Joseph E. Stiglitz ekonomi camiasının yakından tanıdığı bir isim. Asimetrik
bilginin piyasa ekonomisinde büyük sorun oluşturduğunu gösteren çalışmaları ile
Nobel ödülüne layık görülmüş.
Dünya
Bankası’nın baş iktisatçılığını yapmış olan Amerikalı iktisatçı son yıllarda
daha ziyade ana akım iktisat kuramına ve politikalarına (daha popüler bir
ifadeyle “neo-liberal politikalara) karşı yürüttüğü mücadele ile gündemde. Bu
mücadelenin argümanlarını bir araya getiren “The Price of Inequality” başlıklı
kitabı 2012 yılında yayımlanmıştı. Geçen hafta Türkçe çevirisi (“Eşitsizliğin
bedeli”) İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Stiglitz, UNDP’nin konferans davetlisi olarak bu hafta başında
İstanbul’daydı. Yayınevinin Stiglitz ile görüşme önerisini memnuniyetle kabul
ettim. Bu sayede kitabı okurken not ettiğim soruların yanıtlarını birinci elden
alabilecektim. Stiglitz kitabı her ne kadar genel ekonomik analizler içerse de,
esas olarak Amerikan ekonomisinin artan eşitsizlikten kaynaklanan sorunlarını
irdeliyor.
Dünyanın bir numaralı gücü olan ABD’deki ürkütücü gelişmeler elbette
hepimizi ilgilendirir. Ama Stiglitz ile yaptığımız sohbette Türkiyeli okurları
en çok ilgilendirecek konu, bizim ekonomide hangi sorunun, enflasyonun mu yoksa
cari açığın mı daha önemli olduğu ya da hangisine öncelik verilmesi gerektiği
ile ilgiliydi. Bu tartışmaya elbette damdan düşer gibi gelmedik.
Profesör Stiglitz, Amerikan Merkez Bankası FED’i Wall Street odaklı olmakla,
diğer ifadeyle çalışan kesimlerin çıkarlarını değil finans kesiminin
çıkarlarını gözetmekle eleştiriyor. Başta Ben Bernanke olmak üzere FED
yöneticilerini “enflasyon saplantılı” olmakla suçluyor; üstelik enflasyon
tehdidinin gündemde olmadığı, buna karşılık reel ücretlerin yerinde saydığı,
tam istihdamın sağlanamadığı ve eşitsizliğin hızla artmakta olduğu bir dönemde.
Stiglitz’in sohbetimiz sırasında yüzde 6’ya gerileyen Amerikan işsizlik
oranının düşen emek arzını içermediği ve yaratılan işlerin hatırı sayılır
bölümünün yarı zamanlı olması gerekçeleriyle ciddiye almadığını belirttiğini
not etmek isterim. Ayrıca şunu da ekleyeyim; Stiglitz, FED’in yeni başkanı
JanetYellen’ın eski başkanlar kadar enflasyon saplantılı olmadığı kanaatinde.
ABD’de böyle olabilir ama enflasyonun yüzde 9’un üzerine çıktığı, zayıf
büyüme nedeniyle işsizliğin artış eğilimine girdiği Türkiye ekonomisi hakkında
ne düşünüyor? Fazla tereddüt etmeden bu soruya Stiglitz Türkiye’de enflasyondan
ziyade cari açığın öncelikli sorun olduğu yanıtı verdi. Stiglitz’e göre
enflasyonun yüzde 20’ye bile çıkması büyük bir deprem yaratmaz ama cari açığın
artarak sürdürülemez hale gelmesinin yaratacağı “ani duruş” olayı, diğer
ifadeyle sermaye girişlerinin bıçakla kesilmesi Türkiye ekonomisini durgunluğa
sürükler.
Cari açığın esas sorun olduğu konusunda Sitglitz ile aynı görüşteyim.
Bununla birlikte enflasyon ile cari açık sorunlarının bağımsız olduklarını
düşünmüyorum. Merkez Bankası enflasyon hedefini uzun süredir tutturamıyor.
Böyle devam ederse hiçbir inandırıcılığı, dolayısıyla para politikasının etkisi
kalmayacak. Böyle bir gelişme esnek kur ile enflasyon hedeflemesine dayanan
makro ekonomik çerçevenin sonunu getirir. 1990’lara adım adım geri döneriz.
Elbbete bu çerçeve değiştirilebilir. Esnek kur rejimi yerine yönetilen
kur rejimi getirileilir, sermaye hareketlerine kısıtlamalar konulabilir ve
enflasyon hedeflemesi terk edilebilir. Ancak bu yeni makroekonomik çerçevenin
yüksek dış açık / yüksek tasarruf açığı veren bir ekonomide getireceği
götüreceğinden çok daha fazla olacaktır çünkü ayağımızı yorganımıza göre
uzattığımızda, yorgan kısa kalacağından ayaklardan feda etmemiz gerekecek.
(Bu yazı 21 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder