Bugün yine faiz kavgası üzerine yazı yazmayı tasarlıyordum.
Cumhurbaşkanı’nın Babacan ve Başçı ile bu hafta görüşmesi bekleniyor. Bu kritik
toplantı neye gebe, yazının ana teması olacaktı. Ancak vazgeçtim. Açıkçası bu
irrasyonel ortamda tahmin yapmaktan sıkıldım. Beklemeye karar verdim.
Pazar
günü 8 Mart Kadınlar Günü olması fikir değiştirmeme yardımcı oldu. Ülkemizde
kadına yönelik eşitsiz muameleyi yazmaya karar verdim. Bir iktisatçı olarak
soruna ekonomik pencereden bakmayı tercih ediyorum. Ama sorunun salt ekonomik
eşitsizlikten kaynaklanmadığını, geleneksel değer yargılarımızın, toplumsal
ahlak normlarımızın, kısacası kültürümüzün cinsel eşitsizlik sorununun çok
önemli bir parçası olduğunu çok iyi biliyorum.
Tarım
toplumunun ve bu toplumun ileri aşamasında gelişen tek tanrılı dinlerin
şekillendirdiği geleneksel kültürde kadına bakış malum: Öncelikle annelik, ev
işleri ve tarlada kocaya yardım. Bu bakış sanayi toplumunda da devam etti.
Üstelik kadınların çoğunu üretimden kopardı. Tarlada çalışan kadınlar kentlere
göçtüklerinde çok zorunlu değillerse evde oturmaya layık görüldüler. Zaman
içinde gelişmiş ülkelerde kadının işgücüne katılması büyük ölçüde sağlandı. Bu
gelişmede İkinci Dünya Savaşı’nın önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Erkekler
savaşmaya gidince üretim mecburen kadınlara kaldı. Bir kere alışınca kadınlar
çalışmaya devam ettiler. Ama aynı zamanda kadın-erkek eşitliğine yönelik fikir
akımları da çalışan kadını destekledi.
ABD’de
ve Kuzey Avrupa’da çalışan kadınların çalışma yaşındaki (15-65) kadın nüfusa
oranı (işgücüne katılma oranı) erkeklerin oranına çok yakın düzeyde, yüzde
70-80 düzeyinde. Geleneksel kültürün ağırlığını hissettirdiği kimi gelişmiş
ülkelerde ise kadın-erkek katılım oranları arasında fark belirginleşiyor.
Örneğin kadın katılım oranı İtalya’da yüzde 55 civarında. Buna karşılık
gelişmekte olan, özellikle de Müslüman nüfusa sahip Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da
tarım bir yana bırakıldığında kadın katılım oranı çok düşük düzeylerde kalıyor.
Türkiye
de bu ülkelerden biri. Tarımda çalışanlar istihdamının büyük bölümünü
oluşturdukları dönemde kadın katılım oranı pek düşük sayılmazdı. Ama fazla bir
anlamı da yoktu. 1990’ların ortalarına kadar kadın katılım oranı tarım
istihdamının azalmasına paralel olarak yüzde 15 civarına kadar geriledi.
Aslında kentlerde bu dönemde de kadınların eğitim düzeylerinin artmasına
paralel olarak katılım oranı artıyordu ama çok yavaş artıyordu. 2000’lerde
kadın katılım oranı ülke genelinde de artmaya başladı çünkü kentlerde çalışan kadın
sayısında artış güçlendi.
Son
rakamlar şöyle: 15-65 yaş arasındaki kadınların yüzde 33,6’sı çalışıyor. Bu
oran erkeklerde yüzde 76,6. Aradaki uçurumun pek çok nedeni var. En önemli iki
neden geleneksel kültür ve eğitim.
Yükseköğretim
mezunu kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 70’in biraz üzerinde. Lise
mezunlarında bu oran yüzde 36 civarına, lise altı eğitime sahip kadınlarda
yüzde 15 civarına geriliyor. Kültür, eğitim düzeyini de etkiliyor elbette. Ama
bu etkiyi bir yana bırakırsak, düşük eğitimin kadınlarımızı çalışmaya teşvik
etmemesinin nedeni düşük ücret. Çocuklar kreşe verilecekse ortaya çıkacak
maliyet ücrete kıyasla çok yüksek kalıyor. Buna bir de çalışan kadına genelde
iyi gözle bakılmaması eklenince çalışan kadın sayısı çok düşük kalıyor. Çalışmayı
ya koca istemiyor, ya da baba. Nitekim yükseköğretim düzeyinde katılım oranı
nispeten yüksek bile olsa Avrupa’ya kıyasla düşük kalıyor.
Kadının
çalışması neden önemli? Çünkü özgürlük için ayakları üzerinde durabilmek çok
önemli. Kalkınma için çalışan kadının gereği de cabası.
(Zaman,
Mıart 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder