Düşünceli olmakta haklı |
Bu satırları okurken sizler Para Politikası Kurulu’nun
(PPK) aldığı kararları öğrenmiş olacaksınız. Bu karalar Merkez Bankası
açısından önemli bir sınav niteliğinde. Yönetim üzerine düşen siyasetin
gölgesini bertaraf etmek zorunda. 1990’larda yaşanan kepazeliklerin ardından
gelen ve “Kemal Derviş reformları” olarak adlandırdığımız ekonomik devrimin
kuşkusuz en önemli kazınımı Merkez Bankası’nın bağımısızlığıdır. Bu topraklarda
Bizans’tan Osmanlı’ya, tek parti döneminden çok partili döneme bağımsız / özerk
ekonomik kurumların varlığı “herşeye kadir devlet” ve onun yumuşatılmış
versiyonu olan “milli irade” geleneğimiz ile mutlak uyuşmazlık içinde olageldi.
Bu kurumların en hayatisi niteliğindeki Merkez Bankası hep siyasal iktidarların
dümen suyunda hareket etti.
İlk
tehlike sinyalleri
Adalet
ve Kalkınma Partisi iktidarının bağımısız Merkez Bankası’na saygısı bir bakıma
eşyanın tabiatına pek uygun değildi. Buna rağmen AKP bu bağımısızlığa
dokunmadı, çok da faydasını gördü. Taki, Başabakanımız faiz-enflasyon ilişkisi
konusuna girene kadar. İlk tehlike
sinyalleri enflasyonu düşürmek için düşük faizin “daha etkili” olduğu savları
ile kenidini gösterdi. Fazla üzerinde durmadık. Ardından “faiz lobisi” heyülası
gündemimize girdi. Durum ciddiyet kespetti. Faiz lobisi söyleminin Merkez
Bankası’nın üzerinde siyasal baskı oluşturduğunu, bu baskının ilerde banka
yönetiminin elini kolunu bağlayabileceğini, gerektiği zaman faiz aracını kullanmakta
zorlanabileceğini bu köşede pek çok kez dile getirdim.
Son dönemde
Merkez Bankası durumu iyi idare etti. Gerektiğinde faiz arttırmaktan da
çekinmedi. Geliştirdiği araç çeşitliliğinin (faizi koridoru, ROM vb.) baştan
itibaren destekçisi oldum. Her ne kadar
yüzde 5’lik enflasyon hedefine bir türlü yaklaşılamasa da enflasyonun alıp
başını gitmesi engellendi, kur istikrarı büyük ölçüde sağlandı, TL aşırı
değerlenmedi, büyüme yüksek olmasa da (Türkiye için) dengeli seyretti. Nitekim,
2013 yılında yüzde 4 civarında bir büyüme, altın hariç düşen bir cari açık ile sağlanabilidi.
Kimyası
bozuldu
Ne var
ki 17 Aralık sonrasında Merkez Bankası’nın kimyasını bozacak ölçüde sert
müdahelelere tanık olduk. Bir bakan çıktı “millet faiz artışı istemiyor” dedi.
PPK’nın geçen haftaki bekle gör politikasına Başbakandan tebrik geldi. Bir tek Babacan
Davos’tan Merkez Bankası’na karışmayın deme cesaretini gösterdi. PPK geçen hafta
önemli bir fırsatı kaçırdı. Dün açıklanan Enflasyon raporunda, ki Aralık sonu
bilgilerini içeriyor, Türkiye’nin diğer yükselen piyasalardan ayan beyan
ayrıştığı açıkça görülüryor. Raporda risk primi artışında, kur artışında
Türkiye’nin Brezilya, Güney Afrika ve Endenozya’dan uzak ara öne çıktığı açıkça
görülüyor. Kaldı ki, iki yıllık gösterge faiz tavan yapmış, reel faiz bizzat
Merkez Bankası’nın hesabıyla yüzde 3’e çıkmış durumdaydı. Reel kur ise 2003’ten
bu yana en düşük seviyesinde.
Enflasyon raporundaki yüzde
5,3’ten yüzde 6,6’ya çıkarılan yeni enflasyon tahmini şimididen kadük durumdadır.
Yeni tahmin yükselen kurun etkisini 0,5 puan kabul ediyor. Oysa mevcut kur
düzeyinde en az 2 puanlik etki kaçınılmaz. Şunu söylemeye çalışıyorum. Geçen
hafta PPK’nın faiz artırması için elinde yeterince veri, olgu ve bilgi vardı.
Ama yapmadı. Şimdi Dolar 2,40’a dayandı diye acilen PPK toplanıyor. Faiz artışı
kesin gibi. Ama bu kez çok daha sert bir artış gerekebilir. Çünkü Merkez
Bankası’nın bağımsızlığı tartışılmaya başlandı. Yönetim lafla değil işle
bağımsız olduğunu kanıtlamak zorunda. Bu gece (dün gece oluyor) bana uyku yok.
PPK kararları gece yarısı açıklanacak. Sonrasını haftaya tartışırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder