Başından beri Merkez Bankası yönetimine yönelik “faizleri hızla indir”
şeklindeki en tepeden gelen siyasal baskılara karşı çıktım.
Bu
baskıların sonunun hayırlı olmadığını savundum. İktidarın beni ve benim gibi
düşünenleri dinlemesi söz konusu olmadığından Merkez Bankası yönetimini faiz
politikası konusunda sıkıştırma tüm şiddetiyle devam etti. Sonunda bu baskılar,
tabir caizse, Merkez Bankası’nın kimyasını bozdu.
Son
gelişmeler banka yönetiminin yalpalamaya başladığını açıkça gösteriyor.
Enflasyonun önümüzdeki 4 ay boyunca düşeceğini, buna bağlı olarak faiz
indirimin, sabretmek koşuluyla, mümkün hatta gerekli olduğunu çok önceden
savundum. Ancak geçen hafta Merkez Bankası başkanının basın konferansında bir
soruyu yanıtlarken ocak ayı enflasyonu 1 puandan fazla düşerse Para Politikası
Kurulu’nu acilen toplayıp faiz indireceği sözünü vermesi çok yanlış oldu.
Normal koşullarda böyle bir çıkış yapmayacağından eminim. Ama baskılar
anlaşılan Sayın Başçı’yı bunalttı.
Sonra
ne oldu biliyoruz. Önce döviz kuru yükselmeye başladı. Ardından ocak ayı aylık
enflasyon yüzde 1,1 oranında önemli sayılabilecek bir artış kaydetti. Ama
beklendiği gibi bir önceki yıla kıyasla 1 puana yakın bir düşüş gösterdi. Yüzde
8,17’den 7,24’e geriledi. Merkez Bankası, acil toplantıyı iptal etti.
Enflasyonda düşüş nisan sonuna kadar yüzde 6’ya yaklaşacak. Bu gelişmeler
önümüzdeki PPK toplantılarında nispeten sınırlı faiz indirimlerine zemin
hazırlayacaktı. Ama şimdi Merkez Bankası’nın inandırıcılığı ve bağımsızlığı
ağır darbe daha aldı.
Cumhurbaşkanı’nın
ne tepki vereceği henüz belli değil. Ama ekonomik başdanışmanı sert bir çıkış
yaptı: Ne yani enflasyon sıfır küsur puan daha az düştü diye faiz indiriminden
vazgeçilir mi diye soruyor. Bu ayın 24’ünde toplanacak PPK ne yapar bilmiyorum.
Herhalde yine faiz indirecek. Ben olsam mart ayını beklerdim.
Sayın
Cumhurbaşkanı enflasyona biz iktisatçıların yaklaşımından çok farklı bir
yaklaşım sergiliyor. Merkez Bankası faizleri ne kadar düşürürse enflasyonun da
o kadar düşeceğine inanıyor. Bu inanç nereden kaynaklanıyor bilmiyorum.
Merkez
Bankası yönetimi dâhil iktisatçılar için bu tamamen yanlış bir yaklaşım. Başkan
Başçı, 2 Şubat’ta Budapeşte’de verdiği bir konferansta fiyat istikrarının
büyüme için ne kadar elzem olduğunu anlattıktan sonra fiyat istikrarının
dolaşımındaki para miktarının ve bu paranın dolanım hızının istikrarına bağlı
olduğunu güzelce anlatmış. ABD, Japonya örneklerini vermiş. Dolanım hızındaki
istikrarın da uzun dönemli tahvil faizleri ile olan ilişkisini formüle etmiş.
Faizleri, özellikle reel faizleri yapay bir şekilde düşük tutarsanız daha çok
harcama olacağı, dolayısıyla enflasyonun yükseleceği açık. Dahası bizim gibi
yüksek cari açıklı sıcak paraya bağlı ekonomilerde faizi fazla düşürdüğünüz
zaman kurun da yükseleceğini geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz. Kur
yükselince doğal olarak enflasyon da yükseliyor. Ancak negatif reel faiz lobisi
bu ilişkilere hiç değinmiyor. Vahamet bu noktada ortaya çıkıyor.
Daha
önce de yazdığım gibi ne Cumhurbaşkanı ne de Merkez Bankası görüş
değiştirmeyeceğinden bu gidişat üç şekilde sonlanabilir: Ya Merkez Bankası
yasası değiştirilerek bağımsızlığa son verilir ve yönetim değiştirilir ya da
Merkez Bankası yönetimi istifa etmek zorunda kalır. Az da olsa bir ihtimal daha
var. İktidar yasayı değiştirmeye pek cesaret edemeyeceğinden, bu arada Merkez
Bankası olağan PPK toplantılarında azar azar faizleri indireceğinden iktidar
baskıyı şiddetlendirmekten belki vazgeçer. Ancak Merkez Bankası’nın inebileceği
faiz düzeyi ile Cumhurbaşkanı’nın istediği düzey arasında esaslı bir fark
olacaktır.
(Zaman oacak 2105)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder