29 Haziran 2013 Cumartesi
26 Haziran 2013 Çarşamba
Durgunluk tehlikesi
TCMB döviz kurunu tutabilecek mi? |
Baştan söyleyeyim, niyetim yangına
körükle gitmek değil. Ama ne yazık ki uç gösteren yangını da görmezlikten
gelemeyiz. Geçen hafta “Eğer yabancı sermaye akımlarına tahdit konmayacaksa
spekülatif hareketlerle baş etmeyi bileceksiniz... Komplo iddiaları ilerde
TCMB’yi köşeye sıkıştırabilir. Faizleri arttırması gerektiğinde ne yapacak?
Komplonun bir parçası olmamak için doğru politikayı uygulamaktan imtina mı
edecek?” diye sormuştum. Çok geçmedi, FED’in ilerde parayı sıkılaştıracağına
dair sinyaller vermesi üzerine pek çok ekonomi yoğun sermaye çıkışlarına maruz
kaldı. Doğal olarak ve belki de fazlasıyla, Türkiye ekonomisi de bu çıkışlardan
nasibini aldı. Döviz sepeti hızla değer kaybederek 2.20’yi, gösterge faiz de
yüzde 8’i aştı.
Oysa TCMB’nin faiz koridorunun üst sınırı yüzde 6,5’te duruyor. Makul ve bağımsız pek çok iktisatçı TCMB’nin faiz silahını çekmek zorunda olduğunu savunuyor. Bir yandan Rezerv Opsiyon Mekanizması yoluyla bankalar zorunlu karşılık için yatırdıkları dövizi çekiyor, diğer yandan TCMB döviz satıyor. Bu araçlarla döviz talebinin kalıcı olarak sakinleşeceği şüpheli. Önümüzdeki aylarda FED’in sıkılaştırma planlarını daha belirgin hale getirmesi durumunda sermaye çıkışları devam eder. O zaman ne olur? Yatırımcılar TCMB’nin rezervlerinin yetersiz olduğunu ve bu nedenle kurun yükselmeye devam edeceğini düşünmeye başlarlar ve sermaye çıkışları daha da hızlanır. İktisatçılar buna ‘kendini doğrulayan kehanet’ diyor.
‘Faiz lobisi’ TCMB’yi esir aldı
Böyle bir gidişatı engellemenin yegâne yolu Merkez Bankası’nın en önemli silahı olan faiz politikasında elinin serbest olmasıdır. Oysa ‘Faiz lobisi’ heyulası TCMB’yi esir almış durumda. Ne zamandır Başbakan ve kimi bakanlar düşük faizi adeta bir saplantı haline getirmiş durumdalar. Salt iç talep artışlarıyla büyüyebilen, yeterince iç tasarruf üretemediğinden yüksek cari açık veren, üstelik bu açığı büyük ölçüde sıcak para tabir edilen portföy yatırımları ve dış banka kredileri ile finanse edebilen bir ekonomi, uluslararası faizler yükselme eğilimine girdiğinde ve kur riski arttığında negatif reel faizi sürdüremez.
Düne kadar düşük büyümeyi tartışıyorduk. İç talepte canlanma belirginleşiyor, büyüme yüzde 2’den yüzde 3’ün üzerine çıkmış görünüyordu. Makul bir kur düzeltmesi gerçekleşmişti. Enflasyon kontrol altındaydı. Ama artık bu noktada değiliz. Faiz arttırmadan döviz sepetinin mevcut düzeyinde (2,25 civarı) tutunabileceğini kabul etsek dahi, TCMB’nin enflasyon tahmini artık boşluktadır. TCMB hedeften uzaklaşan enflasyona tahammül edebilir mi? Enflasyonla mücadele konusunda inandırıcılığını kaybetmek istemiyorsa faiz arttırarak tepki vermesi gerekir. Bu tepkiyi mevcut ortamda verebilir mi? Umarım verir.
Merkez Bankası faizleri arttırdığında canlanmakta olan iç talep kısa süre için duraklayabilir ama en azından büyümenin geleceği kurtarılmış olur. Elbette tatmin edici bir büyüme için çok daha fazlası gerekiyor. Barış sürecini ve demokratikleşmeyi tamamlamak, aynı zamanda da ertelenen ekonomik reformları yapmak farz.
Peki, halen siyasal baskı altında olduğunu düşündüğüm TCMB gereken tepkiyi zamanında veremezse ne olur? Kur daha da yükselir, enflasyon hedefinden iyice uzaklaşır. Bu durumda ekonomi bugünkünden daha şiddetli bir ‘ani duruş’ (sudden stop) şokuna maruz kalır. Döviz açığı olan firmaların bilançoları bozulur, yatırımlarını kısmak zorunda kalırlar. Yerli bankalar krediyi kısmaya, yabancı bankalar da verdikleri kredileri yenilememeye başlarlar. Bozulan ortam, özel tüketimi de olumsuz etkiler. Tek teselli cari açığın daralması olur. Benden söylemesi...
Oysa TCMB’nin faiz koridorunun üst sınırı yüzde 6,5’te duruyor. Makul ve bağımsız pek çok iktisatçı TCMB’nin faiz silahını çekmek zorunda olduğunu savunuyor. Bir yandan Rezerv Opsiyon Mekanizması yoluyla bankalar zorunlu karşılık için yatırdıkları dövizi çekiyor, diğer yandan TCMB döviz satıyor. Bu araçlarla döviz talebinin kalıcı olarak sakinleşeceği şüpheli. Önümüzdeki aylarda FED’in sıkılaştırma planlarını daha belirgin hale getirmesi durumunda sermaye çıkışları devam eder. O zaman ne olur? Yatırımcılar TCMB’nin rezervlerinin yetersiz olduğunu ve bu nedenle kurun yükselmeye devam edeceğini düşünmeye başlarlar ve sermaye çıkışları daha da hızlanır. İktisatçılar buna ‘kendini doğrulayan kehanet’ diyor.
‘Faiz lobisi’ TCMB’yi esir aldı
Böyle bir gidişatı engellemenin yegâne yolu Merkez Bankası’nın en önemli silahı olan faiz politikasında elinin serbest olmasıdır. Oysa ‘Faiz lobisi’ heyulası TCMB’yi esir almış durumda. Ne zamandır Başbakan ve kimi bakanlar düşük faizi adeta bir saplantı haline getirmiş durumdalar. Salt iç talep artışlarıyla büyüyebilen, yeterince iç tasarruf üretemediğinden yüksek cari açık veren, üstelik bu açığı büyük ölçüde sıcak para tabir edilen portföy yatırımları ve dış banka kredileri ile finanse edebilen bir ekonomi, uluslararası faizler yükselme eğilimine girdiğinde ve kur riski arttığında negatif reel faizi sürdüremez.
Düne kadar düşük büyümeyi tartışıyorduk. İç talepte canlanma belirginleşiyor, büyüme yüzde 2’den yüzde 3’ün üzerine çıkmış görünüyordu. Makul bir kur düzeltmesi gerçekleşmişti. Enflasyon kontrol altındaydı. Ama artık bu noktada değiliz. Faiz arttırmadan döviz sepetinin mevcut düzeyinde (2,25 civarı) tutunabileceğini kabul etsek dahi, TCMB’nin enflasyon tahmini artık boşluktadır. TCMB hedeften uzaklaşan enflasyona tahammül edebilir mi? Enflasyonla mücadele konusunda inandırıcılığını kaybetmek istemiyorsa faiz arttırarak tepki vermesi gerekir. Bu tepkiyi mevcut ortamda verebilir mi? Umarım verir.
Merkez Bankası faizleri arttırdığında canlanmakta olan iç talep kısa süre için duraklayabilir ama en azından büyümenin geleceği kurtarılmış olur. Elbette tatmin edici bir büyüme için çok daha fazlası gerekiyor. Barış sürecini ve demokratikleşmeyi tamamlamak, aynı zamanda da ertelenen ekonomik reformları yapmak farz.
Peki, halen siyasal baskı altında olduğunu düşündüğüm TCMB gereken tepkiyi zamanında veremezse ne olur? Kur daha da yükselir, enflasyon hedefinden iyice uzaklaşır. Bu durumda ekonomi bugünkünden daha şiddetli bir ‘ani duruş’ (sudden stop) şokuna maruz kalır. Döviz açığı olan firmaların bilançoları bozulur, yatırımlarını kısmak zorunda kalırlar. Yerli bankalar krediyi kısmaya, yabancı bankalar da verdikleri kredileri yenilememeye başlarlar. Bozulan ortam, özel tüketimi de olumsuz etkiler. Tek teselli cari açığın daralması olur. Benden söylemesi...
25 Haziran 2013 Salı
The ‘sudden stop' threat
22 Haziran 2013 Cumartesi
Is the Turkish economy on the eve of a recession?
Global and local shockwaves are
continuing to shake the Turkish economy. A second wave hurt the Bourse
İstanbul, taking it down sharply while market interest rates continued their
climb. Within the past month, the Turkish lira has lost more than 8 percent
of its value against the foreign exchange basket despite many interventions
by the Central Bank of
|
|||
|
|
||
Admittedly, the shock
is not peculiar to
There is no surprise
in this new state of affairs. However, the Turkish economy has felt the
effects more than others. Why? I think there are two main reasons: The first
is the pre-existing weaknesses of the Turkish economy. Readers are certainly
aware of these weaknesses, but let's recall them briefly. The current account
deficit (CAD) to gross domestic product (GDP) rate is 6 percent, which is
still high and, moreover, is increasing because of a recent revival in
domestic demand along with sluggish exports and increasing imports.
Inflation, at roughly 6.5 percent, is over its target of 5 percent and the
GDP growth rate is below 4 percent. This state in which we find
macroeconomics is already alarming and necessitates a different policy
response than the current one.
In this setting, the
Justice and Development Party (AK Party) government very poorly managed the
As I have already put
forth in previous articles, this irrational attitude causes worry among
investors regarding the ability of AK Party to properly manage an open market
economy in troubled times. This is, I believe, is the second reason why the
Turkish economy has been affected more than others. When the first shockwave
due to domestic tension struck a week ago, Central Bank of
This is not the first
time that the Turkish economy has faced a sudden stop concerning capital
flows. In these circumstances, the central bank would react by increasing
interest rates to stop the bleeding and regain control over the rapid
depreciation of the Turkish lira. This policy would bring about a new
equilibrium of relatively lower but balanced growth and a competitive
exchange rate.
This time is
different, for two reasons at least. The rebalancing operation had already
failed and in order to increase economic growth, which had dropped to 2
percent, the central bank and the government were trying painfully to revive
domestic demand through rather loose monetary policy. Expected real interest
rates were falling and this was already a hotly debated issue. The external
shock occurred at a time -- and this is the second reason -- when
What is happening now?
Conspiracy theories and the tension with the EU undermined this confidence and
the sword of Damocles is hanging over the central bank, which risks being
accused of being part of the interest lobby if it reacts by increasing
interest rates. The upper limit of the interest corridor has been lowered to
6.5 percent, the rate at which the central bank provides short-term loans to
banks, whereas the bond yields now exceed 8 percent. So, the central bank is
trying desperately to stop the devaluation of the Turkish lira by selling
dollars.
Obviously, the Turkish
economy now seriously faces a risk of recession. President Abdullah Gül said
recently that “building a reputation can take 10 years, but this reputation
can be lost in 10 day.” The Central Bank of
|
20 Haziran 2013 Perşembe
Gezi Parkı'nın ardından ekonomi
Merkez Bankası için zor günler |
Gezi Park direnişi Türkiye tarihine
geçecek kadar önemli bir olaydı. Pek çok yorumcunun iddia ettiği gibi tarihsel
bir dönüm noktası olacak mı? Tam kestiremiyorum. Bu hükmü ileride tarih
verecek. Ama sanırım şunu kabul edebiliriz: Gezi Parkı direnişi AK Parti’nin
içsel açmazlarını açığa çıkardı, moral üstünlüğünü sarstı. Eğitimli, liberal
yaşam tarzına duyarlı, eski Türkiye’nin siyasal ideolojilerine bağlılığı
olmayan geniş bir kentsel kesim bu vesileyle siyasete girdi ve AK Parti’ye
esastan çoğulcu olan Türkiye toplumunu muhafazakâr ve ahlakçı temeller üzerinde
yeniden inşa etme tasavvurunun sınırlarını çizdi.
AK Parti iktidarının bu sınırların farkında olduğundan kuşkuluyum. Uluslararası bir komployla karşı karşıya olduklarını savunmaya ve belki de gerçekten buna inanmaya devam ediyorlar. Bir yandan Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine devam edeceksiniz, diğer yandan “Bu gidişattan endişeliyiz” diyen Avrupalı yöneticilere “Siz işinize bakın” diyeceksiniz. Bir yandan ‘faiz lobisini’ finansal piyasaları karıştırmakla suçlayacaksınız, diğer yandan Gezi Parkı tansiyonu düşer düşmez yükselen borsayı, çıktığı gibi inen kuru ve faizleri görmezden geleceksiniz. Eğer müttefikimiz olduğunu kabul ettiğiniz Batılı ülkeler Türkiye’yi paçalarından aşağıya çekme peşinde ise Batı ile ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekmez mi?
Büyüme alarm veriyor
AK Parti’nin çelişkileri ekonominin geleceği açısından haklı endişelerin doğmasına yol açıyor. Uzun süredir Türkiye ekonomisi düşük büyüme sorunu ile karşı karşıya; Başbakan’ın ve pek çok AK Parti yöneticisinin bu sorunun farkında olduğundan şüpheliyim. İşgücü piyasası reformları iptal edildi ya da ertelendi. Radikal bir vergi reformu beklentisi boş çıktı. Meclis’e sevk edilen taslak, Milli Gelir içindeki payı yüzde 5’ten ibaret olan gelir vergisi payını (AB ortalaması yüzde 10) dikkate değer ölçüde arttırma kabiliyetinden çok uzak. Yerli-yabancı tahminciler 2013 büyümesini yüzde 4’ün altında görüyor. Bu büyüme işsizlik açısından yetersiz, cari açık açısından dengesiz, verimlilik ve rekabet gücü açısından ise kalitesiz. Ayrıntılara önümüzdeki haftalarda gireriz.
Büyüme yeniden iç talep odaklı hale geldi. Cari açık artış eğiliminde ve büyük ölçüde sıcak parayla ve dış finansmanla dönüyor. Türkiye ekonomisi iç talebe dayalı olarak büyüyecekse, ki aksi yönde şimdilik hiçbir emare yok, daha fazla doğrudan yabancı yatırıma ve finans piyasalarının güvenine ihtiyacı var. Bu ihtiyaç herhalde faiz lobisi söylemiyle ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 80’inini sağlayan AB’ye posta koyarak karşılanamaz. Gir çık yapan spekülatörler her zaman vardı, var olmaya da devam edecekler. Eğer yabancı sermaye akımlarına tahdit konmayacaksa spekülatif hareketlerle baş etmeyi bileceksiniz. TCMB bu yönde bir hayli mesafe kaydetmişti. Komplo iddiaları ileride onu da köşeye sıkıştırabilir. Faizleri arttırması gerektiğinde ne yapacak? Komplonun bir parçası olmamak için doğru politikayı uygulamaktan imtina mı edecek?
Bu arada siyasal reformlarda beklemede. Oysa hayati öneme sahip barış sürecinin devamı bu reformlara bağlı. AK Parti’nin başkanlık sistemi üzerindeki ısrarı zaman kaybettirmeye devam ediyor. Daha önce de yazdım. Bu ısrar, siyaseti dengesizleştirerek yönetim istikrarını da tehdit ediyor. AK Parti iktidarının önceliklerini gözden geçirmesi ve toplumsal gerginliği arttıran buyurgan söylem ile ahlakçı tasavvurlardan vazgeçmesi şart. Aksi takdirde zaten düşük giden büyüme daha da zayıflayabilir. Ne demiş atalarımız? Kim ne ekerse onu biçer.
AK Parti iktidarının bu sınırların farkında olduğundan kuşkuluyum. Uluslararası bir komployla karşı karşıya olduklarını savunmaya ve belki de gerçekten buna inanmaya devam ediyorlar. Bir yandan Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine devam edeceksiniz, diğer yandan “Bu gidişattan endişeliyiz” diyen Avrupalı yöneticilere “Siz işinize bakın” diyeceksiniz. Bir yandan ‘faiz lobisini’ finansal piyasaları karıştırmakla suçlayacaksınız, diğer yandan Gezi Parkı tansiyonu düşer düşmez yükselen borsayı, çıktığı gibi inen kuru ve faizleri görmezden geleceksiniz. Eğer müttefikimiz olduğunu kabul ettiğiniz Batılı ülkeler Türkiye’yi paçalarından aşağıya çekme peşinde ise Batı ile ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekmez mi?
Büyüme alarm veriyor
AK Parti’nin çelişkileri ekonominin geleceği açısından haklı endişelerin doğmasına yol açıyor. Uzun süredir Türkiye ekonomisi düşük büyüme sorunu ile karşı karşıya; Başbakan’ın ve pek çok AK Parti yöneticisinin bu sorunun farkında olduğundan şüpheliyim. İşgücü piyasası reformları iptal edildi ya da ertelendi. Radikal bir vergi reformu beklentisi boş çıktı. Meclis’e sevk edilen taslak, Milli Gelir içindeki payı yüzde 5’ten ibaret olan gelir vergisi payını (AB ortalaması yüzde 10) dikkate değer ölçüde arttırma kabiliyetinden çok uzak. Yerli-yabancı tahminciler 2013 büyümesini yüzde 4’ün altında görüyor. Bu büyüme işsizlik açısından yetersiz, cari açık açısından dengesiz, verimlilik ve rekabet gücü açısından ise kalitesiz. Ayrıntılara önümüzdeki haftalarda gireriz.
Büyüme yeniden iç talep odaklı hale geldi. Cari açık artış eğiliminde ve büyük ölçüde sıcak parayla ve dış finansmanla dönüyor. Türkiye ekonomisi iç talebe dayalı olarak büyüyecekse, ki aksi yönde şimdilik hiçbir emare yok, daha fazla doğrudan yabancı yatırıma ve finans piyasalarının güvenine ihtiyacı var. Bu ihtiyaç herhalde faiz lobisi söylemiyle ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 80’inini sağlayan AB’ye posta koyarak karşılanamaz. Gir çık yapan spekülatörler her zaman vardı, var olmaya da devam edecekler. Eğer yabancı sermaye akımlarına tahdit konmayacaksa spekülatif hareketlerle baş etmeyi bileceksiniz. TCMB bu yönde bir hayli mesafe kaydetmişti. Komplo iddiaları ileride onu da köşeye sıkıştırabilir. Faizleri arttırması gerektiğinde ne yapacak? Komplonun bir parçası olmamak için doğru politikayı uygulamaktan imtina mı edecek?
Bu arada siyasal reformlarda beklemede. Oysa hayati öneme sahip barış sürecinin devamı bu reformlara bağlı. AK Parti’nin başkanlık sistemi üzerindeki ısrarı zaman kaybettirmeye devam ediyor. Daha önce de yazdım. Bu ısrar, siyaseti dengesizleştirerek yönetim istikrarını da tehdit ediyor. AK Parti iktidarının önceliklerini gözden geçirmesi ve toplumsal gerginliği arttıran buyurgan söylem ile ahlakçı tasavvurlardan vazgeçmesi şart. Aksi takdirde zaten düşük giden büyüme daha da zayıflayabilir. Ne demiş atalarımız? Kim ne ekerse onu biçer.
15 Haziran 2013 Cumartesi
AK Party and the West
A desirable solution will likely be reached in
|
|||
|
|
||
If the decision is against the
reconstruction of the old casern, the
Anyway,
Despite the compromising approach of the
AK Party government and the calming down of the prime minister, the
insistence on the misreading continues as it is proved by the ongoing shadow
boxing: AK Party rulers are still claiming that obscure forces and the
‘interest rate lobby' that is willing to destabilize Turkey to damage its
economic development are the main instigators of the Gezi Park protests. Who
are these obscure forces? The AK Party avoids identifying them. Nevertheless,
since the Western media and recently the European Parliament, which adopted a
very critical resolution about the AK Party's governing style, are considered
the main actors of the organized conspiracy and since they are criticized by
the usual arrogant discourse, one should admit that the obscure forces must
be searched for in Western countries.
Might some Western governments, like for
example the US and Germany, be considered part of this conspiracy, since the
Obama administration as well as Angela Merkel and Guido Westerwelle warned
the AK Party government regarding the abusive use of force and to respect
basic freedoms? Or is it question of some lobbies and media patrons linked to
Zionist circles, as the press close to the AK Party stigmatized The Economist
and Financial Times? Are there some speculative investment fund managers unhappy
with the low interest rates, trying to push these rates up and damage the
Turkish economy by this way?
The list can be augmented. Sincerely, I
believe that the conspiracy theory is so absurd, end even so schizophrenic
that I will not try to prove its inexistence, but remark that I consider
these “interventions” as anxious attempts to prevent Turkey's drift which
will destabilize not only it self but at the same time the already troubled
Middle East. So, it would be better to focus on the consequences of this
madness. The basic fragility of the Turkish economy is well known; it has a
high current account deficit, roughly 6 percent of its gross domestic product
(GDP), while this deficit is mostly financed by hot money and foreign loans.
On the other hand, decent economic growth can only be led by domestic demand,
at least in the foreseeable future. This means that
It is obvious that the AK Party should
understand that jeopardizing the EU harmonization process is the main threat
to the Turkish economy and to AK Party rule so far. And as I noted Tuesday in
this column, a sound management of an open market economy cannot be based on
fears of conspiracies but on the rational economic policies that respect the
rules of the open market economy and its constraints.
|
12 Haziran 2013 Çarşamba
Ak Parti köşeye sıkıştı
Ak Parti çıkmazda |
Normal bir zaman olsaydı dün sabah
açıklanan 2013 1. Çeyrek büyümesini yazacak ve özetle şunları söyleyecektim:
Beklenenden yüksek gelen yıllık büyüme oranı yüzde 3’e yükseldi. Çeyrekten
çeyreğe büyüme ise yüzde 1,6. İç talebin durgunlaşmaya başladığı 2011’in ikinci
yarısından itibaren en yüksek büyüme hızı. Büyüme esas olarak iç tüketimdeki
canlanmanın eseri. Özel yatırımlar hâlâ zayıf. Kamu bayağı katkı yapmış;
özellikle yatırımlar üzerinden. Net ihracat katkısı ise beklediğim gibi
negatif. Cari açıkta az da olsa bir artış var. Yani Türkiye ekonomisi
normalleşiyor!
Ama zamanlar normal değil. Gezi Parkı gençlerinin başlattığı kitlesel kalkışma siyasal gündeme damgasını vurdu. Bu eylemin Türkiye’nin tarihinde hiç yaşamadığı liberal demokrasiye geçişin işaret fişeği olduğuna dair yorumlar yapılıyor. AK Parti, toplumu muhafazakârlaştırma çabası ile esasen çoğulcu bir ülke olan Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu liberal demokrasinin gerekleri arasına sıkışmış durumda. Kürt sorununun kalıcı olarak demokratik zemine oturması da liberal demokrasinin inşasına bağlı.
Hayaletlerle boks
Başbakan’ın Gezi Parkı kalkışmasını doğru okumaya çabalamak yerine komplo iddialarına sığınması, Ak Parti iktidarının bu sıkışmışlık halini kolay kolay aşamayacağını gösteriyor. Artık siyasal istikrar da ekonomik istikrar da risk altında. Günlerdir Fransızından Amerikalısına, Almanından Japonuna laf anlatmaya çalışıyorum. Hep aynı soru: “Gezi Parkı olayları ekonomiyi nasıl etkiler?” Evet Borsa çakıldı, faizler ve kur fırladı ancak bu yönde bir gelişme, içeride bizim Merkez Bankası dışarıda ise FED’in yaklaşımları nedeniyle zaten hesapta vardı. Bu ortamda bir miktar sermaye çıkışının olması makuldü. Ancak Gezi Parkı kalkışması bu çıkışı şiddetlendirdi çünkü yatırımcıların içine Ak Parti iktidarının Türkiye’nin temel sorunlarının farkında olmadığına dair kurt düşürdü.
Güncel ekonomik sarsıntıdan meçhul bir ‘faiz lobisini’ sorumlu tutan, teşhis edilemeyen ‘karanlık güçlerin’ Türkiye’nin ekonomik güç olmasını engellemek için harekete geçtiğini savunan bir iktidarın, açık piyasa ekonomisini yönetme kabiliyetinin sorgulanması doğaldır. İktisatçı meslektaşlarım kendi mecralarında faiz lobisi ve komplo saçmalığına yeterince değindiler. Onlara katılıyorum. Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorunun esasına bakalım.
Yeni yol haritası
Bir taraftan demokratik reformlar diğer taraftan ekonomik reformlar yapılmadıkça istikrar tehlikede demektir. Ekonomik reformlardan ümit kesilmiş durumda. İşgücü piyasası reformları çoktan rafa kaldırıldı. Gezi Parkı kalkışması nedeniyle tartışılamayan vergi reformunun içi büyük ölçüde boş. Vergi kaçağını köklü bir şekilde azaltarak elde edilecek vergi gelirlerini daha dengeli bir büyüme için kullanmak bir başka bahara kaldı. Demokratik reformlar ise adeta Godot’yu bekliyor. Abdullah Öcalan son İmralı görüşmesinde “Ben yapacağımı yaptım şimdi sıra hükümette” demiş. Haklı. Ak Parti ise oralı değil. Ceza yasasında, seçim yasasında, siyasal partiler yasasında anayasa değişikliği gerektirmeyen değişiklikler için iktidar neyi bekliyor?
Bana öyle geliyor ki, Ak Parti’nin hâkim kanadı barış sürecini başkanlık rejimi için kullanmayı tasarlamıştı. Bu strateji zaten can çekişiyordu. Taksim Parkı’nın korunmasının sınırlarını çoktan aşan ve iktidarın otoriter ahlakçı dayatmasına itiraza dönüşen Gezi Parkı kalkışması bu stratejiyi tümüyle çökertti. Şimdi Ak Parti’nin yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Aksi takdirde siyaset giderek istikrarlaşacak. Gezi Parkı’nın ekonomiye etkisini o zaman görürsünüz.
Ama zamanlar normal değil. Gezi Parkı gençlerinin başlattığı kitlesel kalkışma siyasal gündeme damgasını vurdu. Bu eylemin Türkiye’nin tarihinde hiç yaşamadığı liberal demokrasiye geçişin işaret fişeği olduğuna dair yorumlar yapılıyor. AK Parti, toplumu muhafazakârlaştırma çabası ile esasen çoğulcu bir ülke olan Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu liberal demokrasinin gerekleri arasına sıkışmış durumda. Kürt sorununun kalıcı olarak demokratik zemine oturması da liberal demokrasinin inşasına bağlı.
Hayaletlerle boks
Başbakan’ın Gezi Parkı kalkışmasını doğru okumaya çabalamak yerine komplo iddialarına sığınması, Ak Parti iktidarının bu sıkışmışlık halini kolay kolay aşamayacağını gösteriyor. Artık siyasal istikrar da ekonomik istikrar da risk altında. Günlerdir Fransızından Amerikalısına, Almanından Japonuna laf anlatmaya çalışıyorum. Hep aynı soru: “Gezi Parkı olayları ekonomiyi nasıl etkiler?” Evet Borsa çakıldı, faizler ve kur fırladı ancak bu yönde bir gelişme, içeride bizim Merkez Bankası dışarıda ise FED’in yaklaşımları nedeniyle zaten hesapta vardı. Bu ortamda bir miktar sermaye çıkışının olması makuldü. Ancak Gezi Parkı kalkışması bu çıkışı şiddetlendirdi çünkü yatırımcıların içine Ak Parti iktidarının Türkiye’nin temel sorunlarının farkında olmadığına dair kurt düşürdü.
Güncel ekonomik sarsıntıdan meçhul bir ‘faiz lobisini’ sorumlu tutan, teşhis edilemeyen ‘karanlık güçlerin’ Türkiye’nin ekonomik güç olmasını engellemek için harekete geçtiğini savunan bir iktidarın, açık piyasa ekonomisini yönetme kabiliyetinin sorgulanması doğaldır. İktisatçı meslektaşlarım kendi mecralarında faiz lobisi ve komplo saçmalığına yeterince değindiler. Onlara katılıyorum. Türkiye ekonomisinin karşı karşıya olduğu sorunun esasına bakalım.
Yeni yol haritası
Bir taraftan demokratik reformlar diğer taraftan ekonomik reformlar yapılmadıkça istikrar tehlikede demektir. Ekonomik reformlardan ümit kesilmiş durumda. İşgücü piyasası reformları çoktan rafa kaldırıldı. Gezi Parkı kalkışması nedeniyle tartışılamayan vergi reformunun içi büyük ölçüde boş. Vergi kaçağını köklü bir şekilde azaltarak elde edilecek vergi gelirlerini daha dengeli bir büyüme için kullanmak bir başka bahara kaldı. Demokratik reformlar ise adeta Godot’yu bekliyor. Abdullah Öcalan son İmralı görüşmesinde “Ben yapacağımı yaptım şimdi sıra hükümette” demiş. Haklı. Ak Parti ise oralı değil. Ceza yasasında, seçim yasasında, siyasal partiler yasasında anayasa değişikliği gerektirmeyen değişiklikler için iktidar neyi bekliyor?
Bana öyle geliyor ki, Ak Parti’nin hâkim kanadı barış sürecini başkanlık rejimi için kullanmayı tasarlamıştı. Bu strateji zaten can çekişiyordu. Taksim Parkı’nın korunmasının sınırlarını çoktan aşan ve iktidarın otoriter ahlakçı dayatmasına itiraza dönüşen Gezi Parkı kalkışması bu stratejiyi tümüyle çökertti. Şimdi Ak Parti’nin yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Aksi takdirde siyaset giderek istikrarlaşacak. Gezi Parkı’nın ekonomiye etkisini o zaman görürsünüz.
11 Haziran 2013 Salı
Misperceptions can be very costly
Saturday I wrote in this column that the
Gezi Park protests could be a turning point for Justice and Development Party
(AK Party) rule as well as for economic stability if the AK Party and
particularly the prime minister, refuses to correctly interpret the “dignity”
revolt of the youth of Istanbul who are politically unengaged but protective
of their individual liberties and style of life.
|
|||
|
|
||
I am afraid that we
will all soon be facing the harmful consequences of this refusal. Indeed,
Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan's speech shows that he perceives a wide
conspiracy against him, including mysterious local and foreign forces and
even includes the infamous “interest rate lobby.” He believes that all those
who do not want
At the moment, all the
young foreigners who have been caught by the police during clashes have been
revealed to be Erasmus students! This does not prove, off course, that
“mysterious forces” have been activated. I am sure that there are many who
will try to profit from the
We do not know yet how
the
This assessment is a
crude summary of the AK party's understanding of economic development as well
as of its social vision. That vision limits the well-being of Turkish society
to increasing per capita income and to the improvement of public services
while the society should at the same time become more conservative and moral.
I was already inclined to interpret the recent faux pas of the AK Party and the
arrogant discourse of the prime minister as political messages sent to his
conservative electorate; Mr. Akdoğan's assessment confirmed my
interpretation.
Now, the upheaval in
The misperception of
the AK Party and particularly of Mr. Erdoğan, risks costing
The AK Party and Mr.
Erdoğan should also understand that the good management of an open market
economy cannot be based on fears of conspiracies but on intelligent economic
policies that respect the rules of an open market economy and on the
awareness of its constraints. Speculators can make juicy profits by investing
in assets denominated in Turkish lira when the exchange rate and bond
interest rates suddenly reach their peaks, but this is never a consequence of
conspirators' plots but rather a consequence of clumsy policies. Let me
remind you of the infamous interest rate battle of former Prime Minister
Tansu Çiller that triggered the 1994 crisis.
|
8 Haziran 2013 Cumartesi
Will Gezi Park protest be a turning point?
Many analysts of Turkish politics,
including foreign ones, consider the
|
|||
|
|
||
For others, the AK
Party, and particularly its uncontestable leader, Prime Minister Recep Tayyip
Erdoğan, has to reconsider its authoritarian style of governance and should
prioritize the pending democratic reforms. If not, the risks of
destabilization will increase.
I rather agree with
the second interpretation. It is true that the AK Party government is facing
multiple challenges. Its stubbornness over a presidential system is blocking
work on the drafting of a new constitution. The settlement process, aiming to
end the armed conflict with the Kurdistan Workers' Party (PKK), is awaiting
democratic reforms in order to continue on its path. The country's foreign
policy seems more and more reluctant to face the unpleasant realities in the
region. The Turkish economy is trapped in low and poor quality growth because
of many constraints such as low productivity and a high current account
deficit (CAD) combined with high inflation. However, these challenges, or
unsolved problems, have not yet produced a disavowal of the “independent
electors” voting for the AK Party because of the absence of a credible
opposition that is more capable of tackling the challenges cited above.
Voting intention surveys done before the
Can the political
outcomes of the
The
Those figures reveal
that we are, indeed, facing a new kind of opposition. The AK Party leaders
used to think that as long as the economy grows, macroeconomic stability is
secured, poverty is diminished and impressive mega projects are on the
agenda, the business community would interfere only in economic affairs and
that the majority of citizens can be satisfied and might even admire a
benevolent dictator. If the AK Party correctly interprets the message of
|
5 Haziran 2013 Çarşamba
Anlamak mümkün değil
Demokrasi dersi |
Türkiye’nin son birkaç gün içinde
geldiği nokta akıllara durgunluk veriyor. Taksim Gezi Parkı’nın yok edilerek
yerine dikkate değer bir mimari özelliği dahi olmayan eski bir kışlanın
yapılarak İstanbul’un kalbinin taş bloklarla boğulmasına karşı çıkan
vatandaşların sabahın köründe polis şiddetine maruz kalmaları büyük bir
protesto hareketini tetikledi. Başbakan Yardımcısı ve Başbakan Vekili Bülent
Arınç’ın dün Köşk’ten çıktıktan sonra yaptığı açıklamada da kabul ettiği gibi,
polis gereksiz aşırı şiddet kullandı. Bu akıl dışı saldırıya kimin karar
verdiği halen belli değil. Buna karşılık AK Parti iktidarının, muhalefetin
bugüne dek başaramadığını başararak karşısında geniş bir sivil koalisyon
oluşturduğu açık.
‘Gezi Parkı protestosu’ olayının nihai sorumluluğu hükümetindir. Ancak olayların bu noktaya gelmesinde Sayın Başbakan’ın başkanlık inadından tutun, Topçu Kışlası projesini şahsileştirmesine ve en önemlisi kibirli ve kışkırtıcı üslubuna kadar pek çok etkenin rol oynadığı konusunda geniş bir görüş birliği var. Başbakan bir süredir odaklanması gereken barış süreci ve onun ayrılmaz parçası olan demokratik reformlara odaklanmayı bırakmış, gerilimi tırmandırmakla meşguldü. Alkol satışına sınırlamalar getiren yasayla ilgili tartışmayı tamamen endazesinden çıkarmak, 3. köprüye Yavuz Sultan Selim ismini vererek, amacı bu olmasa da, Alevi yurttaşları kışkırtmak gibi çıkışlarla katı siyasal pozisyonları olmayan milyonlarca bağımsız seçmeni kızdırmayı başardı Sayın Erdoğan.
Güven kaybı
Ancak gelişmeler toplumsal düzeyle sınırlı kalmadı. Pazartesi günü borsa endeksi rekor düzeyde (yüzde 10) düştü. Yüzde 5’e gerilemiş olan faizler yüzde 6,5’e fırladı. Merkez Bankası’nın gevşettiği faizlerin bir miktar sermaye çıkışına neden olması bekleniyor, hatta Türk Lirası’nın bir miktar değer kaybetmesi için arzu bile ediliyordu. Buna karşılık piyasaların verdiği aşırı tepki, olsa olsa yatırımcıların AK Parti hükümetinin ülkeyi iyi yönetme kabiliyetinden şüphe duymaya başlamaları ile açıklanabilir. Oysa AK Parti iktidarının ekonomideki en önemli kozu, ekonomik aktörlerin güvenini kazanmış olmasıydı.
Şimdi Başbakan bu güveni sarsmak için adeta çabalıyor. Benim aklımın ermediği nokta burası. Bir iktisatçı olarak Başbakan’ın itici üslubunun ardında akılcı bir gerekçe arıyorum ama bulamıyorum. Başbakan muhafazakâr çıkışlarla İslamcı tabanını muhafaza mı etmek istiyor? Bu bana pek akılcı gözükmüyor, çünkü diğer yandan muhalefete güvenmeyen ve AK Parti’nin şimdilik en iyi alternatif olduğunu düşünen bağımsız seçmenlerini uzaklaştırma ihtimalini gündeme getiriyor. Pek çok AK Partilinin bu riskin farkında olduğunu biliyorum.
Barış süreci ya da ekonomi kötü gidiyor da bu nedenle mi Başbakan gündem değiştirmek istiyor desek o da değil. Barış süreci şimdilik sorunsuz gidiyor ve ilerlemek için AK Parti’nin ceza yasası, seçim sistemi, siyasal partiler yasası gibi demokratik adımları gündeme getirmesini bekliyor. Ama ne yazık ki Başbakan’ın çıkışları barış sürecini de tehdit etmeye başladı. Bir yandan âkil adamlarla sürece toplumsal desteği arttırmaya çalışırken diğer taraftan bu desteği dağıtan bir siyaset izliyor Sayın Başbakan. Ekonomide de durum çok farklı değil. Gerçi ekonomik gidişat, Başbakan’ın sandığı kadar parlak değil ama büyük bir sorun da görünmüyor, en azından orta vadede... Oysa Sayın Başbakan yatırımcıları da endişelendirmeyi başardı. Beklentiler bozulmaya başlarsa seçimlerin arifesinde durup dururken küçük çaplı bir kriz bile yaşanabilir.
Peki, Başbakan ne yapmaya çalışıyor? Anlamakta güçlük çekiyorum. Olay iktisadın çerçevesini ve siyasal akılcılığı aşmış görünüyor.
‘Gezi Parkı protestosu’ olayının nihai sorumluluğu hükümetindir. Ancak olayların bu noktaya gelmesinde Sayın Başbakan’ın başkanlık inadından tutun, Topçu Kışlası projesini şahsileştirmesine ve en önemlisi kibirli ve kışkırtıcı üslubuna kadar pek çok etkenin rol oynadığı konusunda geniş bir görüş birliği var. Başbakan bir süredir odaklanması gereken barış süreci ve onun ayrılmaz parçası olan demokratik reformlara odaklanmayı bırakmış, gerilimi tırmandırmakla meşguldü. Alkol satışına sınırlamalar getiren yasayla ilgili tartışmayı tamamen endazesinden çıkarmak, 3. köprüye Yavuz Sultan Selim ismini vererek, amacı bu olmasa da, Alevi yurttaşları kışkırtmak gibi çıkışlarla katı siyasal pozisyonları olmayan milyonlarca bağımsız seçmeni kızdırmayı başardı Sayın Erdoğan.
Güven kaybı
Ancak gelişmeler toplumsal düzeyle sınırlı kalmadı. Pazartesi günü borsa endeksi rekor düzeyde (yüzde 10) düştü. Yüzde 5’e gerilemiş olan faizler yüzde 6,5’e fırladı. Merkez Bankası’nın gevşettiği faizlerin bir miktar sermaye çıkışına neden olması bekleniyor, hatta Türk Lirası’nın bir miktar değer kaybetmesi için arzu bile ediliyordu. Buna karşılık piyasaların verdiği aşırı tepki, olsa olsa yatırımcıların AK Parti hükümetinin ülkeyi iyi yönetme kabiliyetinden şüphe duymaya başlamaları ile açıklanabilir. Oysa AK Parti iktidarının ekonomideki en önemli kozu, ekonomik aktörlerin güvenini kazanmış olmasıydı.
Şimdi Başbakan bu güveni sarsmak için adeta çabalıyor. Benim aklımın ermediği nokta burası. Bir iktisatçı olarak Başbakan’ın itici üslubunun ardında akılcı bir gerekçe arıyorum ama bulamıyorum. Başbakan muhafazakâr çıkışlarla İslamcı tabanını muhafaza mı etmek istiyor? Bu bana pek akılcı gözükmüyor, çünkü diğer yandan muhalefete güvenmeyen ve AK Parti’nin şimdilik en iyi alternatif olduğunu düşünen bağımsız seçmenlerini uzaklaştırma ihtimalini gündeme getiriyor. Pek çok AK Partilinin bu riskin farkında olduğunu biliyorum.
Barış süreci ya da ekonomi kötü gidiyor da bu nedenle mi Başbakan gündem değiştirmek istiyor desek o da değil. Barış süreci şimdilik sorunsuz gidiyor ve ilerlemek için AK Parti’nin ceza yasası, seçim sistemi, siyasal partiler yasası gibi demokratik adımları gündeme getirmesini bekliyor. Ama ne yazık ki Başbakan’ın çıkışları barış sürecini de tehdit etmeye başladı. Bir yandan âkil adamlarla sürece toplumsal desteği arttırmaya çalışırken diğer taraftan bu desteği dağıtan bir siyaset izliyor Sayın Başbakan. Ekonomide de durum çok farklı değil. Gerçi ekonomik gidişat, Başbakan’ın sandığı kadar parlak değil ama büyük bir sorun da görünmüyor, en azından orta vadede... Oysa Sayın Başbakan yatırımcıları da endişelendirmeyi başardı. Beklentiler bozulmaya başlarsa seçimlerin arifesinde durup dururken küçük çaplı bir kriz bile yaşanabilir.
Peki, Başbakan ne yapmaya çalışıyor? Anlamakta güçlük çekiyorum. Olay iktisadın çerçevesini ve siyasal akılcılığı aşmış görünüyor.
4 Haziran 2013 Salı
A tax reform of calculated timidity
Since I started writing for Today's
Zaman almost two years ago, I have complained about the Justice and
Development Party (AK Party) government's lack of appetite for economic
reform. Many radical reforms that took place under the Medium-term Economic
Program (OVP) like severance pay, higher education and tax reform have either
been pulled back from the agenda at the last moment, as in the case of the
severance pay reform, or emptied of substance as in the case of the higher
education reform.
|
|
|
|
With regards to the
tax reform, the last OVP defined the goals of the public income policy as
follows: Encourage employment and investments, increase domestic savings,
reduce regional disparities, strengthen the competitiveness of the economy
and fight the informal economy.
Needless to say, these
ambitious goals require comprehensive and radical changes in the existing tax
system. Does the actual income tax draft law submitted for ministers'
signatures reflect those kinds of changes? I regret to say “Partially, at
best.” The basic problem of our tax system is well known. Finance Minister
Mehmet Şimşek defined it once again during a press conference last week. The
share of income and profit taxes in gross domestic product (GDP) stands at
10.4 percent in Europe but only 5.8 percent in
The actual income tax
draft law stands quite mild compared to the ambitious goals defined above.
The measures foreseen can be summarized in three points: 1) Some exemptions
for high salaries and multiple incomes, such as dignitaries as well as football
players' incomes, have been either cancelled or reduced. The government
expects an additional 126,000 income tax declarations from these measures. 2)
Urban rents will be taxed more efficiently through measures canceling tax
exemptions from the sales of houses and rentals. 3) Financial assets income
will be taxed according to maturation periods; this measure aims to better
capture speculative income.
That is all; the
Ministry of Finance did not give any estimates regarding the extra tax income
that is expected from these measures. The absence of an impact analysis that
should accompany economic laws is typical in
I can assert this all
the more since a serious measure to tackle tax evasion is crucially lacking
in the draft. Mr. Şimşek made it clear: There will be no cross checks between
expenditures and income declarations. This means that millions of tax
evaders, particularly the richest ones, can continue to sleep in peace. In
fact, any improvement in tax collection crucially depends on these cross
checks complemented by severe penalties in cases of evasion.
To tell you the truth,
I am not surprised. A serious fight against tax evasion and more radical
changes concerning tax exemptions would seriously hurt a number of people,
some -- maybe even the majority -- of whom are AK Party voters. In the wake
of the coming elections, one cannot expect radical tax reforms from any
democratically elected government. Thus, let me conclude by saying “Better
than nothing” and hope that this first step taken in the right direction will
be followed by others when the elections are over.
|
3 Haziran 2013 Pazartesi
What I am thinikg about Gezi Park protests
The article below has been published today by Todays' Zaman and signed by it editor in chief Bülent Keneş. As he expresses almost fully what I am thinking about Gezi Park Protests, I did not want to praphrase him.
The
lessons to be learned from Gezi Park and two ways ahead
|
|
|
|
I have been in Bangkok since Friday to attend the Congress of
the World Association of Newspapers and News Publishers (WAN-IFRA). But I
have been intently following the news stories about the incidents in Taksim
Square in İstanbul, back in Turkey. I have hardly had any sleep due to
watching the developments in Turkey on Friday night, despite the four-hour
difference between the time zones of İstanbul and Bangkok. I would like to
share with you my thoughts about those worrying incidents.
|
|
|
|
I think there is no need to reiterate the legendary
reforms and democratization moves the ruling party has implemented under
extraordinarily hard and challenging conditions during their first two terms
in office since 2002. However, having emerged as the sole indisputable power
in the country after overcoming those challenges one by one thanks to its
popular appeal, the same ruling party has failed to preserve the pace with
which they implemented democratic reforms, and they have even occasionally
backpedaled in some areas of democratization, rule of law and fundamental
rights and freedoms although the conditions have been much more favorable in
recent years.
Although they have come to exert full control over the
entire state apparatus, the ruling party has fallen prey to "power
intoxication" due to the fact that there was no serious threat to their
government from opposition parties, a significant portion of the media were
bought or intimidated, and civil society was made subservient. Just as previous
ruling parties had done in the past, the ruling party has started to act with
extreme self-reliance, turning a deaf ear to well-meaning criticisms and even
perceiving every critical word as antagonistic. A lack of serious competition
from opposition parties has made the ruling party feel more and more
self-confident, and with a tendency to grow more authoritarian, it has kicked
off efforts to shape everyone's lives using state power.
This deterioration in the ruling Justice and Development
Party's (AKP) performance has created serious grievances and criticisms among
diverse groups that formed the broad coalition that placed the AKP in power
for three successive terms with increasing strength, and the government has
started to cut off the channels of communication with the members of this
coalition one by one. In a process similar to what the legendary Motherland
Party (ANAVATAN) of the 1980s went through, the AKP has distanced itself from
its supporters, but found itself surrounded by a gang of self-seekers and henchmen,
who are set on building a virtual world around the ruling party. Unlike the
usual reformist policies of its early years in office, the AKP has today come
to be associated with giant construction projects in İstanbul and other
cities that pay no regard to the environment in an effort to create benefits
and revenues for certain self-seeking supporters. Broad social groups that
have continued until recently to lend support to the AKP in the face of
challenges from anti-democratic groups have started to believe that the
ruling party is no longer a reformist or democratizing party, but has become
a center of distribution of lucre.
As it has continued to wave off criticism or advice with
self-conceit, the process of making Turkey more transparent and demilitarized
and shrinking the sphere the state controls in the lives of people has been
reversed. The government's formulating and passing bills is a fait accompli,
paying no respect to the sensitivities or expectations of society. Despite
serious opposition from various segments of society, the self-conceited and
controversial moves from the government such as the match-fixing bill, the
project to rebuild Gezi Park, the reductions in the penalties for corruption
in public procurements, the alcohol bill and many others have aggravated
people's concerns about "single man rule" and the government's
tendency to grow more "authoritarian."
The accumulation of these concerns are the reasons behind
the intensity of the reactions to the tree massacre in Gezi Park, the sole
remaining green patch near Taksim Square, and to the project to build a
shopping center in its place. Of course, even the motive to protect Gezi Park
is alone sufficiently important to trigger social sensitivities. But the
concerns for Gezi Park are insufficient to explain why the demonstrations
spread to all cities across the country. On the other hand, the protests that
started innocently and with sincere demands and with the participation of
various social groups have gone off track through organized provocations and
manipulations starting on Friday night, and I must note that this is
attributable not only to some “deep” Ergenekon-like circles, but also to the
errors made by the local and central administrations. By exhibiting
indifference to people's demands, the government has given a kiss of life to
the “deep” networks that had been forced to retreat thanks to years of
hard-fought struggle.
However, as Etyen Mahçupyan of the Zaman newspaper wrote
on Sunday, a civilian initiative had been formed seeking to put an end to the
Gezi Park project that is disliked by many inhabitants of İstanbul, and this
initiative had been trying to get their voice heard by the authorities.
"As if they had gone crazy because they have been captivated by their
image of İstanbul, the government and local authorities are feigning
ignorance about the demands and concerns of ordinary people. They not only
avoid any contact with this initiative, but also refrain from paying even
minimal respect to people," Mahçupyan wrote, and one cannot agree more
with him. This approach by the government, i.e., paying no heed to social
sensitivities and making decisions without consulting people on critical
issues that closely concern the daily lives of people, seen in many cases in
the past, was defined by Mahçupyan as the "eclipse of political
reason."
Mümtaz'er Türköne's description of the developments as
"maladministration" is proper as well. In his latest article,
Türköne says the following about what should be done now: "What should
be done with Gezi Park is a local issue, isn't it? A local issue should be
decided by the inhabitants of the locality. How many people lend support to
the project of rebuilding the park? How can a local issue grow out of
proportion and amass into an intricate, colossal revolt? Answer: Through
maladministration. The incidents that wreaked havoc in Taksim are a perfect
case of maladministration on the part of the government and local
authorities. Decision makers must have exerted great efforts and made a
series of grave errors in order to create such a big scandal out of the blue.
This incident should not be ignored, but utilized in university textbooks as
a perfect example of maladministration."
I think the Gezi Park incidents represent a turning point
in Turkish political life. Nothing will be the same from now on. And the
government will have to stop acting like it has been doing during the last
few years. Experiences of different countries facing similar situations
indicate that administrations may opt for two approaches that are at stark
contrast with each other. Thus, the government may respect the sensitivities
of the general public and open up channels of communication with people and
abandon its fait accompli and self-conceit. It will return to its former participatory,
pluralistic and democratizing agenda. Or it will grow uneasy about the
potential loss of political power and become more repressive, more censorious
and more tyrannical. Everyone who wishes good things for this country hopes
the government will choose the first option and learn a serious lesson from
the incidents.
Everyone -- except those who are rushing to gain
commercial profits from the plundering of the beautiful and historic city of
İstanbul -- would like to see that the "eclipse of political
reason" is replaced with insightful administration and discernment,
wouldn't they? Who wouldn't want "maladministration" stemming from
"power intoxication" to be replaced with "good
governance" practices that pay due respect to people?
This should and will be discussed at length. But the first
thing to do is save the ordinary people and groups who sincerely protest
certain government actions from falling prey to the dark and ulterior
purposes of shadowy forces. To this end, common sense must rule, and the
protests, which I think have attained their targets, must be stopped. At this
point, everyone should hearken to the call by President Abdullah Gül, who
said: "In a democratic society, reactions should be allowed to be given
in accordance with rules without provoking abuses. Similarly, authorities
should exert serious efforts to lend an ear to differing opinions and
concerns."
|
1 Haziran 2013 Cumartesi
OECD forecasts low growth for Turkey
I hesitated between two subjects for
today’s article. After a long period of deliberation, the draft of a new
income tax law was finally submitted to Parliament on Wednesday.
|
|||
|
|
||
On the same day, the
Organization for Economic Cooperation and Development (OECD) published its
new forecasts for the Turkish economy. I think it would be better to first
talk about the OECD forecasts despite the importance of the tax reforms. This
issue can wait until Tuesday, all the more so since we will be discussing it
passionately in the coming weeks.
According to the
OECD’s “Turkey - Economic forecast summary (2013)”: “Following weak growth in
2012, as consumption and investment contracted and offset a surge in exports,
the economy is now regaining momentum. Growth is projected to rise to above
3% in 2013 and, as the global recovery gathers strength, to pick up to 4½ per
cent in 2014. Inflation and the current account deficit both remain above
comfort levels, however.” I agree with the gist of this statement. But as
usual, the devil is in details so, let’s look at them.
The OECD’s growth
forecast for
I would like to note
that there is dangerous confusion regarding the monetary policy. As is clearly
expressed in the last Monetary Policy Committee (PPK) statement, lowering the
interest rates is aimed at preventing further appreciation of the lira, which
is already slightly overvalued, by discouraging excessive short-term capital
inflows. At the same time, the central bank is trying to control credit
expansion by squeezing the money supply in order to prevent an uncontrollable
increase in domestic demand. This policy approach does not satisfy the
proponents of acceleration. They demand an aggressive loosening of monetary
policy.
The low growth
perspective is central to this opposition within the AK Party. If the debate
has not yet turned into an open fight, this is because despite low growth,
unemployment is not growing too fast. I have explained many times before in
this column that this fortunate state of events is due to the high job
creation capacity of growth prevalent in recent years. I do not think that
this good fortune will continue in the near future. The OECD’s recent report
forecasts an increase in the unemployment rate from 9 percent in 2012 to 9.4
percent in 2013. I believe that this forecast can be seen as a rather
optimistic one.
Another question mark
regarding the OECD’s forecast is related to the current account deficit
(CAD). The OECD thinks that exports of goods and services will increase by
4.9 percent and imports by 3.3 percent in 2013, causing a modest increase in
the current account ratio to gross domestic product (GDP) that would reach
6.2 percent in 2013, up from 6 percent. I also consider this forecast rather
optimistic. Yesterday, the Turkish Statistics Institute (TurkStat) published
April’s foreign trade statistics. Seasonally adjusted exports had decreased
by 1.6 percent compared to March, while imports had increased by 10.7 percent.
Even if we exclude imports of gold, which showed a sudden jump in April, the
growth rate of imports still remains high at 6.6 percent according to
To sum up, it is quite
probable that the GDP will remain below 4 percent in the future, causing a
higher unemployment rate and CAD than expected. This state of affairs will be
unacceptable for the AK Party government as the elections marathon will kick
off soon.
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)