AKP iktidarının en önemli ekonomik başarısı hiç
kuşkusuz mali disiplini sağlaması oldu. İlk yıllarda bütçe açıkları hızla
düştü.
Düşen bütçe açıkları ekonomiye olan güveni artırdı. Reel faizler yüzde
10’un altına gerilerken yüksek büyüme bütçe gelirlerini hızla artırdı. Kamu
borç yükü (kamu borcunun GSYH içindeki payı) yüzde 70’lerden yüzde 40’ın altına
düşürüldü. Ardından küresel kriz sırasında büyük çapta düşen uluslararası
faizler Merkez Bankası’na faizlerini de aşağıya çekme fırsatını verdi. Reel
faizler yüzde 1-2 düzeyine kadar geriledi. Bu gelişmeye kriz ertesinde iki yıl
boyunca gerçekleşen olağanüstü yüksek GSYH artışları eklenince, vergi
gelirlerinde de büyük artışlar elde edildi. Tüm bu gelişmelerin sonucunda
hükümet kamu harcamalarını artırmasına rağmen mali disiplini sürdürmeyi
başardı. Geçen yıl bütçe açığı rekor düzeyde küçülerek yüzde 1’e, kamu borç
yükü de yüzde 36’ya geriledi. Ancak bu yılın ilk yarısında ortaya çıkan bütçe
performansı mali disiplini bozmadan kamu harcamalarını reel olarak artırma
döneminin sonuna gelindiğine işaret ediyor.
Haziran sonu itibarıyla Merkezi Yönetim Bütçesi 3,4
milyar TL açık verdi. Geçen yılın aynı döneminde 3,1 milyar fazla vardı. Bu
gelişmenin başlıca sebebi bütçe giderlerinin yüzde 13,8 artmış olması. Buna
karşılık gelirlerde artış yüzde 10,2’de kaldı. Yüzde 9’luk enflasyonu dikkate
alırsak, giderler reel olarak yüzde 5 artarken, gelirlerdeki artış yüzde 1’de
kaldı. Ama daha vahimi, kamu gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan vergi
gelirlerinde artışın yüzde 6,1’de kalmış olması. Bu sınırlı artış, vergi
gelirlerinin reel olarak yüzde 3 kadar azaldığını gösteriyor. Gelir Vergisi
varidatı artarken, vergi gelirlerinin üçte ikisini oluşturan dolaylı vergi
varidatının çok az arttığı görülüyor.
Vergi gelirlerindeki bu alarm verici gelişmenin
ardındaki en önemli etken ekonomik büyümenin son iki yıldır düşük seyrediyor
olması. Halen GSYH artış oranı yüzde 3,5-4,0 arasında. Bu büyüme temposu
geçmişte olduğu gibi bütçe gelirlerinin yeterince artmasına izin vermiyor.
Oysa, harcamalar yüksek bir tempoyla artmaya devam ediyor. Kriz öncesinde bütçe
gelirleri GSYH’nın yüzde 22’sini oluştururken, halen bu oran yüzde 25’e
yükselmiş durumda. Buna karşılık faiz dışı harcamaların GSYH’ya oranı yüzde
18’den yüzde 23’e çıkmış bulunuyor. Bu artış farkı kamu maliyesinde 2 yüzde
puanlık bir bozulmaya işaret ediyor.
Hükümet art arda gelen seçimlerin dürtüsüyle harcama
alışkanlıklarından vazgeçemiyor. Aynı zamanda vergi gelirlerini artırmanın yolu
da büyüme hızını artırmaktan geçiyor. Vergilerin bileşimini Gelir Vergisi
lehine değiştirecek köklü vergi reformu projesi seçimler sebebiyle rafa
kalktığından tek yol iç talebi çok daha canlı yapmak. Başbakan’ın Merkez
Bankası yönetimine ateş püskürmesinin temel sebebi de bu ikilem. Başbakan,
düşük büyümenin müsebbibi olarak mevcut para politikasını görüyor. Faizler
büyük ölçüde düşürülürse iç talebin canlanacağına, buna karşılık döviz kurunun
sakin kalacağına, enflasyonun da azmayacağına inanıyor.
Bu ayrı bir tartışma konusu. Türkiye ekonomisinin Aşil
topuğu olan cari açığı adım adım düşürmek için dengeli büyümenin devam etmesi
şart. Bunun için de iç talebin ılımlı seyretmesi gerekiyor. İhracatta mucizevi
artışlar beklenemeyeceğine göre GSYH artışı haliyle AKP iktidarının harcama
iştahına kıyasla yetersiz kalıyor. Gelecek yıl yapılacak genel seçimlerde
Başbakan mutlaka referandum çıtasını (330’un üzerinde milletvekili) aşmak
istiyor ve kamu harcamalarında frene basmak istemiyor. Ama büyüme düşük kalmaya
devam ettiği sürece bu gidişat ekonomik güvenin halen temel çıpasını oluşturan
mali disiplinden giderek uzaklaşma ihtimalini artırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder