1 Ağustos 2014 Cuma

Kolay malî disiplin geçmişte kaldı

AKP iktidarının en önemli ekonomik başarısı hiç kuşkusuz mali disiplini sağlaması oldu. İlk yıllarda bütçe açıkları hızla düştü.
Düşen bütçe açıkları ekonomiye olan güveni artırdı. Reel faizler yüzde 10’un altına gerilerken yüksek büyüme bütçe gelirlerini hızla artırdı. Kamu borç yükü (kamu borcunun GSYH içindeki payı) yüzde 70’lerden yüzde 40’ın altına düşürüldü. Ardından küresel kriz sırasında büyük çapta düşen uluslararası faizler Merkez Bankası’na faizlerini de aşağıya çekme fırsatını verdi. Reel faizler yüzde 1-2 düzeyine kadar geriledi. Bu gelişmeye kriz ertesinde iki yıl boyunca gerçekleşen olağanüstü yüksek GSYH artışları eklenince, vergi gelirlerinde de büyük artışlar elde edildi. Tüm bu gelişmelerin sonucunda hükümet kamu harcamalarını artırmasına rağmen mali disiplini sürdürmeyi başardı. Geçen yıl bütçe açığı rekor düzeyde küçülerek yüzde 1’e, kamu borç yükü de yüzde 36’ya geriledi. Ancak bu yılın ilk yarısında ortaya çıkan bütçe performansı mali disiplini bozmadan kamu harcamalarını reel olarak artırma döneminin sonuna gelindiğine işaret ediyor.
    Haziran sonu itibarıyla Merkezi Yönetim Bütçesi 3,4 milyar TL açık verdi. Geçen yılın aynı döneminde 3,1 milyar fazla vardı. Bu gelişmenin başlıca sebebi bütçe giderlerinin yüzde 13,8 artmış olması. Buna karşılık gelirlerde artış yüzde 10,2’de kaldı. Yüzde 9’luk enflasyonu dikkate alırsak, giderler reel olarak yüzde 5 artarken, gelirlerdeki artış yüzde 1’de kaldı. Ama daha vahimi, kamu gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan vergi gelirlerinde artışın yüzde 6,1’de kalmış olması. Bu sınırlı artış, vergi gelirlerinin reel olarak yüzde 3 kadar azaldığını gösteriyor. Gelir Vergisi varidatı artarken, vergi gelirlerinin üçte ikisini oluşturan dolaylı vergi varidatının çok az arttığı görülüyor.
    Vergi gelirlerindeki bu alarm verici gelişmenin ardındaki en önemli etken ekonomik büyümenin son iki yıldır düşük seyrediyor olması. Halen GSYH artış oranı yüzde 3,5-4,0 arasında. Bu büyüme temposu geçmişte olduğu gibi bütçe gelirlerinin yeterince artmasına izin vermiyor. Oysa, harcamalar yüksek bir tempoyla artmaya devam ediyor. Kriz öncesinde bütçe gelirleri GSYH’nın yüzde 22’sini oluştururken, halen bu oran yüzde 25’e yükselmiş durumda. Buna karşılık faiz dışı harcamaların GSYH’ya oranı yüzde 18’den yüzde 23’e çıkmış bulunuyor. Bu artış farkı kamu maliyesinde 2 yüzde puanlık bir bozulmaya işaret ediyor.
    Hükümet art arda gelen seçimlerin dürtüsüyle harcama alışkanlıklarından vazgeçemiyor. Aynı zamanda vergi gelirlerini artırmanın yolu da büyüme hızını artırmaktan geçiyor. Vergilerin bileşimini Gelir Vergisi lehine değiştirecek köklü vergi reformu projesi seçimler sebebiyle rafa kalktığından tek yol iç talebi çok daha canlı yapmak. Başbakan’ın Merkez Bankası yönetimine ateş püskürmesinin temel sebebi de bu ikilem. Başbakan, düşük büyümenin müsebbibi olarak mevcut para politikasını görüyor. Faizler büyük ölçüde düşürülürse iç talebin canlanacağına, buna karşılık döviz kurunun sakin kalacağına, enflasyonun da azmayacağına inanıyor.

    Bu ayrı bir tartışma konusu. Türkiye ekonomisinin Aşil topuğu olan cari açığı adım adım düşürmek için dengeli büyümenin devam etmesi şart. Bunun için de iç talebin ılımlı seyretmesi gerekiyor. İhracatta mucizevi artışlar beklenemeyeceğine göre GSYH artışı haliyle AKP iktidarının harcama iştahına kıyasla yetersiz kalıyor. Gelecek yıl yapılacak genel seçimlerde Başbakan mutlaka referandum çıtasını (330’un üzerinde milletvekili) aşmak istiyor ve kamu harcamalarında frene basmak istemiyor. Ama büyüme düşük kalmaya devam ettiği sürece bu gidişat ekonomik güvenin halen temel çıpasını oluşturan mali disiplinden giderek uzaklaşma ihtimalini artırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder