Yeni hükümet üzerine tahminler gırla gidiyor. Kamuoyu daha çok
başbakanın kim olacağı ile ilgili. Ekonomi aktörleri ise ekonomik işlerden
sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yeni kabinede yer alıp almayacağı
ile ilgililer. Benim tahminim ekonomi yönetiminin değişeceği yönünde.
Geçen hafta “ev yapımı kriz tehlikesi” yazımda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)
hükümetinde son aylarda para politikası üzerine kopan fırtına ile ilgili
görüşlerimi aktarmıştım.
Babacan
ve Merkez Bankası yönetimi mevcut “dengeli büyüme” politikasının devamından
yanalar. Türkiye ekonomisinin iki büyük zaafı olduğunu çok iyi biliyorlar: Cari
açık ve yüksek enflasyon. Bu iki zaafı hafifletecek politikalar izlemeye
çalışıyorlar. Halen yüzde 7 civarında seyreden yüksek cari açık oranını
azaltmaya devam edebilmek için net ihracatın büyümeye pozitif katkı yapmaya
devam etmesi şart. Önümüzdeki dönemde Irak’taki gelişmeler ve Avrupa
ekonomisindeki durgunluk emareleri nedeniyle ihracat artışı fazla umut
vermiyor. Dolayısıyla ithalatın sıkı tutulması gerekiyor. Bunun için de
iç talep kontrol altında olmalı. Yüzde 9’u aşan yüksek enflasyonun düşürülmesi
için de bu kontrol gerekli. Ayrıca enflasyonla mücadelede döviz kurunun alıp
başını gitmesi de engellenmek zorunda.
Bu koşullarda para politikası son derece kritik öneme sahip. Piyasada
gösterge faiz yüzde 9’un üzerinde geziniyor. Merkez Bankası’nın faizi ise yüzde
8,25. Kredi faizleri de düşüyor. İç talepte “dengeli büyüme” ile uyumun
ötesinde bir canlanmanın zaten eli kulağında. Ama bu bile hükümetteki negatif
reel faiz lobisini tatmin etmiyor. Köşke çıkmasına rağmen ekonomi politikasına
yön vereceğini açıkça belirten ve “bu faiz inmeli” buyuran Sayın Erdoğan, iç
talebin bir an önce canlanmasını istiyor.
Daha önce de belirttiğim gibi haksız değil. Irak pazarının hızla
küçülmesi ve Avrupa’daki durgunluk belirtileri nedeniyle büyüme düşüyor. Betam,
perşembe günü yayınladığı Ekonomik Görünüm notunda 2. çeyrek için yıllık büyüme
tahminini yüzde 3,4’ten yüzde 3,1’e revize etti. Cuma günü açıklanan mayıs
dönemi işsizlik rakamları da 2. çeyrekteki durgunlaşmayı doğruluyor. Mevsim
etkilerinden arındırılmış verilere göre nisan dönemine kıyasla inşaatta
istihdam 45 bin, sanayide ise 9 bin geriledi. Hizmetlerdeki istihdam artışı bu
düşüşleri telafi edemeyince artmaya devam eden işgücü işsizlik oranını yüzde
9,2’den 9,5’e yükseltti.
Bu gidişat en geç dokuz ay sonra yapılacak genel seçimlerde AKP’nin
hedefi olan referandum çoğunluğunu (330+ sandalye) elde etmeyi olanaksızlaştırıyor.
Bu koşullarda yeni kabinede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savunduğu para
politikasını uygulayacak bir ekonomi yönetiminin işbaşına gelmesi çok mantıklı
duruyor. Keza faizlerin daha da düşürülmesi Merkez Bankası yönetiminde de
değişiklik gerektiriyor. Ne Babacan’ın ne de Başçı’nın zaten bıçak sırtında
duran makroekonomik dengeleri tehlikeye atacak radikal bir değişikliğin
sorumluluğunu alacaklarına ihtimal vermiyorum.
Para politikasının radikal biçimde değişmesi ne zaman ve hangi yoldan
gerçekleşecek bilemiyorum. Ama bence bu değişim kaçınılmaz. Zaten fazlasıyla
düşük olan faizler daha da düşürülürse neler olacağını “ev yapımı kriz
tehlikesi” yazımda aktarmıştım. Eski Merkez Bankası Başkanı ve Abdullah Gül’ün
ekonomi danışmanı Durmuş Yılmaz da çok benzer görüşleri Hürriyet’ten Vahap
Munyar’a verdiği röportajda dile getirdi.
Yılmaz, faiz üzerinde baskı kuranların 94 krizini unutmuş olabileceğini
belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “Dengelere hiç aldırmadan faizle
istedikleri gibi oynasınlar ki 3 ay sonra ne olacağını görsünler. Çünkü
görmeden hiçbir şeye inanmıyorlar.”
(Bu yazı 17 Ağustos 2014 Zaman'da yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder