüksek olması gerekirdi. Oysa böyle değil.
Şanlıurfa-Diyarbakır’da yüzde 6,9 ile Türkiye ortalamasının (yüzde 9.2) çok
altında. Gerçi işgücüne katılım oranı bu bölgede Mardin bölgesine kayılsa daha
düşük (yüzde 28’e 35) ama işsizlik oranındaki devasa fark terörün sanıldığı
gibi önemli bir neden olmadığını gösteriyor.
İkinci
en yüksek işsizlik oranına sahip bölge yüzde 14,8 ile İzmir. Bu size şaşırtıcı
gelmesin. İzmir’de işsizlik hep yüksekti. Ama hemen bitişiğindeki Manisa
bölgesinde işsizlik oranı yüzde 4,4’den ibaret. Bu bölgede işsizlik yok
sayılır. Keza İzmir’in Kuzey komşusu Balıkesir-Çanakkale bölgesinde de işsizlik
çok düşük: Yüzde 5,4. Komşu bölgeler arasında bu kadar büyük işsizlik farkları
nasıl oluyor diye sorabilirsiniz? Anlatması hem uzun hem de yeterince
araştırmış değiliz. Ama şunu biliyoruz:
Her bölgede, hatta ilde işgücü arzı ve talebi büyük farklılıklar
gösterebiliyor. Bu farklılıklara bir de bölgeler arası işgücü hareketliliğinin
kimi durumda oldukça düşük kimi durumda ise çok fazla (İzmir’in maruz kaldığı
göç baskısında olduğu gibi) olduğu bilgisini eklerseniz durum biraz aydınlanmış
olur. Bu manzara Hükümet’e işsizlikle mücadelede bölgesel farklılıkları dikkate
almasını ve bölgelere özgün önlemler geliştirmesini söylüyor. Örneğin Hükümet rafa
kaldırdığı bölgesel asgari ücret projesini raftan indirmekle işe başlayabilir.
Her beş
gazeteciden biri işsiz
Yüksek
okul veya üniversite mezunları arasında yüzde 10,1 olan ortalama işsizlik
oranı, meslekten mesleğe büyük farklılıklar sergiliyor. En düşük işsizlik oranı
yüzde 1 ile Güvenlik hizmetlerinde. Bu ne
demek bilmiyorum. Ardından Sağlık hizmetlileri (yüzde 2,1), onların ardından da hukukçular (yüzde 3,4)
geliyor. Bu mesleklerde talebin güçlü buna karşılık arzın yeterli olmadığı
anlaşılıyor. Öte yandan Gazetecilikte işsizlik kırıp geçiriyor: Oran yüzde 22,1.
Ardından sanat mezunları geliyor: Yüzde 21. Kimi mesleklerde büyük arz fazlası,
kimilerinde ise yüksek talep olduğu
apaçık ortada. YÖK’ün yüksek okul ve üniversite kontenjanlarını acilen gözden
geçirmesinde büyük fayda var.
9 Mart 2013 Cumartesi
Huge regional disparities in unemployment
The Turkish Statistics Institute
(TurkStat) published labor market statistics on Wednesday for the year 2012.
The unemployment rate decreased from 9.8 percent in 2011 to 9.2 percent.
However, I must say that these yearly figures do not bring any new
information regarding the evolution of unemployment. I try in this column to
regularly inform readers on the state of the Turkish labor market using
monthly statistics. We know from those that the unemployment rate climbed
slightly since last autumn, partly because of a strong increase in the labor
force (the number of people seeking work or employed) and partly because of a
deceleration in the increase of employment. Next Friday, we will see if this
trend is confirmed or not when the labor market statistics for December are
published.
|
|||
|
|
||
The new pieces of
information contained in the yearly statistics are twofold: The first point
concerns the distribution of unemployment across regions, and the second the
distribution of unemployment among degree holders. These statistics are not
included in the monthly releases.
Let's focus today on
regional unemployment, which decreased in 20 of the 26 regions as defined by
level two of the EU nomenclature of territorial units for statistics (NUTS
2).
In the remaining six
regions, unemployment has increased or remained the same. The regional
champion in unemployment is the extreme Southeast, including the provinces of
Mardin, Batman, Şırnak and Siirt. Unemployment went up in this region from
12.7 percent to 21.3 percent; this rate is already more than double the
national average, but the size of the increase is also incredible. The
explanation lies in both a 6.8 percent decrease in employment and a 3.1
percent increase in the labor force.
Could the cause of
these adverse changes be the unfavorable business climate created by the “low-intensity
war” ravaging this region? To investigate this possibility, we have to look
at other regions in the Southeast. In two out of three of the other regions
in this area, including the provinces of Van, Muş, Bitlis, Hakkari,
In the third region,
which encompasses Şanlıurfa and
The area with the
second-highest unemployment is the İzmir region, which is in the extreme west
of
This is the dark side
of regional unemployment in
The huge regional
disparities in unemployment show that labor mobility is actually still
relatively weaker in
|
6 Mart 2013 Çarşamba
İç savaş, Abraham Lincoln ve siyasal etik
Bugün
ekonomi yazısı yazmak pek içimden gelmiyor. Barış sürecinin nefes kesici
gelişmeleriyle yatıp kalktığımız şu günlerde gelin son zamanların en iyi
filmlerinden biri olan Abraham Lincoln’den söz edelim. Filmi izleyenler sözü
nereye getirmek istediğimi tahmin etmişlerdir. İzlemeyenler ise biraz
sabredecekler.
Film
1860’larda patlak veren Amerikan iç savaşının son bir kaç ayını kapsıyor. Bu
kanlı savaş 600 bin genç insanın canına mal olmuş, köleci Güney uzatmaları
oynamakta ama bir türlü pes etmemekte, her iki tarafta da kayıp sayısı her gün
artmaktadır. İkinci başkanlık dönemini sürdürmekte olan Cumhuriyetçi Abraham
Lincoln bitirici bir hamle tasarlar: Anayasa’da değişikliği giderek köleliği
ilga etmek. Bu o güne kadar ABD anayasasında yapılan 13 değişiklik olacaktır.
Tarihe de kısaca ’13. Amendment’ olarak geçmiştir. Anayasa’da kölelik kalkarsa,
iç savaşın da sonu daha çabuk gelecektir.
Abraham Lincoln bakanlarıyla tartışıyor |
Ancak
önemli bir sorun vardır. Köleliği kaldırmak isteyen temsilci (milletvekili) sayısı
gerekli çoğunluk için yeterli değildir. 20 oya ihtiyaç vardır. Bazı hükümet
üyeleri havlu atmaya hazırdır. Lincoln diretir. Tek yol 13. Amendment’a karşı
çıkan temsilciler arasından 20 tanesini satın almaktır. Bu işlerde uzman
karanlık adamlardan küçük bir ekip oluşturulur. Zayıf halkalar tespit edilir.
Kimine mevki vaadiyle, kimine rüşvetle, kimine baskıyla oylama günü “doğru oy
kullanmaları” sağlanmaya çalışılır. Ancak oylama gününe kadar 20 oyun sağlanıp
sağlanamadığı kesinleşmez.
Köleliği
kaldırmak için gereken oy miktarı sağlanmaya çalışılırken Abraham Lincoln
Güney’den gelecek bir barış heyeti ile görüşmeye zorlanır. Lincoln itiraz
etmez. Aksi takdirde kendi cephesi de fire verecektir. Ama kurnazca bir yol
izler. Güneyli barış heyeti ile görüşmeyi kabul eder ama heyeti yolu üzerinde
bir noktada (o zamanlar malum uçaklar yok) oyalamaya karar verir. Ama esas
kritik nokta, böyle bir heyetin varlığını parlamentodan gizlemesidir. Çünkü
şeffaf davranırsa 13 Amendment’a karşı çıkan cephe oylamayı barış
görüşmelerinin sonrasına erteletmek isteyecektir.
Thaddeus Stevens kürsüde |
Nitekim
korkulan olur. Tam oylama günü barış heyetinin Washington yolunda olduğu bilgisi
sızar. Temsilciler Meclisi salonunda kıyamet kopar. Köleciler “oylamayı
erteleyin” diye tempo tutmaya başlarlar. Bir ulak nefes nefese durumu Başkana
bildirir. O da yuvarlak lafların ardına gizlenerek heyetin varlığını inkar
eder. Oylamadan önce, köleciliğe karşı çıkan cephede radikallerin liderliğini
yapan Cumhuriyetçi Thaddeus Stevens “Hayırcı” cephenin sözcüleri tarafından
kürsüye davet edilir. Amaçları, sadece köleliğin kaldırılması için değil
siyahlara tüm haklarının verilmesi için de mücadele eden Stevens’ı siyasal
görüşlerini tüm çıplaklığıyla açıklamaya zorlamaktır. Kölelik taraftarları bu
yolla “Evet” cephesini bölmeyi planlamaktadırlar çünkü bu cephenin içinde pek
çok temsilci köleliğe karşı olmakla birlikte siyahlara tüm haklarının (örneğin oy
hakkı) verilmesine karşıdırlar.
Thaddeus
Stevens’ın kürsüde yaşadığı vicdan azabı filmin en dramatik sahnelerinden
birini oluşturuyor. Görüşlerini tüm açıklığıyla dile getirse oylama
kaybedilecek ve kölelik daha uzun yıllar devam edecek. Gizlese kölelik kalkacak
ama Thaddeus da kendini bir bakıma inkar etmiş olacak. Tabi ki ikinci yolu
tercih eder ve “Evet” cephesi az bir fakla oylamayı kazanır.
İç
savaş günlerinde yaşıyor olsaydık köleliğin kaldırılması ve iç savaşın bir an
önce bitirilmesi amacıyla da olsa siyasal ahlakı bir ölçüde çiğnedikleri için
Abraham Lincoln’e ve Thaddeus Stevens’a karşı mı çıkardık yoksa, doğrusunu
yaptılar mı derdik? Ben şahsen çok iyi yaptılar derdim.
5 Mart 2013 Salı
Is education a panacea?
I was thinking to continue with the
employment issue for today by focusing on education presented as a panacea
and some times as a miraculous cure for improving the state of economic
development. But I felt the need to check the number of columns I reserved
recently on this field; I was surprised to notice that my last five columns
were on subjects related to the labor market issues in one manner or other.
While I was about to decide to shift into another field, I listened Saturday
morning to George Papandreou, former Greek prime minister and president of
the Socialist International (SI). Papandreou was invited to İstanbul by two
Turkish Social Democrat think tanks, Turkish Social Economic Political
Research Foundation (TÜSES) and the Social Democracy Foundation (SODEV) and
by Friedrich Ebert Stiftung (FES), the German Social Democrat think tank.
|
|||
|
|
||
The SI president
spoke, as it could be expected, about the socialist movement's policy
responses to the problems arising from the clash between conditions imposed
by irreversible globalization and the established social rights and welfare
inside the limits of the old nation state. Saturday's conference was for me
another occasion to note how terms like “educational reform,” “better
education,” etc. constitute the leitmotiv in social democratic programs. To
be fair, I should say that Papandreou pointed out the necessity of investing
more in research and development (R&D) as well as in infrastructure to
restart the growth machine, but finally it is obvious that great hope is
being placed in education to cure structural illnesses.
The Republican
People's Party (CHP), a member of the Socialist International, does not
constitute an exception. Its spokespeople also present educational reform as
almost a unique step for solving our economic problems and they are not alone
in this hope. The vice president in charge of economic affairs Ali Babacan
does not miss a single occasion without mentioning how educational reform is
important for
No doubt, providing
“more and better education” constitutes the main challenge for
So, the question is
what to do with the existing working age population, of which the majority is
poorly educated and unskilled? Creating new jobs, particularly for women,
should be accelerated as well as the increase of the labor productivity if we
want a high and sustainable economic growth. This can not be achieved without
courageous reforms in the labor market and without the help of large and
efficient “on the job training” schemes. Now, let me point out that the
government postponed indefinitely all labor market reform projects that were
designed in the National Employment Strategy.
Let me finish with
another concern. More education alone could create more problems than it
solves, if it is not placed within of a comprehensive and consistent growth
strategy. One of the facts that struck me in the recent World Development
Report 2013 - Jobs, was the very high unemployment rate among university
graduates in
|
2 Mart 2013 Cumartesi
Productivity or employment
This week, I participated in press
conferences in both İstanbul and
|
|||||
|
|
||||
Nowadays, most
countries suffer from high unemployment but also from what the World Bank
calls “bad jobs,” that is, from unproductive, unsecure employment. Many
countries still face the difficult problem of transforming millions of
informal, poorly productive jobs -- in agriculture, for example -- into
formal wage jobs. Let me just offer one figure in order the express the
extent of the employment challenge the world is facing: According to Word
Bank estimates, 600 million jobs need to be created in the next 15 years just
to maintain current employment rates.
The most striking
feature of the report, I think, is that it takes into account the diversity of
conditions prevailing in each country regarding economic development and the
labor market. The World Bank identified eight categories of countries
according to these conditions and explained how the nature of “good jobs” --
in other words, proper growth and employment strategies -- differs in each of
them. To give you an idea of this diversity, I would like to note that a
growth-employment strategy in an “agrarian economy” should not be similar to
that of an “aging society.”
During these two press
conferences, I focused my comments on four questions that constitute
passionately debated subjects in Turkey: first, how increases in productivity
versus employment must be balanced in terms of growth; second, how to
integrate members of the youth population who are not working, studying or
looking for a job into the labor market; third, what should be done with the
existing stock of poorly educated, unskilled people; and fourth, how to
address the issue of an aging population.
The issues of idle
youth and the aging population have been discussed recently in this column.
So, allow me this time to focus on the first issue I addressed at the press
conferences. In the period preceding the global recession, which was
characterized by high growth (roughly 6 percent per year), most economists
and the press in
I had two objections
to this assertion, however. First, this economic growth was in fact creating
enough jobs in non-agricultural sectors as this type of employment increased
approximately 3 percent between 2003 and 2008. Secondly, this outcome cannot
be considered a valid point of complaint for three basic reasons: The
unemployment rate was kept around 10 percent, the high growth allowed for the
move of people from poorly productive agricultural jobs into productive
non-agricultural jobs and the value added workers increased rapidly, pushing
up wages and overall per capita income.
In the aftermath of
the global recession, not only did very high growth prevail -- on average
around 9 percent in 2010 and 2011 -- but it started to create a lot of jobs
-- maybe too many! Indeed, the yearly increase in employment reached 6
percent in this period, significantly pushing up the capacity of growth to
create jobs. Even in 2012, when growth decelerated tremendously, the
increase in employment continued. One should note that this strong increase
in employment in recent years is partly due to a surprising increase in
agricultural jobs, with much of the remaining job creation happening in the
service sector.
So, we are no longer
hearing the complaint about “jobless growth,” but should we happy about that?
I am not sure. It is true that the unemployment rate has decreased by about
one percentage point over the pre-crisis period and that labor force
participation has increased. However, the increase worker productivity has
decelerated significantly, to the point of nearly stagnating in the past
year. Admittedly, the ideal situation for growth with regards to the
productivity-employment balance would be one that is based mostly on
productivity gains while at the same time allowing unemployment to decrease
slightly. However, this is easier said than done.
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)